Anneannesinin hikâyelerini anlatan ihtiyar masalcı: Gabriel Garcia Marquez

Yazmak ve anlatmak için dünyaya gelmiş bir masalcıydı Gabo.
Yazmak ve anlatmak için dünyaya gelmiş bir masalcıydı Gabo.

Yasalar ilgisini çekmedi, gönlünde bütün ömrünün aynı istikamete akmasını sağlayacak olan Kafka ve Faulkner vardı. Dönüşüm’ün nasıl olup da yazılabileceğine akıl erdirmeye çalışıyordu.

I. Dönüşüm’dü

6 Mart 1927’de, Türkçe söyleyişe oldukça zor olan Kolombiya’nın ufak bir kasabası Aracataca’da dünyaya geldi.

Babası Elijio, bizim alternatif tıp dediğimiz sektörün içinden ekmeğini çıkarıyordu. Annesi Luisa ise bir telgrafhanede çalışıyordu. 16 kardeşin en büyüğüydü Gabo. Ailesinin başka bir şehre göç etmesi üzerine anneannesi ve dedesinin yanında bütün bir ömrünün hulasası olacak sıra dışı bir çocukluk geçirdi. ‘Bir imparatorluk genişliğinde’ bir çocukluk... Dedesinin ve anneannesini yanında…

Tıpkı bizim asker emeklisi amcalar gibi anlatmayı çok seven biriydi.
Tıpkı bizim asker emeklisi amcalar gibi anlatmayı çok seven biriydi.

II. Demir Maske’ydi

Dedesi emekli bir albaydı. Bir zamanlar çok önemli biri olarak ömür sürmüş ama o vakitler bütünüyle artık geride kalmış bir emekli asker.

Anneannesinin hikâye anlatma tarzını iyi gözlemleyip aynı yöntemi kullandığını yıllar sonra bizzat Gabo’nun kendisi söyleyecekti.

Tıpkı bizim asker emeklisi amcalar gibi anlatmayı çok seven biriydi. Anneannesi ise müthiş küçük hikâyeler anlatan ihtiyar bir teyze. Tıpkı Yüzyıllık Yalnızlık’taki gibi bir evde geçen harikulade hikâyelerin kıyısında bir çocukluk. Anneannesinin hikâye anlatma tarzını iyi gözlemleyip aynı yöntemi kullandığını yıllar sonra bizzat Gabo’nun kendisi söyleyecekti. Olağanüstü şeyleri sıradan şeylermiş gibi anlatmayı anneannesinden öğrendi.

III. Ses ve Öfke’ydi

Sporcu değildi, okumayı zor öğrendiğini söylemiş olsa da zeki ve çalışkandı. 12 yaşında kazandığı bursla oraların İmam Hatip Lisesi sayılabilecek din dersleri ağırlıkta özel bir okulda eğitim gördü. 19 yaşına bastığında ise aslında çok da istemediği ve asla bitiremeyeceği hukuk fakültesine girdi. Yasalar ilgisini çekmedi, gönlünde bütün ömrünün aynı istikamete akmasını sağlayacak olan Kafka ve Faulkner vardı. Dönüşüm’ün nasıl olup da yazılabileceğine akıl erdirmeye çalışıyordu.

IV. Kral Oidipus’tu

  • Okudukça yazma tutkusu arttı. Yasaların içinden bir şey çıkmayacağını anlayınca hukuk fakültesini bırakarak uzaktan uzağa sevdiği, oldukça maceralı bir iş olarak gördüğü, yerel gazetelerde fahri olarak sürdürdüğü gazeteciliğe başladı.

Haber uğruna ülkesini dolaşırken gittiği her yerden küçük hikâyeler topladı. Sonra gazetecilik mesleği onu yurt dışına çıkardı, Roma, Cenevre, Paris, New York ve Barcelona gibi şehirlerde çok uzun yıllar kaldı. Ülkesinde topladığı hikâyelerine küçük anılar da ekledi. O sıralarda da yoksuldu elbette. Fransa Cezayir’i işgal ettiğinde Paris’te dolaşan bu kılıksız Kolombiyalıyı Fransızlar Arap zannedip dövmüşlerdi.

Haber uğruna ülkesini dolaşırken gittiği her yerden küçük hikâyeler topladı.
Haber uğruna ülkesini dolaşırken gittiği her yerden küçük hikâyeler topladı.

V. Binbir Gece Masalları’ydı

Kafka ve Faulkner okuyup da yazmamak olmazdı. O da yazdı haliyle. Bazı öyküler yazıp gazetelere gönderdi. İlk öyküsünün yazıldığı günü genişçe anlattı. Bir Salı günüydü… Ama o gün cebinde gazeteyi satın alabilecek beş kuruş parası yoktu. Yoksulluk buydu. İlk kitabı olan Yaprak Fırtınası’nı 23 yaşında taptaze genç bir gazeteciyken kaleme aldı. Ama dünyanın her yerinde bütün büyük yazarların karşısına çıkan o çok bilmiş yayıncılar yüzünden yedi yıl boyunca yayınlamayı bekledi. İlk kitap 1955’te ancak basıldı. Yaprak Fırtınası, daha sonra pek çok hikâyesinin mekânı olacak olan hayali Macondo kasabasında geçiyordu.

VI. Gazap Üzümleri’ydi

1961’de emekliliğinin neredeyse her gününü emekli maaşını gözleyerek ve mektup bekleyerek geçiren bir albayı anlattığı Albaya Mektup Yazan Kimse Yok, aslında benzemese de dedesiydi.

Yıllar sonra kendisine Nobel getiren Yüzyıllık Yalnızlık’ı 18 ay boyunca günde altı paket sigara içerek ve romandan başka hiçbir şeyi düşünmeyerek yazdığını söyleyecekti.

1962’de Şer Saati’ni kaleme aldı. Ve sonra en büyük yapıtı diye her yerde söylenen Yüzyıllık Yalnızlık geldi. 1967’de yayınlanan eser, tek başında bütün Latin edebiyatını temsil edebilecek kuvvetteydi ve Gabo’ya Nobel’i kazandırdı. Sonra peş peşe küçük öykü kitapları… Dünya çapında ünlü biriydi artık.

VII. Tütün Yolu’ydu

Yıllar sonra kendisine Nobel getiren Yüzyıllık Yalnızlık’ı 18 ay boyunca günde altı paket sigara içerek ve romandan başka hiçbir şeyi düşünmeyerek yazdığını söyleyecekti. O günleri şöyle anlattı: “38 yaşında, yirmi senede dört kitabı yayımlanmış bir yazar olarak daktilomun başına oturdum ve yazmaya başladım… Bu süre zarfında eşim Mercedes, ben ve iki oğlumun nasıl hayatta kalabildiği başka bir romanın konusu olabilir. Çünkü o dönem eve tek bir kuruş bile katkım olmadı. Hatta Mercedes’in nasıl olup da masamızdan yemeğimizi hiç eksik etmediğine bugün bile şaşırıyorum.”

VIII. Fareler ve İnsanlar’dı

Roma sokaklarında dolanırken girdiği bir kitapçıda eline aldığı albümde karşılaştığı zengin bir malikânede yalnızlık içinde oturan o kötü çehreli adamın fotoğrafı, uzun zamandır kafasında dolaştırdığı romanını anlatabileceği karakter oldu. Latin Amerika’nın tarihine şekil veren diktatörlerle ilgili yazmak istediği o roman, nihayet albümdeki o fotoğrafla birlikte 1975’te Başkan Babamızın Sonbaharı’nı çıkardı raflara.

IX. Ulysses’ti

‘Bir yazarın görevi iyi yazmaktan ibarettir’ diyen Gabo, 1981 yılında olağanüstü bir novellaya imza attı. Ki Yüzyıllık Yalnızlık dâhil olmak üzere en iyi hikâyesidir desek abartı katılmamış bir kişisel yorum olarak kabul ediniz siz bunu.

1985’te Kolera Günlerinde Aşk’ı yayınlayan Gabo1989’da Simon Bolivar’ın son günlerini anlattığı Labirentindeki General’i yayınladı.

1994’te ise Aşk ve Öbür Cinler’i… Ömrünün son günlerine kadar gazeteciliğini de sürdüren Gabo, romanlarının yanı sıra çeşitli araştırma, anlatı ve senaryo çalışmalarını yayınladı. Türkçeye ‘Anlatmak İçin Yaşamak’ adıyla çevrilen kitabı ise Gabo’nun hikâyesinin tüm başlıklarını doğrudan kendi ifadeleriyle okuyucuya ulaştırdı.

17 Nisan 2014’te Meksika’daki evinde 87 yaşındayken hayatını kaybetti.
17 Nisan 2014’te Meksika’daki evinde 87 yaşındayken hayatını kaybetti.

X. Moby Dick’ti

1999’da lenf kanseri tanısı konulan Gabo, yoğun tedavi sürecinin ardından kanseri yendi. Yazmak ve anlatmak için dünyaya gelmiş bir masalcıydı Gabo. ‘Romancı, okuru ikna edebildiği sürece istediği her şeyi yapabilir’ diyen usta yazar, ölümünden iki yıl önce hastalığı yüzünden yazmayı bütünüyle bıraktı.

Faulkner ve Woolf’un müridi bu büyük masalcı, 17 Nisan 2014’te Meksika’daki evinde 87 yaşındayken hayatını kaybetti. “Sonra odasına girdiler, var güçleriyle sarstılar, kulağına avaz avaz seslendiler, burun deliklerine ayna tuttular, ama onu bir türlü uyandıramadılar.