Siyah süt

EREN SAFİ
Abone Ol

Patron, lider, başkan, müdür veya herhangibir yöneticinin gözünde ya da kamuoyunezdinde nasıl göründüğümüz gerçektenasıl birisi olduğumuzdan çok dahaönemli. Gerçekte nasıl biri olduğumuzdan:gerçekte, yani Allah katında.

Bu Ramazan bir meseleyi tam olarak anlamaya çalışacağım. Ramazan’ın hakiki duyguları ve doğru düşünceleri açığa çıkaran tarafına teslim olacağım.

Elden giden, elde kalan
Cins

Şimdi sizinle aslında hep yaptığım gibi yine biraz bozbulanık, biraz kekeleyerek ama montajlamadan, makyaj yapmadan bu ara neyle meşgul oluyorsam, bu günlerde ne notlar çıkarıyorsam doğrudan paylaşmak istiyorum. Bu sene Ramazan’ın altını çizeceğim yerlerini göstermek istiyorum. Zor ve ancak tane tane değerlendirildiğinde anlaşılacak bir mesele var benim için. Temel demiş ya, “Sana ha bu mektubu eyi anliyasun diye tane tane yazayrum” diye. Tane tane yazdım. Buyrun.

Dil ile ikrar

Bir şey yasaksa o şeyi yapmak doğru olamaz. Yasak olan bir şeyi yapmak iyi de olmaz. Yasak şey güzel olamaz. Temiz olamaz. Ne mi saçmalıyorum? Yasaktan ne anladığınıza bağlı. Eğer aklınıza yasak dendiğinde haram gelmiyorsa, kabul edebilirim; saçmalıyorum.

Kafası ve özellikle de dili bizim gibi çalışan insanların zihnindeki temel problem haram ile yasak, çirkin, kötü, pis, yanlış gibi kavramların farklı şekillerde tanımlanmasıdır.

Emri uygulamamak, savsaklamak, emre itaatsizlik etmek, emri diğer insanlara aktarırken işine geldiği gibi aktarmak çok yanlıştır. Emredileni yapmak çok iyidir. Sonucu da çok iyi olur. Emrin kendisi de, o emri yerine getirmek de çok güzeldir. Eğer emirden Allah’ın emrini anlıyorsanız söylediklerimin içinde bir tuhaflık olmadığını düşünmüş olmalısınız. Ama öyle değil işte. Ben de sizin gibi evet, teorik olarak bu söylediklerimin doğru olduğunu kabul ediyorum ama bu dildeki kekreliği geçirmiyor. Saçmalığı ortadan kaldırmıyor.

Kafası ve özellikle de dili bizim gibi çalışan insanların zihnindeki temel problem haram ile yasak, çirkin, kötü, pis, yanlış gibi kavramların farklı şekillerde tanımlanmasıdır. Hâlbuki dereceleri farklı olmakla beraber bunların neredeyse tamamı aynı şeyler. Yani bir şey azıcık sakıncalı olabilir. Ona mekruh diyoruz. Veya bir şey ısrar edildiğinde yanlış bir işe yol açacaktır: tahrimen mekruh. Açıkça yanlışsa, o haramdır. Kerih, ikrah, kerahat, mahrem, ihram, harem gibi kelimeler gündelik hayatımızdan çıkmadan önce böyle bir mesele yokmuş tabii. Artık var. Tıpkı iyi, güzel, doğru, temiz gibi kelimelerin bizim zihnimizde helal kelimesini veya emir kelimesini çağrıştırmadığı meselesi gibi. Böyle bir meselemiz var. Ve bu o kadar mühim bir mesele ki sanki bu meseleyi dilimizde ve kalbimizde çözdüğümüzde tam olarak mümin olabiliyormuşuz gibi geliyor bana.

Eskiden, mesela çıkan kanın pis olması ayrıca izah edilmesi gereken bir şey değilmiş. Çünkü necasetin haram olduğu çok yerli yerinde zaten. Necis dediğinizde aynı zamanda kötü de demiş, haram da demiş oluyormuşsunuz. Necis kelimesi yerine pis, haram yerine de yasak denmesine itirazım yok. Ama pis olanın yasak olduğunu, bunun aynı zamanda iyi olmadığını; çirkin, kötü ve yanlış olduğunu nasıl anlayacağız? Zekât vermenin iyi olduğunu, güzel olduğunu, doğru olduğunu, temiz olduğunu hatta temizlediğini nereden bileceğiz? Doğruyla yanlışı, temiz ile pisi, güzel ile çirkini, haram ile helali, ilh. farklı farklı şeyler olarak algılıyoruz. Bunları ayrı ayrı yerlerde konumlandırıyoruz. Birbirine uzak kavramlarmış gibi. Görüyorsunuz işte, anlatırken bile zorlanıyorum. Çelişkili işlermiş gibi hep. Hâlbuki mesele çok basit ve aslında sorun bizim bozuk görüşümüzün ta kendisi. Burada durup biraz kazı yapalım, bir şeyler çıkacak.

Emredileni yapmak çok iyidir. Sonucu da çok iyi olur.

Bozulan ne?

İnsan hastalanabilir. Her türden hastalık da, şifa da insan için. Ancak hasta olduğunu kabul etmemek, hatta duçar olduğu hastalığı sıhhatin kendisi sanmak çok ağır bir durum ki bunun tedavisi çok zor. Ne demek istiyorum? Bir bardak süt getirin aklınıza. Bir kimsenin diyelim ki gözünde bir sorun var ve adam süte baktığında siyah görüyor. Gördüğünün süt olduğunu bile bile sorunu kendinde, bakışında, görüşünde değil de sütte sanıyor. Diyor ki, “Ah nerede o eski sütler... Süt eskiden beyazdı.” Veya diyor ki işte, “Süt çok bozuldu, bunu ıslah mı etsek ne yapsak?” “Aman,” diyor “bu sakın bir yere dökülmesin, her yer kapkara olur.” Hâlbuki bozulan süt değil, sütün rengi de değil; bozulan kendi görüşü, kendisi. Birden çok kişi, birçok kişi sütü gördüğünde siyah sanıyor diye süt siyah olmaz.

  • Süte baktığında siyah gören insanların adamdan sayıldığı, hüküm koyduğu bir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki sütü görür görmez bembeyaz gören insanların çoğunun başına iş gelmesin diye, nemelazımcılıktan veya menfaat icabı sütün ne kadar siyah olduğunu, hatta kapkara olduğunu türlü türlü şekillerde anlattığı zamanlarda yaşıyoruz.

Bu takla atan soytarıların da, bozuk görüşlü talihsizlerin de yapıp ettikleri hatta edecekleri, sütün rengini değiştirmeyi bırak üzerine gölge düşürmeye yetmeyecek, başka.

Kalpleri mühürlenmiştir; sağır ve dilsizdirler

Allah’ın ayetleri bizim görüşümüzdür. Bu kelimenin her iki anlamıyla da böyledir. Yani Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin her biri, biz o ayetlere iman ettiğimiz andan itibaren bizim fikirlerimiz, düşüncelerimiz anlamında görüşümüzdür. Bununla beraber, o ayetler bizim gören gözümüzdür. Doğru bakışımızdır. Bozulmayacak basiretimizdir. Allah’ın ayetleriyle görmeyi öğrenirsen süt, ancak ve sadece süt gibidir. Allah her insanı yaratırken o görüşle yaratıyor. Gâvur, Müslüman herkes için Allah’ın yasakladığı işleri yapmak bu yüzden en başta çok zordur. Yani Müslüman olmasa bile bir insan zina ederken başlarda bunun çok yanlış bir iş olduğunu biliyor ve zorlanıyor. Veya içki içen herhangi bir kimse ilk içtiği zamanlarda bu işin çirkin bir iş olduğunun farkında. Başlarda zorla içersin. Tefecilik yapan, adam öldüren, kumar oynayan herkes yaptığının doğru olmadığını, iyi olmadığını, güzel olmadığını bilir. Görüşü tam olarak bozulana kadar.

O görüş tam olarak bozulunca da -Allah muhafaza- bir daha geri dönüş çok zor oluyor. Kötü bir kokuya iyice alışıp artık duymamak gibi haramlar da, yasaklar da sınırı çiğneye çiğneye tanınmaz hale gelir ve bir yerden sonra insana yaptığı çirkin iş ne yanlış ne de kötü görünür.

Kalbe mühür konması böyle bir şey belki de. Kalbinin kapısına zorla kilit vuruyorsun. Allah oynama dediği halde gözüne parmağını soka soka gözünü bozuyorsun. Kulağını adeta sağır ediyorsun. Ondan sonra da bu süt şöyle kara böyle siyah demeye başlıyorsun. Sütün gerçekte bembeyaz olduğunu bildiğin için de sütün beyaz olduğunu söylemeyi yasaklıyorsun, süte beyaz diyenlerin ne kadar barbar, gelişmemiş ve tehlikeli olduğunu zorla kabul ettiriyorsun.

Hepinizin etrafında vardır; ortalıkta, yaptığı diyeti bozunca pişman olan, günlerce gözüne uyku girmeyen tuhaf insanlar dolaşıyor. Fazla şeker ve yağlı gıdalar tüketmek haram yemekten daha fazla tedirgin ediyor bunları. İki gün sporu aksatınca namaz kaçırmıştan beter oluyor.

Bu çarpıklığın en temelde iki yüzü var. Birincisi Avrupa’dan başlayıp bütün dünyayı zaman içinde esir alan, habis bir ur gibi yayılan, suya karışan, bakışı bozan hümanist düşünce. Meselenin frekansı karıştıran, zemini altımızdan kaydıran ikinci yüzü ise devlettir.

Gerçekte hiç kimsenin bu haklara, hukuka inandığı, taktığı falan yok.

Hümanizm, tek bir ideolojik kalıpla tarif edilemeyecek kadar geniş bir sahayı etkiliyor. Bugün bizi doğrudan ilgilendiren tarafıyla seküler, Batılı yaşam tarzı ve bu yaşam tarzının billurlaştığı düşünme biçimlerinin, anlama şekillerinin her türlüsü yukarıda çerçevesini tanımlamaya çalıştığımız çarpık bakışın, bozuk görüşün temel kaynağıdır. Bölünmüş ahlak, bölünmüş hukuk veya bölünmüş hayat türlerinin tamamının memleketi hümanizmdir. Etik, hümanizmin temel konularından. Bugün tekamül etmiş haliyle etik, sayısız parçaya bölünmüş ve tanınmaz, anlaşılmaz hale gelip aslında modern insanın hayatından tamamen çıkmıştır.

Güya haşa Allah’ı hayattan çıkarıp insanı ve bilimsel gelişmenin insanlığı getirdiği yeri tahkim edeceklerdi. Geldiğimiz noktada pörsümüş, üzerinde yüzyıllarca tepinilmiş ve kimsenin zerrece inanmadığı iş etiği yok tıp etiği, biyoetik, siyasi etik, faydacı etik, bilmemne etiği gibi çöp dağlarının içinde debeleniyorlar. Ahlaktan, hele güzel ahlaktan haberdar olmalarını beklemek saçma. Hukuk farklı mı? Bir şeyi insan hakları, hayvan hakları, kadın hakkı, işçi hakkı, etnik haklar, azınlık hakları, şu hakkı, bu hakkı diye bölebiliyorsan orada haktan hukuktan, ipten kazıktan kurtuldun demektir.

Bölünmüş ahlak, bölünmüş hukuk veya bölünmüş hayat türlerinin tamamının memleketi hümanizmdir.

Gerçekte hiç kimsenin bu haklara, hukuka inandığı, taktığı falan yok. Bu bölünmüş ahlak, bu bölünmüş haklar, dinle ayrılmış dünya hayatı, ana-babadan ayrılmış çocuk hayatı, ümmetten ayrılmış insan hayatı sadece güçlü olanın zayıfı ezebildiği bir düzen demek. Bu haklar veya kurallar da zaten başta Amerika, Batı dünyası dünyayı sopalarken kullansın diye var. O Allah’ın kanunlarını tahrif edip hayattan çıkaracak, sonra yerine kendi ahlakını, hukukunu, hayatını, yasalarını koyacak. Kendisi o uydurma kurallarla, kavramlarla bile bağlı olmayacak ama sen uymak zorunda olacaksın.

Devletin düşmanı

Devlete gelince... Aslında modern devletin evrim sahası da hümanizmdir. Ben -önceden yazdığım herhangi bir şeyi okuyanlar bilirgünde en az bir sefer faiz konusuna girmezsem rahat edemem. Devlet bahsine de önce faiz örneğine bakarak girelim.

  • Faiz şirk gibi, haksız yere adam öldürmek gibi, zina yapmak gibi bir günah, haram. Haksız yere birini öldürmek, uyuşturucu satmak, bir kimsenin ırzına tasallut etmek ne kadar çirkinse faiz de en az o kadar çirkindir.

Öyle bugün ticaretin kuralı bu, yok efendim dünya finans sistemiyle çalışıyor veya devlet de faiz alıp veriyor, devlet bütçesi bonolarla tahvillerle dönüyor gibi yuvarlak, saçma sapan laflar bu kepazeliği, bu çirkin suçu meşrulaştırmaz. Evet, devlet faiz alıp veriyor. O yüzden bu haldeyiz zaten. Devlet alkollü içki de üretip satıyor. Devlet kumar da oynatıyor. Devlet totoydu iddiaydı at yarışıydı piyangoydu insanların ocağına incir ağacı da dikiyor. Modern devlet neredeyse dünyanın her yerinde kumarın, iptilanın, rezilliğin, fuhşun her türlüsünü de teşvik ediyor. Hatta devlet çoğunlukla bu rezil kepaze işlerin, zulmün tek patronudur. Devletin mühür vermediği, fiş kesmediği bir şekilde para satmayı bir dene istersen. Bakalım başına neler geliyor. Büyük bankacılar milletin başına taç edilir. Aman efendim diye karşılanır. Sen para satmaya çalışırsan kepaze ederler. Adın üçkâğıtçıya, tefeciye, mafyaya çıkar. Bir kahve köşesinde iki kişiye zar attır yüreğin yetiyorsa. Devlet yakaladığı anda cezayı yapıştırır. Seni rezil eder, televizyonlara çıkarsın. Çete derler, mafya derler, hayatını karartırlar. Kumarı devlet oynatır. İçkiyi devlet satar, sattırır. Parayı devlet sattırır. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Devlet kendini ilah yerine koymazsa yaşayamaz. Var olamaz. İnsan yaradılışına ters olan, Allah’ın uzak durun, sakın yapmayın dediği ne varsa devlet yaptırır. Fişini keser ve sesini çıkaranı yok eder. Bunları söyleyerek devlet düşmanlığı mı yapıyorum? Hiç şüpheniz olmasın!

Bu tarafıyla devletin düşmanı olmak Müslüman olmayı bırakın, insan olmanın ilk şartıdır. Aramızdaki kıt akıllılar için devletten rejimi, bugün dünyadaki cari düzeni, zulmü, hümanist tasallutu kastettiğimi söyleyeyim de moda tabirle “fitne”ye sebep olmayayım. Hatta bu çerçevede, devleti ve devletin dümenini işgal ettiği milleti tehlikeye atan, ona düşmanlık eden doğrudan rejimin kendisidir. Geçelim.

Allah katında

Devletten bir uzun atlayışla yeniden insana, insan tekine dönerek bir şey söylemek istiyorum. Hepinizin etrafında vardır; ortalıkta, yaptığı diyeti bozunca pişman olan, günlerce gözüne uyku girmeyen tuhaf insanlar dolaşıyor. Fazla şeker ve yağlı gıdalar tüketmek haram yemekten daha fazla tedirgin ediyor bunları.

Kamuoyu nezdinde nasıl göründüğümüz gerçekte nasıl birisi olduğumuzdan çok daha önemli. Gerçekte nasıl biri olduğumuzdan: gerçekte, yani Allah katında.

İki gün sporu aksatınca namaz kaçırmıştan beter oluyor. Kimisi neredeyse böyle kendi bedenine tapıyor; kimisi aynı psikopatlık derecesinde parasına sapık gibi yapışmış, kimisi koltuğuna, kimisi itibarına. Patron, lider, başkan, müdür veya herhangi bir yöneticinin gözünde ya da kamuoyu nezdinde nasıl göründüğümüz gerçekte nasıl birisi olduğumuzdan çok daha önemli. Gerçekte nasıl biri olduğumuzdan: gerçekte, yani Allah katında.

Başa dönersek yasak, haram, çirkin, kötü, pis veya yanlış gibi kavramlar zihnimizde ayrı ayrı yerlerde duruyor. Buna mukabil iyi, güzel, doğru, temiz, helal gibi şeylerin aynı yerde durduğunu da söyleyemeyiz. Bizim için insanı yaratan Allah’tan başkası, Allah’ın yarattığı insana emir veremez. İnsanı herhangi bir şeyden yasaklayamaz. Yalnızca Allah’ın verdiği emirler güzel, aynı zamanda iyi, doğru ve temizdir. Temizler, iyileştirir, doğrultur ve güzelleştirir. Sadece Allah’ın yasakladıkları kötü, çirkin, pis ve yanlıştır. Bizi ilgilendiren sadece o emirler ve o yasaklardır.

  • Ahlak kelimesi yaratılış kelimesinin Arapçasıyla, halk etmek terkibiyle aynı kökten geliyor. Yani mahlûk, yaratılışına uygun şekilde davranırsa gerçekten ahlaklı olur. Süt, içine boya katmadığın, yaratılışına müdahale etmediğin sürece süt gibidir, beyazdır.

İnsan, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ettiği ölçüde güzel ahlaka sahip olur. Biz başka bir görüş, başka bir ahlak, başka bir hak, hukuk bilmiyoruz. Biz güzelin, iyinin, doğrunun, emrin, yasağın başka türünü, tanımını bilmiyoruz, tanımıyoruz.

Yazının sonu biraz sahurun son beş dakikası gibi oldu. Biliyorsunuz, beş dakikada yemeği bitirip, su içip, iki tane sigarayı araya sıkıştırmayana İslamcı demezler. Hallederiz biiznillah. Şimdi, ne dedik?

Nereden başlamalı?
Cins

Bu Ramazan bu meseleye kafa yoracağım. Doğruya doğru, yanlışa yanlış, harama haram, helale helal nasıl diyorduk hatırlamaya çalışacağım. Hatırlamak, anmak, anlamak, yerli yerine koymak, tekrar etmek ne demekti, zikir ne demekti hatırlamaya çalışacağım. Gördüğünüz gibi yazı bitti. Vaktin girmesine de bir dakikadan çok var. İki bardak suyu yuvarlarım. Siz de yavaş yavaş toparlanın artık. Allah kabul etsin!