Hatice'nin 'Kübra' oluşu: Aşk ayrı

Gerçekten Hatice'yi "cennet kadınlarının efendisi" kılan, onun hayat yolunda her şeyiyle en büyük desteği sunduğu eşine, peygamberlik görevinden sonra da ilk inanan olmasıdır.
Gerçekten Hatice'yi "cennet kadınlarının efendisi" kılan, onun hayat yolunda her şeyiyle en büyük desteği sunduğu eşine, peygamberlik görevinden sonra da ilk inanan olmasıdır.

Aynı özellikleri paylaşan, fakat birbirlerinin eksik olan taraflarını tamamlayacak şekilde farklılıklar/üstünlükler barındıran çiftler, örnek aileyi oluşturmuştur hep. Örnek aile, ideal insan demektir zaten. Kadın erkekle birleşince insan olur ve ancak insan olunca bir insan dünyaya getirebilir. Tek başına erkek veya kadından insan olmaz. Bundan dolayı da erkek veya kadın tek başına insan getiremez dünyaya.

  • "Ben Hatice'nin sevgisiyle rızıklandırıldım."

İşin edebi ve duygusal kısmından bir an için sarf-ı nazar edersek, evlilik bir hayat ortaklığıdır. Her ortaklık gibi noksanlığa dayanır. İnsan, karşı cinsin sahip olduğu vasıflardan mahrum olduğu için ona ihtiyaç duyar. Karşı cinsle birleşerek tamamlanır; insan olur.

Kadında erkekte olmayan, erkekte de kadında olmayan insana mahsus özelliklerin eksikliği, izdivaç sayesinde giderilir ve bu ortaklık sayesinde insan tam olur. Aslında bu noksanlık, bütün mahlukatta mevcut. Her şey çift yaratılmış. Varlıktaki bu dikotomik mahiyet, insanı Allah'tan ayıran en önemli özelliktir. Allah, ortaktan münezzehtir.

Kadında erkekte olmayan, erkekte de kadında olmayan insana mahsus özelliklerin eksikliği, izdivaç sayesinde giderilir ve bu ortaklık sayesinde insan tam olur. Aslında bu noksanlık, bütün mahlukatta mevcut. Her şey çift yaratılmış. Varlıktaki bu dikotomik mahiyet, insanı Allah'tan ayıran en önemli özelliktir. Allah, ortaktan münezzehtir. Çünkü ortaklık noksanlıktır. İlk insanı eşine yönelten de bu özündeki noksan olan "insanı" tamamlama güdüsünden başka bir şey değildir.

Ticarete atılan tohum

Risâlete namzet o en güzel insan da bu hakikatler ışığında birkaç kez iş ortaklığı kurmuştu. Ticarete kabiliyeti tamdı. Dürüst ve güvenilirdi. Fakat bunlar ticaret için yeterli değildi. Çünkü sermayesi yoktu. Bu eksiklik, onu ortaklık yapmaya sevk etti. Diğer taraftan Mekke'nin en zengin ailelerinden birinin hem babadan hem kocadan hatırı sayılır servete sahip bir kadını vardı. Kadın bir servete sahipti. Fakat ticaret için servet yeterli değildi. O malı sermaye yapıp artıracak bilgili, tecrübeli ve güvenilir bir insana ihtiyacı vardı. Kendisi bu vasıflara sahip olsa bile, o günün dünyasında bir kadının ticaret yapması mümkün değildi. İşte bu iki noksanlık bir ortaklığı mecbur etti. Bu iki örnek insan, önce küçük bir iş yaptılar. Az sayıda deveden oluşan bir kervan mal, Yemen bölgesinin önemli ticaret merkezlerinden biri olan Curuş'ta kurulan Hubaşe panayırında satılıp elde edilen meblağ ile tekrar meşhur Tihame kumaşı satın alınacak ve bunlar da Mekke'deki pazarda satılacaktı. İlk iş, beklenilenden kârlı sonuçlandı. Genç tüccar, anlaşılan miktarın iki katına layık görüldü.

İkinci iş bundan biraz daha büyüktü. Necit ve Necran bölgesine yaklaşık yirmi deve yüklü bir kervandan oluşan bir malın satılıp karşılığında mal alımından ibaretti. Bu iş de çok büyük kâr getirdi. Genç tüccar sadece güveniyle değil, iş becerisiyle de göz dolduruyordu. Bu süreçte emek-sermaye ortaklığı dışında kendi mallarıyla ortağınınkini birleştirerek birkaç iş daha yaptı. Her birinden beklenenin üzerinde neticeler aldı. Derken Mekke'nin kışın Yemen'e, yazın Şam'a olmak üzere yılda iki defa gerçekleştirdiği büyük ticari seyahat dönemi gelmiş, Şam'a doğru büyük ve yüklü kervanlar hareket etmeye başlamıştı. Hz. Hatice'nin de büyük bir kervanı hazırdı. Hatta tüm Mekke'nin mallarına denk bir kervandı. Fakat henüz bir anlaşma yapılmamıştı. Şehirde kervana öncülük etmek isteyen birçok insan olmasına rağmen, Hz. Hatice hiçbirine olumlu cevap vermiyordu. Daha önce ortaklık yapıp çok memnun kaldığı genç ve emin tüccarla ilgili ise bazı tereddütler taşıması normaldi.

İkisi de bekârdı. İkisinin de birbirlerine benzer çok yönleri vardı. İkisi de şehirde ahlâklı oluşlarıyla maruftular.
İkisi de bekârdı. İkisinin de birbirlerine benzer çok yönleri vardı. İkisi de şehirde ahlâklı oluşlarıyla maruftular.

Evet Peygamberimiz emindi, güvenilirdi. Daha önceki bütün işlerden büyük kârlarla dönmüştü. Fakat bu defaki çok farklıydı. Kervan çok büyük, yol çok uzundu. Üstelik pazar, o günkü dünyanın en merkezi ve en büyük pazarıydı. Bu iş yirmi beş yaşındaki bir genç için erken olabilir miydi? Evet, daha önce Şam seyahati olmuştu. Fakat amcasının gölgesinde çırak olarak gitmişti Şam'a. Bu denli büyük bir kervanı Şam'a götürüp malları satıp güvenle geri dönmek için daha önceki iş tecrübesi yeterli olur muydu? Bu tereddütler haksız değildi. Kervana öncülük etmek isteyenlerin tamamı şehrin yaşını başını almış, tecrübeli tüccarlarıydı. İşin doğrusu aynı tereddütler genç tüccarda da vardı. Amcasının teşvikiyle teklif etme cesareti buldu. Amcası onun ustasıydı. Onun teşviki, büyük motivasyon kaynağıydı. Nihayet Hz. Hatice'ye işi alma teklifini götürdü. Ne mutlu ki tereddütler izale oldu ve büyük yolculuk başladı. Hz. Hatice, Meysere'yi de yanına vermişti. Meysere, olup biteni gözetleyecek ve bütün gelişmeleri raporlayacaktı.

  • Yolculuk üç ay sürdü ve beklenen hiçbir bir olumsuz durum gerçekleşmediği gibi yine beklenenin üstünde büyük bir kârla seyahat tamamlandı. Bu kervanda genç tüccarın malı yoktu. Tamamen emek-sermaye (mudarebe) ortaklığına dayalı bir anlaşmaydı. Meysere, yol boyunca gördüğü harikulade gelişmeleri aktardı. Sadece dürüst olması değil, ticaretteki maharetine dair de meth-ü sena eden sözleri Hatice'yi memnun edince, Hatice de ortağını memnun etti.

Daha önce olduğu gibi ortağına anlaştıkları meblağın üstünde bir kâr verdi. Bu son ortaklık, bu iki güzel insanın birbirlerini tamamlayışını hepten gün yüzüne çıkarmıştı. Kelimenin tam anlamıyla "işte" bir çift olmuşlardı. İkisi de birbirinin eksik olan taraflarını tamamlıyorlardı. Ayrıca iş vesilesiyle birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı buldular.

Daha doğrusu, Hz. Hatice, genç tüccarın üstün ahlâkını bizzat müşahede etme imkânı buldu. İkisi de bekârdı. İkisinin de birbirlerine benzer çok yönleri vardı. İkisi de şehirde ahlâklı oluşlarıyla maruftular. Aynı meslek erbabıydılar. İkisi de Mekke'nin en soylu ailelerine mensuptular. Bütün bu benzerlikler onları çift kılıyordu. İdeal çift, birbirine çok benzer, yine de başkadırlar. Bir el diğerinin aynıdır, ama sağ el sol elin yerini tutmaz.

Dolayısıyla sağ eldiven sol ele giyilmez. Aynı özellikleri paylaşan, fakat birbirlerinin eksik olan taraflarını tamamlayacak şekilde farklılıklar/üstünlükler barındıran çiftler, örnek aileyi oluşturmuştur hep. Örnek aile, ideal insan demektir zaten. Kadın erkekle birleşince insan olur ve ancak insan olunca bir insan dünyaya getirebilir. Tek başına erkek veya kadından insan olmaz. Bundan dolayı da erkek veya kadın tek başına insan getiremez dünyaya.

Evlilikle kökleşen sevgi

Sahi, sevginin adını koymanın zamanı gelmemiş miydi artık? İki güzel insanın hayatlarını da ortak etmelerinin önünde bir engel yoktu aslında. Fakat genç tüccar, böyle birine evlilik teklif edecek cesareti kendisinde bulamıyordu. Çünkü o günlerde ailesi çok ciddi maddi sıkıntılar çekiyordu. Evet, o da asil bir soya mensuptu. Hatta ailesi Mekke'nin en soylu ailesiydi. Buna rağmen özellikle Abdülmuttalib'in vefatından sonra şehir yönetimi üzerindeki etkilerini kaybetmişlerdi. Hatice ise çok zengindi. Hem babadan hem de iki kocadan hatırı sayılır bir servete sahipti. Varlıklı bir evde gözü tok büyümüştü. Doğup büyüdüğü ev, şehrin en güzel eviydi. O kadar ki "radîatülkâ'be" yani Kâbe'nin sütkardeşi diyorlardı o eve. Genç adam ise amcasının evinde imkânsızlıklarla yaşıyordu. Ayrıca Hatice doğurgandı.

İlk iş, beklenilenden kârlı sonuçlandı. Genç tüccar, anlaşılan miktarın iki katına layık görüldü.
İlk iş, beklenilenden kârlı sonuçlandı. Genç tüccar, anlaşılan miktarın iki katına layık görüldü.

O günün dünyasında, bir kadının güzel olmasından çok daha önemli olan, fazla çocuk doğurabilir olmasıydı. Üstelik iki erkek çocuk doğurmuştu. O günün insanları, doğan çocuğunun cinsiyetini kadının belirlediğine inanırlardı. Erkek doğuran kadın, güzel olmasa bile herkesin evlenmeyi isteyeceği bir kadındı. Hatta bir kadının doğum yapmaması ya da erkek çocuk vermemesi boşanması için yeterli sebepti. Hatice, bundan önce üç çocuk doğurmuştu. Bunların ikisi erkekti. Ayrıca şehrin en güzel kadınıydı. Kırk yaşına gelmiş olmasına rağmen genç, bakire kız görünümüne sahip olduğunu söylerlerdi. Bütün bu özellikler, onu şehrin en önde gelen zengin ve itibarlı erkeklerinin evlilik teklifi yaptıkları biri kılıyordu. O ise iki evlilikten sonra gelen bütün evlilik tekliflerini veto ediyordu. Ayrıca böylesine üstün vasıflara sahip birinin, ancak kendi kabilesinden biriyle evlenmesi (endogami) uygun görülürdü. Kabile dışından biriyle evlilik (exogami) hoş karşılanmazdı.

Bundan dolayı Hatice'yi, bilgeliğiyle bilinen amcaoğlu Varaka ile baş göz etmek istediler. Lakin Hatice kabul etmedi. Aile büyükleri açısından şehrin ileri gelen zenginlerinden gelen evlilik tekliflerini reddetmesi, Peygamberimizle evlenmesini de zorlaştırıyordu. Öyle ya, madem kendi kabilesinden biriyle evlenmiyor; o zaman şehrin önde gelen kişilerinden birinin teklifini kabul etmeliydi. Çünkü o gün evlilik, aynı zamanda kabileler arası yakınlaşmanın da vesilesiydi. Hatice'nin mensup olduğu Esedoğulları kabilesi zengindi. Ne var ki şehir meclisinde temsil yetkileri yoktu. Yönetiminde söz sahibi değillerdi. Zengin oldukları için sadece şehrin aristokrasisinde yer buluyorlardı. Çünkü Mekke, ticaret şehriydi. Sonuçta siyaseti belirleyen önemli unsurların başında sermaye geliyordu. Dolayısıyla Hatice'nin şehrin önde gelen simalarından biriyle yapacağı evlilik, kabile bağlarını güçlendirecek; bu vesileyle aile şehir yönetimi üstündeki nüfuzunu arttırmış olacaktı.

Fakat Hatice, bunların hiçbirine aldırış etmeden, yöneltilen bütün evlilik tekliflerini tereddütsüz reddetti. Hatice, genç tüccarla evlenmeye karar vermişti. Bunu en yakın arkadaşı Nefise'ye açtı ve ondan aracı olmasını istedi. Nefise, Hatice'nin hem akrabası hem yanında çalışan elemanı hem de en yakın arkadaşıydı. Bu aracılığı yapacak en ideal kişi oydu. Beklemeden hemen işe koyuldu. Genç Muhammed'e (as) gelerek konuyu açtı. İlk olarak evlenmeyi düşünüp düşünmediğini sordu. Fakat genç adam çok içerli bir cevap verdi:

  • - Ey Nefise, ben nasıl evleneyim? Ne düğün yapacak malım ne de oturacak bir evim var.
  • - Peki, herhangi bir maddi külfet gerektirmeyecek bir evlilik olsa? - Ne demek istiyorsun?
  • - Huveylid'in kızı Hatice'den bahsediyorum.
  • - İyi ama Hatice benim gibi biriyle neden evlensin?
  • - Sen onu bana bırak. Bu diyalog sonunda evlilik sürecine girilmiş oldu.

Kaynaklar, mehir olarak genç tüccarın yirmi deve verdiğini söyler. Onu da borç aldığını ve zaman içerisinde ödediğini aktarır. Düğün Hatice'nin evinde gerçekleşti. Eğer düğün erkeğin evinde yapılırsa "urs", gelinin evinde yapılırsa "umra" diye isimlendirilirdi. Umra ayıp olarak kabul edilmezdi. Bugün iç güveysi şeklinde tesmiye edilen durum, o gün evlilik şekillerinden biriydi ve son derece doğal kabul ediliyordu. "Erkek evli" izdivaç kadar "kadın evli" evlilikler de az değildi. Bu evlilik, kadın evli bir evlilikti. Zaten damadın bir evi yoktu. Bazı kaynaklar, bu evlilikteki "kadın evli" durumun ayıplandığını söyler. Bunun sebebi damadın fakir ve yetim olmasıydı. Hatta bundan sebep Hatice'nin bütün çeyizini düğünden sonra damadın amcasının evine taşıttığı, bir süre orada yaşadıktan sonra tekrardan evlerine döndükleri nakledilir. Hatice'nin böylelikle şehrin dedikodusunun Peygamberimizi üzmesinin önüne geçmiş olduğu ifade edilir. Her halükârda bu evliliğin şehirde çok konuşulduğu muhakkaktır. Hatta Hz. Peygamberin (as) İslam'a daveti karşısında bazı müşriklerin aşırı düşmanlığının arkasındaki gizli sebebin bu olduğu da söylenmiştir.

Kaynaklar, mehir olarak genç tüccarın yirmi deve verdiğini söyler. Onu da borç aldığını ve zaman içerisinde ödediğini aktarır. Düğün Hatice'nin evinde gerçekleşti. Eğer düğün erkeğin evinde yapılırsa "urs", gelinin evinde yapılırsa "umra" diye isimlendirilirdi. Umra ayıp olarak kabul edilmezdi.

Şunu da ifade etmek; o gün evlilikteki yaş farkına bugünkü gibi bakılmıyordu. Yaş farkını her iki taraf normal görülüyordu. Bir adamın kendisinden on beş yaş küçük ya da büyük biriyle evlenmesi son derece normaldi. Aynı şekilde evlenmiş hatta önceki evliliğinden çocukları olmuş biriyle evlenmek, bakire biriyle evlenmekten farksız, hatta daha makbûl bile görülebilirdi. Çünkü o gün evlilik, büyük ölçüde çocuk için yapılıyordu. Daha önce çocuk doğurmuş bir kadın doğurganlığını ispat ettiği için evlenilmeye daha uygun görülebilirdi. Gelelim diğer konuya. Kendinden on beş yaş büyük biriyle evlenmenin Peygamberimiz açısından başka bir boyutu daha vardı. O, erken yaşta annesini kaybetmişti. Küçük yaşta anne kaybı yaşayan insanların eş tercihlerinde görülen anaç kadın arayışı, onda da etkili olmuş olabilir. Kendisine arkadaş olduğu kadar onu koruyup kollayacak, bir anlamda anne gibi saracak birini istemiş olması muhtemeldir.

Bu karara iten saikler ne olursa olsun, yirmi beş yıl süren bu evlilik her iki taraf için de ne kadar isabetli bir karar olduğunu ispatlar niteliktedir. İkisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocukları dünyaya geldi. Çok uyumlu bir çift oldular. Çok huzurlu bir evlilik sürdüler. O gün çok yaygın olmasına rağmen onunla evliyken, Peygamberimiz ikinci bir evlilik yapmamıştır. Hatta bazı kaynaklar Hatice'nin, evliliklerine aracı olan Nefise'yi bir de bu sebeple aracı olarak gönderdiğini, isterse ikinci bir evlilik yapabileceğini söylemesini istediğini, fakat Peygamberimizin zinhar bunu reddettiğini nakleder. Evlilikten sonra da ticaret yapmaya devam ettiler. Allah Rasülü Hz. Hatice'nin malına dokunmamaya özen göstermiştir. Onun özel mülkiyet hakkını muhafaza etmiştir. Evin idamesini bizzat kendi kazancıyla sürdürmüştür. Bunu İslam'dan sonra Hatice'nin bizzat kendi iradesiyle kendi servetini İslam daveti için harcamasından anlıyoruz.

Hz. Hatice, Hz. Muhammed'e karşı öyle bir tavır içerisindeydi ki, hiçbir hizmetçinin efendisine öyle davrandığına şahit olunmamıştır.
Hz. Hatice, Hz. Muhammed'e karşı öyle bir tavır içerisindeydi ki, hiçbir hizmetçinin efendisine öyle davrandığına şahit olunmamıştır.

Evlilik süresi boyunca yaş farkı gibi aralarındaki servet farkı da en ufak bir soruna sebebiyet vermemiştir. Hatta evlendikten kısa bir süre sonra Ebu Talip amca şefkatiyle yeğeninin hanımı karşısında ezik düşmesinden korkarak bu durumu tespit için küçük çocuğu birkaç günlüğüne yeni gelin evine göndermiş, çocuk gördüklerini anlatınca da hem çok memnun kalmış hem de şaşkınlığını gizleyememiştir. Çocuğun anlattığına göre Hatice, Hz. Muhammed'e karşı öyle bir tavır içerisindeydi ki, hiçbir hizmetçinin efendisine öyle davrandığına şahit olunmamıştır. Bir eş gibi değil de bir hizmetçi gibi emrine amade bir hâli olduğunu söylemişti çocuk.

Davayla ebedileşen teslimiyet

İnsanın eş tercihi, evlilik öncesi hayatın bir sonucu gibidir. Öğrendikleri ve edindiği tecrübeler, onu belli bir karaktere dönüştürür. Kararlarında karakteri etkili olur. Eş tercihi konusunda verdiği karar, ondan önceki hayatının özüdür aslında. Dolayısıyla yanlış evlilik yoktur, yanlış yaşam vardır. Yanlış eş seçimi, bu yanlış hayatın semptomudur. Evlilik, insan hayatının öncesinin sonucu olduğu kadar, sonrası için de en etkili sebebidir. Doğru bir eş, mutlu bir hayatın teminatıdır. Fakat iyi bir yaşam, doğru eş tercihinin sebebidir. Eş seçimi, bir anlamda hayata ortak seçimidir. Yanlış bir ortaklık zarar doğuracağı gibi yanlış bir evlilik hayati felaket getirir. Ortaklık, ortak bir zeminde buluşmayı gerektirir. Ortak bir zeminde buluşmak ise ortak yönlerin çok olmasıyla mümkündür. En önemli ortak yön, iş ve meslektir. Çünkü çoğu zaman mesleğini mizacı belirler. Meslek uyumu, meşrep ve mizaç uyumuna işarettir çoğu zaman. En güzel insan önce iş ortağı seçmiş, o ortaklıktan büyük kâr elde edilmiş ve ardından iş ortağıyla eş olmuş yani hayat ortaklığı kurmuştur. Son olarak, dava ortaklığı, sevgilerinin nirvanasını oluşmuştur.

Gerçekten Hatice'yi "cennet kadınlarının efendisi" kılan, onun hayat yolunda her şeyiyle en büyük desteği sunduğu eşine, peygamberlik görevinden sonra da ilk inanan olmasıdır. Çünkü yaşamın en çetin sınavlarına meydan okuyan sevgi bağlarının birçoğu, iş dava ortaklığına ve iman teslimiyetine gelince çözülüp gitmiştir. Bu doğrultuda en büyük vazife Hz. Muhammed'in omuzlarına yüklendiği zaman bu kutsal vazifeye yine hayat arkadaşı Hatice ortaklık etmiş; ona ilk inanan, ilk defa destek çıkan, bütün varlığını o dava için feda eden yine o olmuştur. Peygamberlik öncesi hayatının hemen her safhasında gördüğümüz gizli ve sırlı el, kaderinin kavislerini üstleneceği davayı başarılı kılacak şekilde çizmiş ve her yerde en doğru kararı verdirmiştir.