Banktaki ihtiyar

Son bir haftadır iş dönüşü senin ihtiyara daha bir dikkatli bakar oldum.
Son bir haftadır iş dönüşü senin ihtiyara daha bir dikkatli bakar oldum.

Nasıl olduysa, göz göze geldik. Elim kendiliğinden kalktı, bir acemi asker selamı verdim işte. Çok güzel aldı selamı, çok içten. Herhâlde o da gergin oluyor, üzülüyor yanından geçen biri selam vermeden gidince. Onu orada yok sayınca…

5 EKİM

- Şu ileride bir kedi duruyor, görüyor musun?

- Evet.

- Dikkatli bak.

- Baktım. Kuyruğunu dikmiş, çok gergin. Ya bir şeyden ürkmüş yahut onun gibi bir şey işte. Belki köpek görmüştür.

- Kıpırdamadan duruyor.

- Öyle.

- Kedi değil o.

- Ya ne?

- İyi bak. Yaklaşıyoruz ve…

- Eee, sahi, niye hiç kıpırdamıyor?

- Kedi değil dedim ya. Bank o. Yol kenarındaki bir bank.

- Allah Allah… Tam da kedi gibi görünüyor.

- Bak şimdi. Biraz daha yürüyelim.

- Eveeet. Haklısın. Bank hakikaten.

- Şimdi ondan ilerideki aynı kedi gibi görünmeye başladı.

- Vay be. Nasıl böyle kedi gibi görünen bank yapmışlar ki?

- Öyle denk gelmiş olabilir. Ya şu ilerideki kedinin üstünde oturan adamı görüyor musun?

- İhtiyarı mı?

- Evet.

- Gördüm.

- Her akşam o bankta oturuyor.

- Niye burayı seçiyor ki?

- Bilmem. Belki evi yakındır.

Belki oradan gördüğü manzara hoşuna gidiyordur. Yahut karşı binalardan birinde bir zamanlar bir sevdiği oturmuştur. Ne bileyim, vardır bir hikâyesi.

- Bak geçenlerden bazıları ona selam veriyorlar.

- Bence karşı tarafa geçelim. Oradan yürüyelim.

- Niye?

- Ne bileyim, hoşlanmıyorum pek ondan. Büyücü gibi derin derin bakıyor.

Adı İbrahim’miş. O tarafta tanıyorlar ihtiyarı.
Adı İbrahim’miş. O tarafta tanıyorlar ihtiyarı.

14 EKİM

- Son bir haftadır iş dönüşü senin ihtiyara daha bir dikkatli bakar oldum. Gerçekten dediğin gibi, Kızılderili büyücüsüne benziyor.

- E, dedim sana. Karşı taraftan yürü bence.

Bir şey daha var sinirime dokunan. O bankın olduğu yerde devamlı bir kanalizasyon kokusu var.

- Ben de fark ettim.

- Ayrıca tepesindeki ağaç dallarına konan kuşlar, etrafı hep pisletiyor. Adamın hiç aldırdığı yok. Yanında her zaman birkaç poşet oluyor. Ne taşıyorsa.

- Çöp varillerini karıştırıyordu geçenlerde.

- Öyle mi? Ben onu fark etmedim. Demek çöpten topladıklarını biriktiriyor torbalarda.

- Gelip geçenler yalnızca selam vermiyor, biliyor musun?

- Nasıl yani?

- Para verenleri de gördüm. Bizim Meral de görmüş.

- Hangi Meral?

- Bizim işyerinden. Onun evi tam karşı tarafta ya.

- Bilmiyordum. Ne görmüş?

- Para verenler, kıyafet verenler…

- Eee?

- Adı İbrahim’miş. O tarafta tanıyorlar ihtiyarı.

- Kimi kimsesi yok muymuş? Bilirler o zaman.

- Evli bir kızı varmış. Onlar da fakirmiş. İhtiyarın evi ayrıymış. Tek başınaymış.

- Yahu iyi tamam da çok fazla ilgilenme bence. Belki akli dengesi bile yerinde değildir.

- Yok canım. Çok ilgilendiğimden değil. Laf açılınca, Meral anlattı işte. Hem aklı başında görünüyor.

19 KASIM

- İyi akşamlar.

- İyi akşamlar, hoş geldin canım.

- Günün nasıl geçti?

- Her zamanki gibi. Senin?

- İyi. Benim de öyle.

- Sana bir şey söyleyeceğim ama kızma tamam mı?

- Nedir?

- Söz ver önce.

- Yahu ne bileyim? Ya kızacağım bir şeyse.

- Yok. Sayılmaz.

- Bak şimdi… Neyse söyle…

- O ihtiyara selam verdim bu akşam.

- Eee?

- Esi, iyi akşamlar dedim işte.

- Hani karşı kaldırımdan yürüyecektin? Hani ilgilenmeyecektin.

Elimi kaldırdım sadece yanından geçerken. “Aleykümselam” dedi, çok içten.

- Ne bileyim canım, işte anlatılanlardan sonra İbrahim Amca’ya karşı içimde bir acıma oluştu.

- Zaten kadınlar daha çok selam veriyor ona farkındaysan.

- Bizim merhametimiz yüksek.

- İhtiyaç fazlası merhametinizi tanımadığınız hırpani ihtiyarlar için mi ayırıyorsunuz?

- Öyle deme canım, insanlık hâli. Yarın kimin başına ne geleceği belli mi?

  • 25 ARALIK
  • - Oy oy oy… Bu ne kar böyle.
  • - Dur hemen girme. Üstünü başını iyice silkele. Kardan adama dönmüşsün.
  • - Tamam, merak etme.
  • - Ver elindekileri.
  • - Senin ihtiyar bankta yoktu bu akşam. Makamını terk etmiş.
  • - Bu karda nasıl orada otursun? Donar adamcağız.

26 ARALIK

- Sabah erken vakitte markete gittim. Sen uyurken, neler neler aldım.

- Ne bileyim canım, işte anlatılanlardan sonra İbrahim Amca’ya karşı içimde bir acıma oluştu.

- Neler aldın?

- Ohoo… Neler neler, maydanozlu köfteler… İki poşetle döndüm. Fakat asıl sürpriz ne biliyor musun?

- Ne?

- Bizim İbrahim Amca marketteydi.

- İyi, bir şeyler alıyor demek.

- Yok.

- Nasıl yok. Almıyor mu?

- Hava çok soğuk diye markettekiler çağırmış onu. Burada otur İbrahim Amca demişler.

- Allah Allah… İşe bak. Evi var ya bu adamın. Niye markette oturuyor?

- Evinde oturup ne yapsın adamcağız? İki insan görmek ister. Bütün gün, bütün gece evde olmaz ki.

- Sen de haklısın.

- Ağzında iki tane diş kalmış adamcağızın.

- Bir de ağzına mı baktın?

- Kasanın yanında otururken, onu tanıyanlar iyi akşamlar İbrahim Amca, diyorlar. O da gülerek cevap veriyor. Gülünce…

- Anladım. “Gülünce gözlerinin içi gülmüyor da, ağzındaki dişler görünüyor” diyorsun.

- Dalga geçme. Adamcağız iyi akşamlar derken bile zorlanıyor, “şev şev” ediyor.

- Yaşlılık işte.

- Bakalım biz nasıl olacağız o yaşa gelince.

Bir çay içersin dayı dedim. Elimi öpecek gibi davrandı, çok mahcup oldum, hemen çektim.
Bir çay içersin dayı dedim. Elimi öpecek gibi davrandı, çok mahcup oldum, hemen çektim.

10 OCAK

- Bugün hava açtı ya, bizim ihtiyar makamına dönmüş yine.

- Gördüm.

- Keyfi yerinde.

- İlgi görmek iyi gelmiştir. Moral olmuştur. Hem biliyor musun, marketteyken birçok ahbabı oldu onun. Önceleri çekinen çocuklar bile şimdi gelip geçerken selam veriyor ona.

- Farkındayım. Bazıları İbrahim Dayı diyor, bazıları sadece Dayı diyor.

- Dede diyen de var.

- Biliyor musun, bugün ben de selam verdim ona.

- Sahi mi? Çok şaşırdım.

- Elimi kaldırdım sadece yanından geçerken. “Aleykümselam” dedi, çok içten.

- Yaa… Ne güzel. Ne iyi etmişsin.

- Çok hoşuma gitti, inanır mısın?

- Vay be. Canım benim. Sana da mı merhamet bulaştı.

  • - Yahu çok geriliyordum yanından geçerken. Derin derin bakıyor. Ona bakmıyormuş gibi, dümdüz yürümek, orada yokmuş gibi davranmak çok ağır gelmeye başladı bana.
  • - Ağırdır tabii.
  • - Nasıl olduysa, göz göze geldik. Elim kendiliğinden kalktı, bir acemi asker selamı verdim işte.
  • - Harikasın.
  • - Çok güzel aldı selamı, çok içten. Herhâlde o da gergin oluyor, üzülüyor yanından geçen biri selam vermeden gidince. Onu orada yok sayınca.
  • - Öyledir tabii.

14 OCAK

- Bugün bizim ihtiyara beş lira verdim biliyor musun?

- Sahi mi? Ne iyi etmişsin. Nasıl oldu?

- Bir çay içersin dayı dedim. Elimi öpecek gibi davrandı, çok mahcup oldum, hemen çektim.

- Eee?

- Allah razı olsun dedi.

- Ne güzel. Nereden nereye…

- Yahu, o söz ne güzelmiş. İnsanın içini ısıtıyor. İçimde bir çağlayan gürledi, gürül gürül aktı.

- Mutlu olmuşsun.

- Hem de nasıl.

Bugün hatırını sordum. Geçmiş olsun dedim. Bir de on lira tutuşturdum. Bir çorba içersin dedim.
Bugün hatırını sordum. Geçmiş olsun dedim. Bir de on lira tutuşturdum. Bir çorba içersin dedim.

21 OCAK

- Bugün de İbrahim Amca’ya rastlayamadım.

- Hastaymış.

- Yaa... Kim dedi?

- Meral’in komşuları hastaneye götürmüşler.

- Allah şifa versin. Neymiş hastalığı?

- Üşütmüş.

- E tabii… Olacağı buydu. O bankta her akşam vakti, yağmur çamur devamlı oturursan, böyle olur.

- Kızı gelmiş yanına. Yarın taburcu olacakmış.

- İyi. Şükür. Korktum ben de, adam gidici diye.

- Ben senin eski kabanı ona götürdüm biliyor musun?

- Nasıl götürdün ki?

- Meral’e verdim. O komşusuna verecek. O da hastanede İbrahim Amcaya verecek.

- İyi etmişsin. Çok iyi etmişsin. Botlar da var giymediğim. Yepyeni duruyor. Olur ona.

- Tamam, onu da verelim.

27 OCAK

- İbrahim Amca’nın keyfi yerinde.

- İyileşmiş çok şükür.

- Kaban ve botlar çok yakışmış.

- Tekrar üşütmesin de… Bu sıra havalar soğuk.

İbrahim Amca beni uzaktan görünce güldü. İki dişini gösterdi. Elimi cebime attım, yirmi lira çıktı. Aslında önceden hazırlamıştım. Bir çorba içersin dedim.

- Bugün hatırını sordum. Geçmiş olsun dedim. Bir de on lira tutuşturdum. Bir çorba içersin dedim.

- Tebrik ederim.

- Yahu öyle güzel karşılıyor ki. Elimi kaptı, çekemedim. Sıkı sıkı tuttu.

10 ŞUBAT

- Hoş geldin.

- Hoş buldum canım. Sağ ol.

- Bugün keyiflisin.

- Ya, sorma. İbrahim Amca beni uzaktan görünce güldü. İki dişini gösterdi. Elimi cebime attım, yirmi lira çıktı. Aslında önceden hazırlamıştım. Bir çorba içersin dedim.

- Yine tuttu mu elini?

- Hem de nasıl. Hatırını sordum. Çok şükür dedi. Var olasın dedi.

- Artık her gördüğünde selam veriyorsun.

- Ne yapayım? Onun da çok hoşuna gidiyor, benim de. Hatta ben daha mutlu oluyorum. İşyerindeki sıkıntıları bile unutuyorum inanır mısın?

- Para da veriyorsun sık sık.

- Canım, üç beş kuruş işte. Ne olacak?

- Ben de bugün İbrahim Amca’ya iki çift çorap aldım. Dört çift almıştım, ikisi senin, ikisi onun.

- Ne iyi etmişsin.

- Çoraptan ziyade kendisiyle ilgilenilmesi hoş geliyor ona.

- Öyledir.

- Öyle.

18 MART

- Bugün İbrahim Amca’nın yanına oturdum.

- O kirli banka? Sen? Oturdun?

Bak ne diyeceğim… Bir akşam iftara çağırsak ya onu?
Bak ne diyeceğim… Bir akşam iftara çağırsak ya onu?

- Evet. Pek memnun oldu.

- Olur tabii. Herkes geçip gidiyor. Bir lira verip uzaklaşanlar var. Bir şeyler getirip verenler de yürüyüp gidiyor.

- Konuştuk biraz.

- Ne konuştunuz? Merak ettim.

- Aslında çok sayılmaz. Dedim İbrahim Amca, benim bir sıkıntım var. Benim için dua eder misin? Ederim tabii dedi. Cebine elli lira sokuşturdum. Fark etti, Allah razı olsun dedi.

- Gariplerin duası kabul olur.

- Bak ne diyeceğim… Bir akşam iftara çağırsak ya onu…

- Sahi mi? Bunu sen mi söylüyorsun?

- Bunu sen kabul mu ediyorsun?