Seyredilen şiirlerin ozanı: Andrey Tarkovski

Andrey Tarkovski, hayret etmeden hiçbir şeye inanılamayacağını bilen bir dâhi, kırgın, yorgun ve hayatı görünenin dışında arayan biri.
Andrey Tarkovski, hayret etmeden hiçbir şeye inanılamayacağını bilen bir dâhi, kırgın, yorgun ve hayatı görünenin dışında arayan biri.

O, düşsel mekânlarda bir uyurgezerin güveniyle hareket eder, hiç açıklama yapmaz. Zaten ne açıklayacaktır ki! Düşlerini bütün iletişim araçlarının en zoru, ama bir anlamda en isteklisi aracılığıyla görünür kılabilen bir gözlemcidir o. Ben bütün hayatım boyunca onun büyük bir doğallıkla dolaştığı kapıları yumruklayıp durdum.

''Hayret etm''nin yönetmeni o.

“Hayret etme”nin yönetmeni o. Hayret etmeden hiçbir şeye inanılamayacağını bilen bir dâhi, kırgın, yorgun ve hayatı görünenin dışında arayan biri. Sinemasında bir hakikati anlatması, araması da bundan. Garip bir tabir olacak, ama onun filmlerinde başrol asla görünmez. Doğayı kuvvetli kullanması da bu başrolü asla gösteremeyecek olmasından dolayı. Aslında “Bilgi, hayattaki asıl amacımıza karşı dikkatimizi dağıtır.” demesi bütün bunları açıklamak için kâfi.

“Dünya bulmacalarla dolu olduğuna göre, onun görüntüsü de bulmacalarla doludur.” derken sinemasını açıklamıştı. En azından bir ipucu bırakmıştı orta yere. O, hayatın durağanlığını durmayı bıraktığı anda alıp film yaptı. Bu durağanlığın getirdiği bilinmezliği hep yaka cebinde taşıdı. Her parça başka bir parçayı etkiliyor, her iç, başka bir içle sonuçlanıyordu.

Bergman, onun bir mesaj taşımadan, mesajı alıcının cebine gizlice iliştirivermesine hayrandır ve şöyle demiştir onun hakkında: “O, düşsel mekânlarda bir uyurgezerin güveniyle hareket eder, hiç açıklama yapmaz. Zaten ne açıklayacaktır ki! Düşlerini bütün iletişim araçlarının en zoru, ama bir anlamda en isteklisi aracılığıyla görünür kılabilen bir gözlemcidir o. Ben bütün hayatım boyunca onun büyük bir doğallıkla dolaştığı kapıları yumruklayıp durdum.”

O şiiri sinemada buldu. Daha doğrusu “görüntülü şiiri” buldu desek sanırım kimse itiraz etmez.
O şiiri sinemada buldu. Daha doğrusu “görüntülü şiiri” buldu desek sanırım kimse itiraz etmez.

Babası gibi şair olmak istemiş midir, tahminen istemiştir. Kim istemez ki, ama o şiiri sinemada buldu. Daha doğrusu “görüntülü şiiri” buldu desek sanırım kimse itiraz etmez. Sinemanın insanlığa bir şey öğretemeyeceğini söyleme cesareti gösterdiği için bile onun “şairane” olduğunu iddia edebiliriz. Öğretmek değildi onun amacı, farkına varılmasını sağlamaktı. Yolun nerede bittiğini anlatmak değil, yolun üzerinde nelerle karşılaşabileceğimize dair birtakım kafa yormalarıydı.

Film benim gözümde son ana kadar tamamlanmış sayılmaz.

İnsan varoluşunun “kendince” açıklamasına kalkışan ve Sovyetleri kızdıran Tarkovski, filmlerinin bir kısmını vatanında tamamlayamadı. İnsandaki “sanma” eğiliminin her şeyi açıklamak gibi bir huyu olduğunu düşünüyordu. Dünya ise bambaşkaydı.


O, Rene Clair’in, “Ben filmimi kafamda tasarlar, tamamlarım, geriye yalnızca çekmesi kalır.” sözünün aksine, “Film benim gözümde son ana kadar tamamlanmış sayılmaz.” diyerek aslında hayatın son ana kadar bir tamamlanma girişimi olduğunu dile getirmiştir.


O, düşsel mekânlarda bir uyurgezerin güveniyle hareket eder

Anlamın büyük kıyameti. Ya da gösterişsizliğin sahiciliği. İnsanın acizliği. “Neden buradayız?” ve “Burada ne yapabiliriz?” sorularına aranılan cevaplar. Hiçbir zaman bitmeyecek bir şiiri söyleyip söyleyip durma cesareti. İnsana bakma cesareti. Kırıp dökülmüşlerin, kırıp dökülmüşlerle karşılaşmasını sağlamak.

Rüzgârın esmesi, camdaki buğu, bir delinin haykırışı. Meydanlar, saklanmalar, her şeyin yavaşlaması…

Her şeyin bir yavaşlığın içinde kendini araması. Yakalanması imkânsız bir avın peşinden giden avcının türküsü.

“Sık sık sanıldığının aksine, sanatın işlevsel belirlenimi, düşünmeyi teşvik etmek, bir düşünce iletmek ya da bir örnek oluşturmak değildir. Hayır, sanatın amacı daha çok, insanı ölüme hazırlamak, onu iç dünyasının en gizli köşesinden vurmaktır.”