Türküler, sınıf ayrımına müsaade etmez

Emre Dayıoğlu: Müziğe olan sınırsız aşkım ve müziğin özünü öğrenme çabam diyebilirim.
Emre Dayıoğlu: Müziğe olan sınırsız aşkım ve müziğin özünü öğrenme çabam diyebilirim.

Ben boş zamanlarımda hep hayal kurarım. Gerçekleşmese bile hayali mutlu eder beni. Türkiye’de gitmediğim köy bırakmadığımı düşünsenize... Bunun bana katacağı bilgi ve birikimin, beni dünyanın en zengin insanı yapacağını düşünüyorum.

Köy köy gezip, unutulmaya yüz tutmuş türküleri, deyişleri sosyal medya aracılığıyla tekrardan hafızamıza buyur eden müzik öğretmeni Emre Dayıoğlu’yla bitmeyen müzik hevesini, artık neden türkü yazamadığımızı, gördüklerini ve gördüklerinin onda bıraktıklarını konuştuk.

Öncelikle merhaba, müzik öğretmeni Emre Dayıoğlu’nu köy köy, bucak bucak gezip türküleri saklandıkları yerden çıkarmaya, deyişleri tekrardan hafızamıza sokmaya iten şey ne?

Müziğe olan sınırsız aşkım ve müziğin özünü öğrenme çabam diyebilirim.

Müziğin bize ne söylediğini ne söyletebildiğini, neyi yarım bıraktığını, neyi gizlediğini ve neyi gizlemekten imtina ettiğini öğrenme isteği belki de bu.

Bunu samimiyetle soruyorum: Artık türkü yazılmıyor, ağıtlarımız yok, deyişlerimiz de yok, varsa da çok az bunlar, bir elin parmaklarını geçmiyor, siz bu işlere kafa yoran birisiniz, araştırıyor, yazıyor ve söylüyorsunuz. Ama yine de modern zamanlarda türküyü çağırmak çok zor sanki… Neden artık türkü yazamıyoruz, neler söylersiniz bu konuda?

Bu söylediğinize tam olarak katılmıyorum. Türkü hâlâ bir yerlerde doğuyor. Yaşamını sürdürüyor; emekliyor, yürüyor, topallıyor, düşüyor ama bir şekilde bize ulaşıyor. Fakat evet, şurada size katılabilirim; bize ulaşan türkü sayısı az. Çünkü artık şehirler var.

Şehir kültürü, türküleri popüler olmadığı için yok olmaya yüz tutmuş olarak algılasa da halk müziğimizin zaten popüler olma gibi bir derdi pek fazla yok.


Şehir olan yerde türkünün varlığını devam ettireceğini söylemek çok mümkün değil. Türkünün doğal yaşam alanı değil şehirler. Ve ek olarak halk müziğinin üreticileri halktır. Halk, yaşadığını türkülerine döker ve hafızasına kazır adeta. Ben hâlen gittiğim köylerde türkülere, ağıtlara, oyun havalarına çok yoğun bir şekilde rastlıyorum. Çünkü köylerde hâlen üretim her anlamda devam ediyor. Şehir kültürü, türküleri popüler olmadığı için yok olmaya yüz tutmuş olarak algılasa da halk müziğimizin zaten popüler olma gibi bir derdi pek fazla yok. Bu müzik bizim özümüze işlediği için; türküler geçmişten günümüze aktarılmaya, dilden dile, sazdan saza dolaşmaya devam ediyor.

Köylerde o türkülerle, deyişlerle karşılaştığınızda, onları dinlediğinizde, sabah tekrar işe döndüğünüzde sanki tarih değişmiş gibi oluyor değil mi? Neler hissediyorsunuz?

Kısacası, türkü dinlemeye, keşfetmeye gittiğim her köyde en az 400 sayfalık bir köy romanı okuduğumu hissediyorum. Halk müziğimizin büyüsüne kapılıyorum her defasında. Okula geldiğimde eğer konu dâhilinde ise köylerde yaptığım kayıtlardan çalgılardan derslerde de işliyorum. Öğrencilerimin halk müziğine ilgisi çok. Her tür müzik dinliyorlar. Ayrıca halk müziğine de çok saygı duyuyorlar. Saz ve “üç telli” çaldığım için bu çalgılara da ilgileri var. Onlar da çalıp söylemek istiyorlar.

Köylerde kaydettiğim müziklerden ve kendi bestelerimden oluşan bir müzik albümü yapıp, sazımı ve sesimi duyurmak istiyorum artık.
Köylerde kaydettiğim müziklerden ve kendi bestelerimden oluşan bir müzik albümü yapıp, sazımı ve sesimi duyurmak istiyorum artık.

Türkülerin, deyişlerin bizi mekâna bağladığını, daha doğrusu mekânı tanımaya ittiğini düşünüyorum kendi adıma. Yani artık biz modernler için “her yer aynı” gibi bir söylem var. Ama türküsü olan bir yer diğer yerle nasıl aynı olabilir ki? Türkü ve mekân ilişkisi hakkında neler söylersiniz?

  • İnsanın yaşadığı yer, bölge neresi olursa olsun, aslında duyguları müzik sayesinde kolayca birleşiyor. Örneğin, daha önce adını bile hiç duymadığı bir köyde yaşanmış olay üzerine yakılan ağıt, İstanbul’da ya da diğer büyük şehirlerde yaşayan insanları da derinden etkileyebiliyor.

Bunun sebebi, insanların duygularının üç aşağı beş yukarı ortak olması. Eee, müzik de işin içine girince köylü-şehirli ayrımı duygusal anlamda ortadan çabucak kalkıveriyor. Bir önceki sorunuza büyük şehirlerde türkü yazılmaz, şeklinde bir cevap vermiş olabilirim. Ama bu demek değil ki, şehre türkü gelmez. Türküler, fakiri de zengini de birkaç dakikalığına da olsa eşit kılıyorlar, her anlamda bir eşitlikten söz ediyorum burada.

Türkü dinlemeye, keşfetmeye gittiğim her köyde en az 400 sayfalık bir köy romanı okuduğumu hissediyorum.

Siz şimdi, gittiğiniz o köylerde, tanıştığınız insanlarda birçok hikâye biriktirmişsinizdir. Bize sizi en etkileyenini anlatır mısınız?

Ben boş zamanlarımda hep hayal kurarım. Gerçekleşmese bile hayal kurmak mutlu eder beni.

Evet sayısız anı biriktirdim. Hangisini anlatsam bilmiyorum. Bir gün Afyon’un Göçerli köyünde arabayla müzik derlemesine giderken, yolun sağında bir tarlada çalışan 3 tane teyze gördüm ve hemen durdum ve teyzelere sordum “aranızda def çalan var mı?” diye. Teyzeler gülüştüler. “Ne yapacaksın sen def çalanları, hepimiz çalarız ama deflerimiz evde.” dediler. Ağacın altında da yemek yedikleri bir tepsi vardı. Dedim bu tepsinin arkasını çevirip çalsanız olmaz mı? Çok az nazlansalar da hemen ikna ettim ve başladılar çalmaya. Müzik aletine gerek duymadan müziği icra edebiliyorlardı. Bunun gibi pek çok anı biriktirdim, mutluyum bu durumdan.

Youtube kanalınızda gezdiğimde, dikkatimi çeken şey Anadolu kadınının türküye ilgisini hiç kaybetmediğini görmem oldu. Sanki türkü hafızamızı, bilgimizi görgümüzü onlar sırtlanmış. Onlara baktığınızda tanıştığınızda ilk ne düşünüyorsunuz, çünkü bu coğrafyanın “kurucu sözlerini” akıllarında ve hayatlarında taşıyorlar, çocuk büyütüyorlar, tarlaya gidiyorlar, evde yemek yapıyorlar ama “kurucu sözleri” unutmuyorlar, bütün bunlar bize bir şeyler söylüyor olmalı değil mi?

Binlerce yıllık Anadolu’nun kültür hafızasını üç dakikalık türkülere sığdırabilecek ve bunun özünü hiç bozmadan seslerinde gönüllerinde saklayabilecek kadar engin gönüllü insanlar kadınlarımız. Kültürümüzün eşsiz taşıyıcılarından müzikleri kaydedip sosyal medyada tüm insanlarla paylaşabilmeyi de kendime bir gönül borcu olarak biliyorum. Umarım Türkiye’de gidilmedik köy, kaydedilmedik müzik bırakmam. En büyük hayalim de bu.

Youtube kanalınızda gezilerinizi, keşiflerinizi yayınlıyorsunuz? Sanki daha büyük bir projenin ilk adımı bunlar. Aklınızda neler var gelecekle ilgili?

Evet sayısız anı biriktirdim. Hangisini anlatsam bilmiyorum.
Evet sayısız anı biriktirdim. Hangisini anlatsam bilmiyorum.

Ben boş zamanlarımda hep hayal kurarım. Gerçekleşmese bile hayal kurmak mutlu eder beni. Türkiye’de gitmediğim köy bırakmadığımı düşünsenize... Bunun bana katacağı bilgi ve birikimin, beni dünyanın en zengin insanı yapacağını düşünüyorum. Ayrıca 5 yıldır sırada bekleyen müzik albümü repertuarım var. Fakat imkânlardan ve zamandan dolayı bir türlü kayıtlara başlayamadım. Yaşım 31 oldu. Köylerde kaydettiğim müziklerden ve kendi bestelerimden oluşan bir müzik albümü yapıp, sazımı ve sesimi duyurmak istiyorum artık.

Bu da son sorum olsun, biraz da romantik bir soru olsun: Geriye tek bir türkü kalsaydı. Ve biz, o türküden bu zamana kadar söylenmiş bütün türküleri çıkarmak durumunda kalsaydık bu hangi türkü olurdu ve neden o türküyü seçtiniz?

Bu soruyu ben her günün sabahı kendime sorarım. Her gün için kendime bir türkü seçerim. Bugünkü türkü “Yağmur Yağar Şıpır Şıpır Buz Gibi.”

Bu türkü gerek sözleriyle gerek ezgisiyle beni benden alıp çok uzaklara götürüyor. Ayrıca türküyü araştırdım. Binlerce kıtası var ve halk müziği formu olarak Kerem havaları kapsamına giriyor.