Medeniyet yolculuğu: Tarihin Nebevî ufku

YUSUF KAPLAN
Abone Ol

Medeniyet; Mekke artı Medine demektir, Sünnet-i Seniyye'dir yani. Mekke'de Müslüman zihninin inşa edilmesi, Medine’de Müslümanca yaşama zemininin geliştirilmesi, ikisinin hasılası olan medeniyet sürecinde ise Müslüman zamanının, yani çağının insanlığa sunulmasıdır.

Bildiğimiz bütün medeniyet tarifleri yanlış. Niçin?

Medeniyet kelimesi bize ait ama muhtevası bize ait değil. Batılılar uygarlıktan ne anlıyorsa, biz de medeniyetten onu anlıyoruz.

Oysa medeniyet, kurucu bir mefhum. Kurucu mefhumlarını yitirenler, medeniyet inşa edemezler.

  • Din, asılla ilgilidir; medeniyet ise usûlle... Medeniyet, dinin nasıl hayata geçirileceğinin usulünü verir ve yol haritasını sunar bize. Medeniyet yaşıyorsa, dinin yaşadığından, yani çağrının çağını kurduğundan sözedebiliriz. Eğer medeniyet yaşamıyorsa, o medeniyetin mensupları, başka medeniyetin dünyasında kölecesine yaşamaya mahkûm olurlar.

Medeniyet yaşıyorsa, çağrı canlı ve diridir; çağını inşa edebilir. Çağrı çağını kuramamışsa, medeniyet tarihten çekildiği içindir.

Çağrı çağını kuramamışsa, çağrının bağlıları için o çağ tam bir ağa dönüşür: Müslüman zihni de, Müslümanca yaşama zemini de, Müslüman zamanı da çökmüş demektir.

Medeniyet yaşıyorsa, çağrı canlı ve diridir; çağını inşa edebilir. Çağrı çağını kuramamışsa, medeniyet tarihten çekildiği içindir.

Her zaman söylediğimiz gibi: İçinde yaşadığınız çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Tanırsanız, tanımlamaya başlarsınız. Tanıyamadığınız bir çağı değiştirme iddiasında bulunamazsınız.

Peygamberî çağrı ve çağları

Buradan şuraya geliyoruz: Çağı anlayamadığımız sürece İslâm’ı, Hz. Peygamberi (sav) anlayamadığımız sürece de hem çağı hem de İslâm’ı anlayamayız. Bugünkü Müslüman toplumların temel açmazı, yalnızca İslâm’ı bihakkın idrak edememeleri değildir. Bugünkü Müslüman toplumların temel açmazı, içinde yaşadıkları çağı da tanıyamamaları, bu çağın tanığı olamamalarıdır. İçinde yaşadıkları çağın zeitgeist’ını (zamanın ruhunu) ve bu zeitgeist’ın dayandığı dinamikleri tam olarak kavrayamamaları ve kaçınılmaz olarak da, içinde yaşadıkları çağı aşabilme iradesi ve varlığı gösterememeleri.

  • O yüzdendir ki, bugünkü Müslüman toplumlar, içinde yaşadıkları çağa teslim olmuş vaziyetteler. İçinde yaşadıkları çağı teslim alabilecek bir konuma, idrak ve varoluş düzeyine ulaşabilmiş durumda değiller. Oysa içinde yaşadıkları çağı teslim almak yerine, o çağa teslim olan hiçbir toplum, hiçbir medeniyet ya da hiçbir düşünce, sanat ve siyaset akımı, o çağa esaslı şeyler söyleyemez ve sonuçta, o çağ içinde yutulmaktan ve yok olmaktan kurtulamaz.

Burada, çağı tanımayı, çağın şahidi olmayı öncelemekle, herhangi bir çağı, dolayısıyla içinde yaşanılan -geçici, izafî bir- zaman dilimini putlaştırmış olmuyorum. Aksine eğer içinde yaşanılan çağın şahidi olunmazsa, kaçınılmaz olarak, o çağa körü körüne teslim olunacağını, o çağın putlaştırılması gibi bir ayartıcılıktan kendimizi kurtaramayacağımızı; sonuçta da o çağı teslim almak ve aşmak yerine, o çağa teslim olmaktan kurtulamayacağımızı söylemiş oluyoruz.

Hz. Peygamber çağının ve o çağın insanının nasıl şahidi olmuştu biliyor musunuz? Ticaret mesleği ve ticarî kervanlar yoluyla.

İşte Müslüman toplumlardaki seküler entelijansiyanın da, İslâmî duyarlılıkları gelişkin entelijansiyanın da bir türlü kavrayamadıkları ve Müslüman toplumları yok oluşa sürükleyen ontolojik yok oluş sorunlarının eşiğine fırlatan, temel sorunlarının neler olduğunu görebilmelerini neredeyse imkânsızlaştıran en temel ve yakıcı, en ayartıcı ve yıkıcı açmaz budur.

Çağın bizi yutmaması, bizi teslim almaması için tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi -içinde yaşadığımız- çağı tanımak, çağın şahidi olmak ve dolayısıyla çağı teslim almak zorundayız.

Ruhunu koruyamayan bir ülke varlığını da koruyamaz!
Gerçek Hayat

Nerede içinde yaşadıkları çağı, o çağda hâkim olan ideolojileri, zihin, davranış ve düşünce kalıplarını yücelten insanlar ve toplumlar varsa, bilin ki, orada o insanlar ve o toplumlar çağı kavrayamamışlar, o çağı teslim alamamışlar, içinde yaşadıklarını zannettikleri ama gerçekte sadece turist gibi yaşamaktan başka bir şey yapamadıkları çağa teslim olmuş ve o çağ tarafından teslim alınmışlardır.

Batı dışındaki bütün toplumların ve bu arada Müslüman toplumların da bütün sıkıntıları, çağı tanımak yerine çağa tapınmak; çağı teslim almak yerine, çağa teslim olmak; çağı aşma çabası içine girmek yerine, çağa kapanmak ve başka çağların da varolabileceği ve varedilebileceği gerçeğine kapılarını kaçınılmaz olarak kapatmak kifayetsizliği ve idraksizliği ile malûl olmalarıdır.

Bütün bunlar, içinde yaşadığımız çağda/n peygamberî soluğun ve sözün çekilmiş olmasının kaçınılmaz neticeleridir.

Medeniyet yok olduğu için, din, şu anda “Mekke”sinden de, “Medine”sinden de mahrum.

Eğer içinde yaşadığımız çağda peygamberî soluk ve söz, bütün hayatiyetiyle varolabilmiş ve varedilebilmiş olsaydı, özellikle Müslüman toplumlar (genel olarak da Batı dışındaki bütün toplumlar), tarihte tatil yapmıyor, aksine tarih yapıyor, tarihin kendi medeniyet paradigmaları doğrultusunda yapılmasına doğrudan katkıda bulunuyor olurlardı.

Bu yüzdendir ki, bugün yalnızca Batı toplumları tarih yapıyorlar, bütün Batı dışındaki toplumlar ise tarihte tatil yapıyorlar; üstüne üstlük de tarihte tatil yaptıklarını idrak bile edemiyorlar.

Oysa Hz. Peygamber (sav), içinde yaşadığı çağı ve o çağda var olan insan varlığını bütün boyutlarıyla, görünür görünmez yönleriyle, enlemesine ve boylamasına tanımış ve kavramıştı. O yüzden çağına teslim olmamış, aksine çağını teslim almış, çağını aşabilecek ve bütün âlemlere, bütün varlıklara rahmet olabilecek esaslı, kanatlandırıcı, herkesi, her düşünceyi, her dini yok edici değil, aksine, kendi olarak varedici muhkem bir peygamberî söz ve soluk üflemişti bütün insanlığa ve bütün çağlara.

Tarihin gündönümü vakti: Biz başlatacağız yeniden tarihi
Gerçek Hayat

Hz. Peygamber çağının ve o çağın insanının nasıl şahidi olmuştu biliyor musunuz? Ticaret mesleği ve ticarî kervanlar yoluyla. İnsan tabiatına, iktidar kavramına, paranın ayartıcılığına ve çağın ruhuna, Hz. Peygamber’in yaptığı şahitliği ve çağını teslim alarak çağına ve bütün çağlara nasıl ruh üflediğini çok iyi idrak etmemiz gerekiyor.

Medeniyet çökerse, medine de çöker ve din çekilir hayattan...

Peygamberimiz (sav), medeniyet kurmamıştı; ama din de kurmamıştı. Dinin önce “Mekke süreci”nde hayat bulmasına, sonra da “Medine süreci”nde hayat olmasına aracılık etmişti.

Peygamberimiz, zaten, bilfiil, “Mekke süreci”ni de, “Medine süreci”ni de hayata geçirmişti; medeniyet sürecinin ise temellerini atmıştı: Peygamberî çağrı, sadece peygamber çağına hasredilmemişti; bütün çağlara ve bütün insanlara hitap ediyordu.

  • Unutmayalım: Din, Medine ve medeniyet kelimeleri, etimolojik olarak da, semantik olarak da, tarihî olarak da aynı mânâ dünyasına ait kelimelerdir. Bize yüklenen teklif, dini hayata geçirmek. Medeniyet yok olduğu için, din, şu anda “Mekke”sinden de, “Medine”sinden de mahrum.

Bu konu, çok önemli bir konu. Eğer, medeniyet süreci işletilemezse, hayata geçirilemezse, din var olamaz; var olsa bile varlığını koruyamaz ve diğer varlıklara hem ulaşamaz, hem de hayat sunamaz.

Başka türlü söylemem gerekirse... Aslolan şey, bizim Müslümanca yaşayabilmemiz ve var olabilmemizdir. Bu da, İslâm'ın enlemesine ve boylamasına şekil verdiği, ruh üflediği bir vasatın varlığını zorunlu kılar.

Tarih Durdu: Türkiye, başlatabilir mi yeniden?
Gerçek Hayat

Mekke ve Medine süreçleri, vasatı oluşturur. Mekke sürecinde İslâm ferdî düzlemde hayat bulur; Medine sürecinde ictimâî düzlemde hayat olur. Medeniyet sürecinde ise ferdî ve ictimâî düzlemler kürevî düzlemde hayatiyet kazanır.

  • Medeniyet, bütün çağları ve bütün çağların insanlarını ihata eder. Her medeniyetin kendine özgü bir çağı, kendine özgü bir zeitgeist’ı vardır; ama bir medeniyet, ancak diğer çağlara enlemesine ve boylamasına, derinlemesine ve yoğunlaşarak açılabildiği diğer çağlarla ilişkiye, irtibata, temasa geçebildiği ândan itibaren olur, oluşur ve var olur. Bütün çağlara açılamayan medeniyetler, kendi çağlarını, kendine özgü bir çağı da kuramazlar.

Mekke ve Medine süreçleri, esas itibariyle Müslümanı ihata eder; Müslümana ve Müslümanlara hayat bahşeder. Medeniyet süreci ise, Müslümanların aynı zamanda Müslüman olmayanlara da hayat bahşettikleri bir “imkân”dır. Medeniyet’in ruhunu, Mekke ve Medine süreçlerinde oluşturulan vasatın ruhu oluşturur.

Mekke kevn, Medine mekân, medeniyet imkân...

Mekke’siz ve Medine’siz medeniyet olmaz. Medeniyet olmadan da İslâm’ın çağrısı, bütün insanlığa ulaşamaz; dolayısıyla İslâm’ın çağrısının sürekli olarak kendisini tazeleyebilmesi imkân dâhiline giremez. Medine sürecinde, İslâm, Müslümanlar için hayat oldu; gayr- Müslimler ise hayat buldu. Medine, gayr-ı Müslimlerin Mekke’sidir. Medeniyet ise, gayr-i Müslimlerin Medine’si.

Her dinin Medine’si vardır; olmak zorundadır. Dinlere [inançlara, düşüncelere] saldırmak, hayat hakkı tanımamak demek, Medinelere hayat hakkı tanımamak demektir.

Her dinin Medine’si vardır; olmak zorundadır. Dinlere [inançlara, düşüncelere] saldırmak, hayat hakkı tanımamak demek, Medinelere hayat hakkı tanımamak demektir. Medine, peygamberlerin yurdudur. O yüzden Kitabımız, bütün peygamberlerin, Medinelere / şehirlere gönderildiğine dikkat çeker. Peygamberler, Medine’ye, medeniyet tohumları ekerler. Medeniyet tohumları, Medine’nin hayatiyetini sürdürme kaynaklarıdır. Hayatiyetini sürdüremeyen Medine, hayatını da, dolayısıyla varlığını da yitirmekten kurtulamaz. Medeniyetin yitmesi, Medine’nin çökmesiyle, dinin de çözülmesi ve yok olmasıyla sonuçlanır. Medeniyet yittiği için İstanbul / Medine bitmiştir; din çözülmüştür.

  • Özetle, Mekke, oluş / kevn’dir.
  • Medine oluşum / mekândır.
  • Medeniyet ise oluşu ve oluşumu varoluşa dönüştüren bir imkân.