Sıra ‘Fransızlaşma’yı boykotta

HASANALİ YILDIRIM
Abone Ol

Fransız mallarını boykot ettik. Âlâ! İyi ama ‘Franzsızlaşma’yı ne vakit boykot edeceğiz? Kim ne derse desin, bizim Fransızlar’dan aldığımız en pahası yüksek mal, lâiklik. Fransız’ın lâikliğini aldıktan sonra bedelini mâsum insanlarımızın canıyla ödedik. Suçsuz bir âlimimizi idam etmekten çekinmedik. Dinimizi yaşama hakkı elimizden alındı aynı lâiklik adına. Yetmezmiş gibi, bize yüzyıldır “İslâm bu” diye bir şeyler anlatıp duruyorlar. Uzaktan İslâm’a benziyormuş gibi görünen bu şeyleri kurcaladığınızda altından gene Frenkler çıkıyor. Görmüyor musunuz, “Bundan böyle Fransız mallarını almayacağız” demek isterken bile Frenk’in ‘boykot’ tabirine mecbur bırakılmışlığımızı ne vakit anlayacağız?

Fransız mallarını boykot ettik. Hem de en üst düzeyde. Niçin? Fransızlar’ın mevkien en üst düzeyindeki bir varlık çeşidinin Efendimiz (s.a.v.)’e hakareti münasebetiyle. Âlâ!

  • Her Müslümanın, ne Müslümanı, her vicdanlı insanın tasvip etmeyeceği hayâsızca bir tavır bu. Bir öbeğe, bir halka, bir devlete, bir ülkeye veya millete hakaret etmiyorsunuz. İçinde nice milleti barındıran bir ümmetin peygamberine saldırıyorsunuz; hunharca! Edepsizce ve hayâsızca!

Bırakalım bir devlet adamını, adama yakışmayacak bir tavır bu. Öyle ya, inanmak veya inanmamakta insan bu dünyada serbest bırakılmış. Gene de erbabının malûmu, geçen asrın büyük zatlarından biri “İnanmak o kadar mühim şeydir ki, istersen bir oduna inan” deme ihtiyacı hissetmiş. Öylesine mühim inanmak, öylesine insânî.

Ve böylesine mecburî. Zaten inanmamanın gayrikabilliği de yine erbabınca malûm. İnanmadığını söyleyen, yürürlükte ve kendisini çevreleyenlerin inançlarına taraf olmadığını ifade etmekte aslen. O yüzden ateizm de cins cins. Hangi dinin ateisti olduğunuz, ateistliğinizden mühim.

Vicdan sahibi biri, bırakalım semavî bir dini, hiçbir türlü inanca hakaret etmez. Dikkat buyurunuz lütfen, ağız birliği edilmişçesine “Her inanca saygı duymak lâzım” şeklindeki beylik hükmü tekrar etmiyorum; beylik ve bâtıl. Hemencecik farkedileceği gibi hakaret etmemek, hürmeti icabet ettirmez ki.

Zâtı nâmuhterem Frenk

Ne ki bu zatı nâmuhterem Frenk, bir buçuk milyar Müslümanın gözünün içine baka baka Efendimiz (s.a.v.)’e saldırmakta. Ama hak ettiği karşılığı İslâm dünyasından da görmekte; umduğumuzdan cılız çıksa da bu sesler, Müslüman ahali ile idarecileri arasındaki tenakuz da ortada.

Tabir Bozgunculuğu
Gerçek Hayat

Şükür ki, bu menfur hakarete en gür reddiye bize nasip oldu. Cumhurbaşkanımız, ülkemizin nezdinde, zımnen İslâm âlemini de Fransız mallarını boykota davet etti. Ve aslında gene zımnen vicdan sahibi insanlığı da. Mevkii ne olursa olsun hiç kimse bir inancın remz şahsiyetine böyle kuduzcasına saldıramaz. Saldırırsa da karşılıksız bırakılamaz.

  • Hâl böyleyken, güya muhalefet edeceğim diye ne tuhaf itirazlara şahitlik ettik:
  • “Sen de Fransız uçaklarını sat” diyecek kadar alçalanından, “Halkın Fransız mallarını boykotunun iktisadi karşılığı ne ki”yi savunacak kadar savrulanına kadar bir sürü herze.

İyi ama itirazların hepsi haksız mı?

Öyle ya, aslen yerli bir marka olduğu hâlde birkaç sene önce Fransızlar’a satılan meşhur bir süt firmasını veya gene aslen bir Türk markası durumundayken idaresi Fransızlara geçmiş en meşhur su markası gibi müesseseler, bu boykotun neresinde? Yerli marka muamelesi mi edilecek bu firmalara yoksa Fransız mı?

Postmodern zamanlarda boykot

İhtiyaç fazlası malı istihsal etmek ve bunu da evvelâ yakınlardaki, ardından da denizaşırı yerlerdeki ihtiyaç sahiplerine kârlı bir fiyata satmak mânâsına gelen kapitalizmin geçmiş dönemlerinde ve onun dünya görüşü şeklinde tavsif edilebilecek modernite merhalelerinde böylesi boykotların, bu nevi direnişlerin, ısrarlı redlerin bir kıymeti harbiyyesi vardı. Ve bu kıymeti harbiye de pek yüksekti. Ama ya postmodern zamanlarda?

İncinmemek mi, incitmemek mi?
Gerçek Hayat

Bu nevi tavır alışların içinden geçtiğimiz bu devirde de, eskisi kadar bir müeyyide kıymeti taşıdığını söylemek zor. Ama iktisaden! Peki ruhen?

İşte geldik meselenin en mühim kısmına.

  • Günümüzde bir ülkenin mahsullerini boykot etmek iktisaden ne kadar az işe yararsa yarasın veya ne çeşit kafa karıştırıcı hususlara zemin hazırlarsa hazırlasın, hiç mühim değil; istikrarlı ve insanların kâhir ekseriyetinin katıldığı bir boykot, evvelâ o ülkenin halkları arasındaki tesanütü kuvvetlendirir.

Bu da az şey mi?

Daha mühimi, istikrarlı bir boykot, bizim gibi tam yüz yıldır kendisini o yapan ne varsa hepsinin teker teker yeldeğirmenlerine atıldığı ve kendine mahsus bütün kıymetlerinin unufak edildikten sonra yellere savrulduğu bir milletin milli hasletlerini yeniden keşfetmesine zemin hazırlayabilir. Kendisini unutan, yüzyıllık bir uykuya yatırılan bir millet için bundan âlâ fırsat mı çıkar?

En pahalı Fransız malı: Lâiklik

Fransız mallarını boykot etmek demek, aslında kim olmadığımızı idrake doğru bir adım atmak demek. Kim olmadığımızı ve belki de vakti saati geldiğinde ne olduğumuzu idrak edebilmek. Böyle bir fırsat, bir millete ancak savaş zamanında nasip olabilir. Boykota nispetle pek pahalı bir nasip bu tabii ki.

Ne ki bu zatı nâmuhterem Frenk, bir buçuk milyar Müslümanın gözünün içine baka baka Efendimiz (s.a.v.)’e saldırmakta

Demek ki, boykotu sadece iktisadî sahayla sınırlı tutarsak, kıymeti harbiyyesi zayıf bir tavır almakla yetiniriz. Başka bir ifadeyle kendimizi avutmakla. Ama meseleyi ruh ve fikir sahasına taşıyabilirsek, bunu başarabilirsek, bir daha hiçbir Fransız, Efendimiz’e hakaret etmenin hayalini bile kuramaz.

Nasıl mı?

Fransız malları kadar ‘Fransızlaşma’yı da boykot ederek! ‘Fransızlaşma’yı, ‘muasır medeniyetler seviyesi’ kılıfı altında Avrupalılaşmayı yani. Meselenin hakikati bu.

  • Sahi biz ‘Franzsızlaşma’yı ne vakit boykot edeceğiz?

Kim ne derse desin, bizim Fransızlardan aldığımız en pahası yüksek mal, lâiklik. Fransız’ın lâikliğini aldıktan sonra bedelini masum insanlarımızın canıyla ödedik. Suçsuz bir âlimimizi idam etmekten çekinmedik.

Kim ne derse desin, bizim Fransızlardan aldığımız en pahası yüksek mal, lâiklik.

Dinimizi yaşama hakkı elimizden alındı aynı lâiklik adına. Yetmemiş gibi, bize yüzyıldır “İslâm bu.” diye bir şeyler anlatıp duruyorlar. Uzaktan İslâm’a benziyormuş gibi görünen bu şeyleri kurcaladığınızda altından gene Frenkler çıkıyor.

Görmüyor musunuz, “Bundan böyle Fransız mallarını almayacağız” demek isterken bile Frenk’in ‘boykot’ tabirine mecbur bırakılmışız. Bu sefaleti ne vakit anlayacağız?