Leyla ile Mecnun: Yeni bir çağın başlangıcı

*Mecnûn’un Leylâ’yı görmek için çölden kabilesine gelerek onun çadırı önünde düşüp bayılmasını gösteren minyatür (Londra British Library)
*Mecnûn’un Leylâ’yı görmek için çölden kabilesine gelerek onun çadırı önünde düşüp bayılmasını gösteren minyatür (Londra British Library)

Bu hikâyeyle yeni bir çağ başlamaktadır. Artık kadın, sevgili olmuştur. İlk defa Leyla ile Mecnun hikâyesi ile birlikte kadın bir sevgili olur. Peşinden koşulur, elde edilmeye çalışılır, yüceltilir, uğruna şiirler yazılır, türküler yakılır, çöllere düşülür ve erişilmez bir konumda görülür. Hâlbuki bundan önceki anlatılarda erişilmez konumda olan erkektir. Erkek güçlüdür ve istediğini elde eder. Bir erkeğin kadın için ağlayıp sızladığı ve hele hele yalvardığı görülmüş değildi.

Kadın, tarihin hangi döneminde, erkeğin peşinden koştuğu, ulaşmak için diz çöküp yalvardığı, serenatlar okuduğu bir sevgili statüsünü kazanmıştır? Bu soruyu boşuna sormuyoruz. Antik çağlar, kadının bir erkeğin peşinde koştuğu çağlardı; kadın erkeği elde etmeye uğraşırdı, erkek kadını değil. Zeliha-Yusuf hikâyesinde olduğu gibi. Bunun aksi hikâyeler gelmedi günümüze. Bir erkeğin bir kızın peşine düşerek onu değerli bir konuma yükseltmesi yeni çağların anlatıları. Mesela eski Yunan’da kadın neydi, aşk neydi? Aşk bir lanetti ve insanlar tanrıya kendisini bir kadına âşık etmemesi için yalvarır, kurbanlar adardı. “Kadim Yunanlı onda (aşkta), şuh ve heveskâr olduğu kadar kin güdücü olan Afrodit’in insanlara musallat ettiği bir âfeti, bir nevi şe’âmeti bulur ve muvazeneli, hazperver hayatını bozmaması için dua, nezir, kurban, hiçbir şeyi esirgemezdi.”1 Peki, konumların değişip de, erkeğin kadının aşkına talip olmasının, her türlü yıkılmayı göze alarak kadının ardından koşmasının çağları ne zaman başladı?

Sevgili birdir artık. Bu hikâyeyle yeni bir çağ başlamaktadır. Artık kadın, sevgili olmuştur.
Sevgili birdir artık. Bu hikâyeyle yeni bir çağ başlamaktadır. Artık kadın, sevgili olmuştur.

Bir şey sadece o şey değildir

Leylâ ile Mecnûn’u, öncelikle tanımlanmış bir eser olarak ele almayalım. Bir şey, tanımlanmış o şey olmayan bir şey olarak nedir? Bir şey, birileri tarafından tanımlanmıştır ve o şey hep o tanım üzerinden tanınır ve bilinir, değerlendirilir. Bir şey yaratıcı muhayyile ile tanışınca birden o şey olmaktan çıkar ve başka bir şeye dönüşür, buna yaratıcı düşünce de diyebiliriz. Picasso’nun meşhur “Boğa başı” eseri tam da bu dediğimize örnek bir figürdür. Boğa Başı, aslında boğa başı değildir. Picasso, bir çöplükte veya eskicide bir bisiklet bulmuş, bu bisikleti parçalara ayırmış, bisikletin oturak yerini ve direksiyon kısmını bir araya getirdiğinde ortaya sanki bir boğa başı çıkmıştır. Bu eser onun en yaratıcı eserlerinden biri olarak kabul edilir. Peki, burada “yaratılan” nedir? Nesne mi, imge mi, terkip mi? Bir şey, kendisi olmayan o kadar şeye gebedir ki, sadece yaratıcı muhayyileyi beklemektedir.

Bir imgeler dizgesi olarak Leyla vü Mecnun nedir?

Birisi Leyla ile Mecnun’u bir aşk hikâyesi bağlamında tanımlamıştır. Bakıldığında bu da görülmektedir. Peki, bu metin bir aşk hikâyesi olma dışında nedir, neye de gebedir, bize neyi de anlatmaktadır? Çok şeylere gebedir, yaratıcı muhayyile ona baktığında, bu muhayyileyi besleyecek argümanlarla buluşmayı beklemektedir. Az evvel bir soru sorduk? “Kadın ne zaman sıradan bir nesne durumundan çıkıp da sevgili konumuna yükselmiştir?” diye bu soruya Tanpınar’ın bir cevabı var: Tanpınar’a göre, ilk defa Dante’nin anlatısı ile aşk bir lanet olmaktan çıkıp, bir arzu nesnesi olmaya başlamıştır. “… ilk aşkı Dante’nin Cehennem’inde güzel ve talihsiz Francesca de Rimini’nin ağzından dinleriz… İlk defa olarak aşk, edebiyatta kendi başına ve peşinden hiç ayrılmayan ilk günahın azabına rağmen bir saadet kaynağı olur…”

Bir şey, kendisi olmayan o kadar şeye gebedir ki, sadece yaratıcı muhayyileyi beklemektedir.

Böyle midir, aşkın ilk defa bir günah ve azap olmaktan çıkıp da, bir saadet kaynağına dönüşmesi Dante ile mi olmuştur? Dante 13. yüzyıl şairi, oysa ondan çok daha önce anlatılan/yazılan Leylâ ile Mecnun hikâyesinde ilk defa Leylâ, bir Arap için sıradan bir kadın olmaktan çıkıp bir erkeğin peşinden ölümüne koştuğu bir sevgili konumuna yükselmemiş midir?

Hüsrev ü Şirin hikâyesinde, Hüsrev, Şirin’i severken bir yandan da Şeker adlı başka bir sevgilisi ile gönül avutur. Fuzulî, Mecnun’a ağından şunu der; “Ben Hüsrev miyim, gâh Şirin, olmadı, onun yerine Şeker?”

Nizâmî, Leyla ile Mecnûn adlı eserinde Mecnun’un Leylâ’yı sevmesiyle ortaya çıkan durumu tasvir ediyor: “O, filan kıza gönül verdiği için böyle perdeden harice çıkmıştır.”2 Babası da Mecnun’u ayıplıyor: “Artık bu heves kâfidir. Benim şerefimi, kendi haysiyet ve vakarını mahvettin. Bir evlenmek işi için bu kadar perişan olmak çok ayıptır.” (Nizami, s. 69.) Bir kadına âşık olmak ne demektir, böyle bir şey bilinmemektedir. Arap toplumunun kadına bakışı malum. Annesi, Mecnun’a “sonuçta evlenecekse biz sana bin tane buluruz” diyor:

  • Bir serv-i sehî-kad ü semen-ber
  • Tezvicini edelim mukarrer3

Kadınları son derecede küçültücü sıfatlara aşağılayan bir Arab’a Mecnûn’un tepkisi çok sert olur: “Mecnun, bu siyahlar giyinmiş adamın hezeyanlarından o kadar müteessir oldu ki… Ciğeri yandı, yerden yere yuvarlandı, başını taşlara vurdu… Nihayet canı, elbisesi parça parça bir halde bir taş üstüne düştü kaldı. Ona bu haberi veren ifrit söylediğinden utandı. Biraz sonra Mecnun kendisine gelince özür dilemeye başladı”(Nizami, s. 112.) Mecnûn, “Sana kız mı yok, alırız elbette birini” diyene o kadar kızar ki, şu beyti söyleyerek aşkın artık nasıl bir şey olduğunu insanlığa haykırmış olur:

Hüsrev değilim bana ki dilber Şirin ola gâh gâh Şekker (Fuzuli-143.)

Romeo ve Jüliet’ten önce Avrupa anlatılarında kadının durumu neydi?
Romeo ve Jüliet’ten önce Avrupa anlatılarında kadının durumu neydi?

Hüsrev ü Şirin hikâyesinde, Hüsrev, Şirin’i severken bir yandan da Şeker adlı başka bir sevgilisi ile gönül avutur. Fuzulî, Mecnun’a ağından şunu der; “Ben Hüsrev miyim, gâh Şirin, olmadı, onun yerine Şeker?” Sevgili birdir artık. Bu hikâyeyle yeni bir çağ başlamaktadır. Artık kadın, sevgili olmuştur. İlk defa Leyla ile Mecnun hikâyesi ile birlikte kadın bir sevgili olur.

Peşinden koşulur, elde edilmeye çalışılır, yüceltilir, uğruna şiirler yazılır, türküler yakılır, çöllere düşülür ve erişilmez bir konumda görülür. Hâlbuki bundan önceki anlatılarda erişilmez konumda olan erkektir. Erkek güçlüdür ve istediğini elde eder. Bir erkeğin kadın için ağlayıp sızladığı ve hele hele yalvardığı görülmüş değildi.

Leyla ile Mecnun hikâyelerinde Halife’nin Mecnun’u çağırıp “bir kadın yüzünden çöllere düşmekle erkeklerin aşağıladığı ve bunun kabul edilemeyeceği, sarayındaki cariyelerden istediğini alabileceği, yeter ki bu Leyla hikâyesine bir son vermesi” isteği boşuna anlatılmıyor demek ki. Peki Avrupa’da? Orada kadının sevgili oluşu Shakespeare’in Romeo Jüliet’i ile başlar. Romeo ve Jüliet’ten önce Avrupa anlatılarında kadının durumu neydi? “Dekameron, birçok edebiyatçıya göre seks romanının şaheseri. Boccacio (1313-1375)… Hikâyelerin hemen hepsi hayâsız, açık saçık… Kitap çağın gerçeklerine tutulmuş bir ayna. İnsanların başlıca işi zina, dolandırıcılık, ne pahasına olursa olsun post kapmak. Kahramanlar sefih keşişler, rezil tefeciler, kolaya teslim olan kadınlar, kurnaz aylaklar…”

Mecnûn: Deliliğe övgü

Leylâ ile Mecnûn’u bir de Deliliğe Övgü olarak okusak ne olur? Erasmus, Fuzûlî ile aynı çağda yaşamıştı. O Deliliğe Övgü’yü yazarken, Fuzûlî de ondan biraz sonra Leylâ ile Mecnûn’u kaleme aldı ve akla tapanlara Mecnûn vasıtasıyla verip veriştirdi. “Akl ile açılur ol muammâ” diyen babasına, şöyle seslenir Mecnûn:

  • Sen ehl-i hiredsin eyle tedbîr
  • Tedbîrin ede meğer ki te’sîr
  • “Madem sen akıllısın, hadi o aklınla bir tedbir al da ben de bu halimden kurtulayım!”

Leylâ ile Mecnûn’u bir Bildungsroman olarak okudum, Leylâ ile Mecnûn’a Gremias’ın Eyleyenler Kuramı çerçevesinden baktım ve daha başka bakış açıları… Bunlar bize şunu söylüyor: Umberto Eco’nun deyişiyle bir metin anlama üreten bir makinadır. Yeter ki şeyler, birilerinin tanımladığı o şeyler olarak bırakılmasın.

1. Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergâh yay., İstanbul 2006, s. 129.

2. Nizamî, Leylâ ile Mecnûn, (Çev: Ali Nihat Tarlan), MEB. Yay., Ankara 2016, s. 57

3. Fuzuli, Leylâ vü Mecnûn, (Haz: Hüseyin Ayan), Dergah Yay., İstanbul 1981, s. 136 vd.