Biz yaşarken oldu her şey

NEŞE KUTLUTAŞ
Abone Ol

Sermayenin küreselleşmesine (sermaye ihracına) kadar, yeryüzündeki varoluşunu kendisi için bir şey üreterek devam ettirdiğini düşündüğümüz insan türü, çok geçmeden iş göremez raporu olan memurlara döndü; borçlu ve malulen emekli. Bu zaman artık, yeryüzünde yaşamayı mümkün kılan bir üretim ve imar için değil, ipini koparmış bir satın alma arzusuyla çalışmaya başlayan insanlar zamanı.

“Sizin ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklarınıza karşılık rehin olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak... Ahret için çalışmadan ahreti uman, uzun emellerin peşinde koşup tövbeyi geciktiren, dünyayı sevmeyen kişilerin diliyle dünyadan bahseden, fakat dünyayı sevenler gibi çalışan ve ona yönelen, kendisine verilince doymayan, verilmeyince sızlanan kimselerden olmayın.”

Hazreti Ali (Radiallahu anh)

Dünya savaşlarını birinci olarak kazanan devletler; güvenlik, güçsüzlerin kaynaklarını ucuza veya bedavaya kullanma, kapitalist- liberal ekonominin yaygınlaşması meseleleri ile meşgul oldu.

NATO ve Demirperde eksenli iki farklı dünyanın iç kenarlarında yaşayan yoksul bırakılmış insanların birbirleriyle gündelik hayat içerisinde kıyasıya mücadelesi.


Düşmanın ulaşamayacağı kadar güçlü olmak isteyen diğer uygun devletlerle ticaret ve güvenlik anlaşmaları yapmak gerekiyordu. Uygun devletlerin arasına gelir, gezer, geçer radikal örgütlerin de katılması için biraz daha zaman geçmesi lazımdı. Savaşta ölmeyip de evlerine yorgun ve yaralı dönen insanların çocukları için bundan sonrasında tercih edilen yaşama biçimi, geniş topraklar üzerinde hızla tahkim edilmeliydi. Siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel işbirliği teşkilatları ve bu amaca matuf olarak kurulan paktlara üyelik… NATO ve Demirperde eksenli iki farklı dünyanın iç kenarlarında yaşayan yoksul bırakılmış insanların birbirleriyle gündelik hayat içerisinde kıyasıya mücadelesi (tedhiş ve anarşi). Ardından sırası geldiğinde ortaya sürülecek yeni oyuncular; Çin ve halkı Müslüman olan devletlerin tamamı.

Tek hakimli birlikteliklerden muhatabın zihnindeki imaj bakımından daha gevşek kontrollü demokratik yapılara geçmeler… Sermaye (bizim gibiler için para) ve ona dair her faaliyetin, insanı yerinden eden “arzular şelale” misali ayartmaları… Paranın para olduğu zamanlardan, bir şey satın almadan yaşayamadığımız günlere geldik nihayet. Sermayenin küreselleşmesine (sermaye ihracına) kadar, yeryüzündeki varoluşunu kendisi için bir şey üreterek devam ettirdiğini düşündüğümüz insan türü, çok geçmeden iş göremez raporu olan memurlara döndü; borçlu ve malulen emekli. Bu zaman artık, yeryüzünde yaşamayı mümkün kılan bir üretim ve imar için değil, ipini koparmış bir satın alma arzusuyla çalışmaya başlayan insanlar zamanı.

Günlük satın alma kapasitesi kredi kartıyla bile elli lirayı bulmayan bizler, ekonomi kanallarının müdavimleri oluverdik.

İnancımızın, itikadımızın ne olduğunun egemen siyasal ve ekonomik yapılar için bugün pek önemi yok. Hesap günü işe yarar inşallah. Para harcayarak veya “olsa da harcasak” iştiyakı ile yaşadığımız sürece dönen bu devran (dolap mı desek acaba) hakkında ahkâm kesmenin de bir kıymeti kalmadı. Hayır, cümle yanlış oldu. Reyting haricinde bir kıymeti kalmadı demek gerekir. Günlük satın alma kapasitesi kredi kartıyla bile elli lirayı bulmayan bizler, ekonomi kanallarının müdavimleri oluverdik. Kim ve nerede olduklarını bilemediğimiz insanların veya kurumların matbu bile olmayan paralarla çevirdikleri dalaverelere akıl erdirmeye çalıştık. Hane veya kişi başı borçluluk miktarımız birkaç günde iki katına çıktı. Banka kredileri, kredi kartları, taksitli alışverişler.

  • Faiz sebebiyle rızkımızın bereketini kaybettiğimize dertlenmeyi bir tarafa bırakıp gelecek beş on sene içerisindeki gelir gider dengesini tutturmanın hesabını yapar olduk. “Üfür üfür, yalana bayılırım” diye bir söz vardı eskiden; hatırlar gülerim.

Haram yemekten sakınmayıp gelecek ödeme planı üzerinde çalışan Müslümanın hastasıyım. Hastası olduğum bir kesim daha var; satın alacakları her şeyin bir önceki veya düşük modelini alıp aradaki bedel farkını yakınlarında olan ihtiyaç sahiplerine vermeyen ama “nereye varacak bu işin sonu” diyen her cins ve anlayıştan yurttaşlarımız. Dilenen ya da yardıma muhtaç insanlara “Allah versin” diyenin ocağı batsın, cümlesini de yazayım tam olsun maruzatım.

Sermayenin kötü bir huyu daha var; kıymık misali girdiği yerden can acıtmadan çıkmıyor.

Sermayenin, dünyanın en ücra köşelerine kadar girmesine imkan sağlayan ‘global’ ekonomi masallarının sonuna geldik, ama gökten düşen elmalar kafamızı yardı. Sermayenin kötü bir huyu daha var; kıymık misali girdiği yerden can acıtmadan çıkmıyor.

Yanmayan kefen, nalın, ygs duası, hepsi bedava!
Cins

Kendimize yeten ekonomiden uluslararası pazara çıktığımızı düşünürken evdeki bulgurdan olduğumuzu, temel gıda maddelerini ithal etmeye başladığımızda anladık. Raflar; başka ülkelerden gelen peynir, pirinç, çay, sıvı yağ, meyve, sebze, şarküteri ürünleri ile doldu. Tütün kolonyası, esans ve gül suyunun yerini parfümeri mağazaları aldı. Ekonomik ilişkiler bütünü davranış alışkanlıklarımızı veya davranışlarımıza yön tayin eden kıymetlendirme anlayışımızı da değiştirdi. Bakkalının önünden geçen çocuklara sakız dağıtan esnaf, işler kesat gidip markette kasiyer olduğunda 1 (yazıyla bir) lirası eksik kalan müşteriden bir ürünü bırakmasını istemek zorunda kaldı. Veresiye defterlerinin yerini alan kredi kartı ekstrelerinin sahiplerinden, içerisinde bulunduğumuz sıkışıklığı anlatarak veya yolumuzu değiştirerek kurtulmanın imkanını bulamıyoruz.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) buyurmuştu ki;

Kıyamet gününün sıkıntılarından Allah’ın kendisini kurtarmasından hoşlanan kimse, borcunu ödemekten aciz kalanlara mühlet tanısın veya borcunda indirim yapsın.

(Müslim, Müsâkât 32)

İşlem tamamlandı. İnsanın insanla temas kurarak yaşamasını sağlayan, zorluğu ve derdi paylaştıran, keyfine ortak olunan hayatları tükettik. Toplumsal hayatın cinsiyet eşitlikçi, sosyal medyacı ve aynı zamanda içermeci, ekonomik kalkınmacı, köken ayrımcı, yapay zekâcı, her şeyi paylaşımcı, sanal âlemci yanı canımızdan bezdirdi. Tam burada, hayatın memnun olmadığımız yanlarını yeni neslin kifayetsizliği üzerinden okumaya hazır olan hazirûna bir çift sözüm var: yürü git!

“Zulüm bizdense ben bizden değilim”
Cins

“Melali anlamayan nesle aşina değiliz” demek Ahmet Haşim’in zamanı için isabetli bir ifade olabilir. Ama bunu şimdi kendi çocukları için söyleyenlere de bir çift sözüm var; bırakın bu ayakları. Biz anne ve babalarımızdan gördüğümüz, içerisinde yaşadığımız hayata ait hatıralardan başka bir şeyi yanımızda taşımazken, çocuklarımızın o hayata sahip çıkmasını mı bekliyoruz? “Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar” diyor ya şair; tam öyle işte.

İman etmeyi ve Müslüman olarak kalmayı mümkün kılan bir hayat nizamına ihtiyacımız var.

İslam, her durumda yaşanmaya müsait zihni faaliyetler dünyasına ait bir din değil. İman etmeyi ve Müslüman olarak kalmayı mümkün kılan bir hayat nizamına ihtiyacımız var. Hayat nizamı denilen şey insan tekinden başlayıp ev, mahalle, şehir, devlet ve dünya tasavvuruna sahip olmayı, inşa ve say etmeyi gerektirir.

Haram yemekten sakınmayıp gelecek ödeme planı üzerinde çalışan Müslümanın hastasıyım.


Çocuklarımıza masal okumayı terk ettiğimizden beri ‘armut piş ağzıma düş’ durumları olmuyor maalesef. Masalların, ninnilerin, tekerlemelerin dünyasını gerçeklik adına terk etmekle, çocuklarımızı sanal âleme kapatmak ve kaptırmak arasındaki alâkaya Fransız kalınca, böyle sonuçlar kaçınılmaz oluyor. Bir işporta tezgâhı açarken bile en uygun yer olmasını gözeten insanın, dinini yaşamak için “elimizden geldiği kadar” sahtekârlığına sığınması, açılış günü dükkâna vergi levhası yerine iflas tabelası asmakla eş değer bir tavırdır. Ahirete ve “Hesap Günü” ne iman edenlerin dünyalık bir kayıp ve işlerinin yolunda olmama durumuna sabır gösterememeleri ve ilk fırsatta dinden yana kaypaklık etmeleri aklın alacağı işlerden değil.

Komşuluk ve akrabalık haklarının tahakkukuna ve tahsilâtına ihtiyacımız var.

Müslüman olmayı; sadece insanlar tarafından müşahede edilen ibadetlere bağlayıp, yalnız kaldığında yatırım araçları için danışmanlık hizmeti arayanların, başka durumlarını bilemem ama bizim dostluk halkamızda yeri yok. “İki cihan saadeti” duasından, dünyanın bütün hazlarını yaşamak manasını çıkartanlara yazıklar olsun. Hak ve adalet gözeten insanların serdengeçti tavırlarına muhtacız. Komşuluk ve akrabalık haklarının tahakkukuna ve tahsilâtına ihtiyacımız var. Mahallemizin bir yerleşkeden daha çok haklara dair mesuliyet yüklendiğimiz mekân olma hususiyetini idrak etmeliyiz. Boş bir arazi gördüğünde otlayan hayvanlar ve ekin tarlası yerine toplu konut veya alışveriş merkezi hayali kuranların azgınlığından Allah’a (Azze ve Celle) sığınırım.

  • Eğer Allah (bütün) kullarına bol rızık verseydi yeryüzünde muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir. Şüphe yok ki O, kullarının her halinden hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle görendir.
  • (Şurâ suresi 27. Ayet / Hasan Basri Çantay meali)

Allah’ın (Azze ve Celle) ve Resul’ünün (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirdiği, Ashab-ı Kiram ve onların yoluna uyanların sakındırdığı “dünya” nedir! Helak edici olan dünya muhabbetine dâhil olan işlerden sual etmeyi ne zaman bıraktık? “Kefenin cebi yok” denildiğinde anlatılmak istenilen şey terzinin unutkanlığı mı? Keler deliğine girmek için bu kadar acele etmenin sebebi ne? Hesap gününü, kredi kartının son ödeme tarihi mi zannediyoruz? Öyle değil işte…

Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!

(Enbiya Suresi 87. Ayet Meali)

Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet.

(Fatiha Suresi 6. Ayet Meali)