Kavramlar kelimeler ve acayip hakikatler: Hayal

Hayal; insanın içinde, dışında gördüğünün on bin katı olduğunu fark etmesiyle kurmaya başladığı bir şeydir.
Hayal; insanın içinde, dışında gördüğünün on bin katı olduğunu fark etmesiyle kurmaya başladığı bir şeydir.

Hayal; insanın içinde, dışında gördüğünün on bin katı olduğunu fark etmesiyle kurmaya başladığı bir şeydir. Çok kurarsa zemberek boşalır, gerçeğin şirazesi kayar, insanı kapatırlar “aklı yok” diye. Aklı yok olanın hayali çoktur, dışarıdan bakanlar bunu görmez. Görece bir yokluktur “hayalin çok, aklın yok olması”; dışarıdan bakanlar bunu bilmez. Bu yüzden hayale ve hayalpereste içeriden bakılmalıdır.

İnsan kurar; bir nevi içinde olana dair, zemberek kâinatta, ol kadere dair…

Şaksiper nam bir zat vakti zamanında arz etmiştir ki: “Biz hayallerin yapıldığı maddeden mamulüz.” “Biz” kimdir efendim? Hatta, peki “hayal” nedir?

Hayy’dan gelen Hu’ya gider, ki bunu çocuklar bile bilir. Ama çocuklar hariç, insan öyle cahildir ki, her söyleneni tersinden duyar; her duyduğunu düzünden anlar, nihayetinde denilen hiçbir şeyin manasına yaklaşamaz. Yaklaşmayı tadamadığından kendine bile uzak düşer, düştüğü yerde debelene debelene ömür sürer, sürdüğü sürülmez olunca da ölür gider.

Hay’ı da bilmez, Hu’yu da bilmez. Boşa gideni görünce mırmırlanır, “Haydan geldi huya gitti.” der. Oysa boşluk yoktur, her şey ondandır, her şey onadır, bunu bilmeyene versen kendinden sanır, alsan senden sanır. Düşünür ki, yaptığını kendisi yaptı, yapamadığına başkası engel oldu.

Kalbin etkisiyle aklın işlemesi akabinde zihnin karanlık bir bölgesinde bir aydınlık uyanır ki, buna “hayal” denir.
Kalbin etkisiyle aklın işlemesi akabinde zihnin karanlık bir bölgesinde bir aydınlık uyanır ki, buna “hayal” denir.

Oysa Hayy nedir, bilinir; peki ya Hu nedir, o da bilinir. O’ndan gelen O’na gider; amma velakin dünya denen şu toparlacık arzda insanın ettiği hiçbir şey boşa gitmez. İnsan bir maddedir, nihayetinde fiziki bir varlıktır. Öz kütlesi vardır, ağırlığı vardır, hacmi vardır, sesi, nefesi vardır. Ama bir de kalbi vardır, aklı vardır.

“Haydan geldi huya gitti.” der. Oysa boşluk yoktur, her şey ondandır, her şey onadır, bunu bilmeyene versen kendinden sanır, alsan senden sanır.


Dil söyler, kalp umar. Kulak duyduğunu duyar, kalp inandığına uyar. Ama kalbin etkisiyle aklın işlemesi akabinde zihnin karanlık bir bölgesinde bir aydınlık uyanır ki, buna “hayal” denir. Buna hayal denir de, o aydınlık nedir, o uyanma nedir, kimde olur, kimde olmaz; olunca ne olur, olmayınca ne olmaz? Buna girişelim şimdi kalbimizin etkisi, aklımızın işlemesiyle ki, ettiğimiz hayal olsun, olanlarımız hayalde kalmasın.

İnsanın aklı içinde dönüp duran çarklar mevcuttur. Mekanik bilimi çok ileri seviyede değilken aklın kafaya açılan bir delikten pekmez gibi aktığı çokça söylenmiştir elbet, öte yandan insanın eklemleri fizik yasalarının ispatı olarak gövdeyi taşırken insanın fizik yasalarını bulan aklı da elbet yasadan nasibini almıştır. İnsanın aklı içinde sürekli işleyen ve işledikçe ışıldayan çarklar mevcuttur da öte yandan bir fikrin işlenmesi, çarka dâhil olup gelişmesi, enine boyuna büyümesi, elle tutulur hâle gelip eyleme geçmesi için gövdeden sorumlu çarklara iletilmesi de mevzubahistir. “O ilkin işlenecek fikrin nereden geldiği, hangi çarkla ilgilidir?”, asıl soru budur. Ama bu sorudan öncesi de şudur; çark nesnedir, vardır ve fiziktir, o hâlde akıl sadece var olandan hareketle düşünce üretebilir.

Var olana insan ırkı kocamanından yanılarak her daim “gerçek” demiştir.
İnsan uzanan yollardan vaziyete göre bir tanesini seçmek zorunda olduğundan kıvranır.
İnsan uzanan yollardan vaziyete göre bir tanesini seçmek zorunda olduğundan kıvranır.

“Gerçek,” bir yalancı peygamberdir ki bunu en iyi çocuklar bilir. Gerçek der ki, bu böyledir; “böyledir” dediği ne varsa, öyle olmayan insana zulüm gibi gelir. Yollar vardır insanın önünde uzanır. İnsan uzanan yollardan vaziyete göre bir tanesini seçmek zorunda olduğundan kıvranır. Seçmek kıvrandırır, zira birin olması diğer birin olmaması demektir. İnsan bu sebeple bir “diğer bire” galebe çaldığı durumlarda aklından kalbine kaçar. Bu kaçış ilk bakışta, elbet bakana göre değişse de, ya acı ya da keyiflidir; ama “acı” ya da “keyif” yanıltıcı olmasın, bir beceri gerektirir. Duvara bakıp da duvarı gören elbet birini seçince diğer birini seçmediğini bilir, ancak duvara bakıp da dağı görenin içinde, “bir”i seçtiğinde diğer “bir”e dair de bir seçim ihtimalinin heyecanı belirir. Bunu tadan duvarı duvar olarak görüp de gerçeğin bir görüntüye hapsedilmesine katlanamaz. Der ki, bir vardır, o da önümdedir ama bin de vardır, bir varsa… Bin de varsa, niye “bir” olsun, binden biri olacaksa “o bir” niye “bu bir” olsun. Seçimi kendi yapar, onu değil başkayı seçer. Dışarıdan ona bakan, kendini kandırıyorsun “gerçek” öyle değil, der. Bir tek çocuklar demez.

  • Dışarıdan ona bakan, hayal kurma, “bir” o değil der. Bir tek çocuklar demez. Dışarıdan ona bakan, çocuk olma der. Bir tek çocuklar demez.

Dışarıdan ona bakan, başka “bir” yok, der. Çocuklar birden bire bir şey sorar, başka birler belirir “bir” diyen insanın önünde. İnsan, içinin şarkısına ses bulur, çocuk olur. Çocuklar büyüklerden çok daha büyüktür. Ama dünyaya gelen gerçeğe kapıla kapıla küçülür. Hayal; insanın içinde, dışında gördüğünün on bin katı olduğunu fark etmesiyle kurmaya başladığı bir şeydir. Çok kurarsa zemberek boşalır, gerçeğin şirazesi kayar, insanı kapatırlar “aklı yok” diye. Aklı yok olanın hayali çoktur, dışarıdan bakanlar bunu görmez. Görece bir yokluktur “hayalin çok, aklın yok olması”, dışarıdan bakanlar bunu bilmez. Bu yüzden hayale ve hayalpereste içeriden bakılmalıdır.

Dışarıdan bakınca nasıl ki duvar duvardan öte değilse; ama içeriden bakınca duvar bile duvarın çok ötesindeki bir şeyse, dışarıdan bakınca hayal de gerçek olmayandır ama içeriden bakan için asıl “gerçek,” olmayandır. “Gerçek,” olmayansa; hayal, olandır. Ettiğiniz hayal olsun.

İnşallah.