Görünmez bir incelik yoksunluğu

İncelikten korkuyoruz. Hayır, kanaatimce şu veya bu sebepten, kaçındığımız yahut sakındığımız bir tavır değil bu; düpedüz korkuyoruz incelikten.
İncelikten korkuyoruz. Hayır, kanaatimce şu veya bu sebepten, kaçındığımız yahut sakındığımız bir tavır değil bu; düpedüz korkuyoruz incelikten.

İncelikten korkuyoruz. Ve incelmekten. Nezaketten bahsetmiyorum sadece. İşini hakkıyla yapan kaç kişi tanıyorsunuz meselâ? İnsanın kendisini inceltebilmesi çok zor. İnceltmeye karar verdi diyelim, bunun tatbiki pek müşkil; amenna. Ama insan nasıl olur da bunun ihtiyacını hiç hissetmez? İktisadi şartlar bakımından sıkıntı çekmeyen insanımız bile ne diye bu kadar çirkin binalarda ve böyle çirkin şehirlerde yaşamaya devam ediyor? Niçin böyle nobranız ve niçin bundan hiç rahatsızlık duymuyoruz? Beşerin ancak inceldiğinde insanlaşmaya başlayabileceği hakikati nasıl bu kadar ustalıkla gözardı edilir?

Atalay Gül Ağabey’e

İncelikten korkuyoruz.

Hayır, kanaatimce şu veya bu sebepten, kaçındığımız yahut sakındığımız bir tavır değil bu; düpedüz korkuyoruz incelikten.

Ve incelmekten. Kimbilir belki de incelince daha narinleşeceğimizi varsayıyoruz. Tıpkı o atasözümüzdeki gibi inceldiğimizde bir ‘yer’den kopacağımızı, bağlandığımız yer(ler)den koparılacağımızı, bağlantısız ve bağsız kalacağımızı ve hatta yersiz-yurtsuz ortalık yerde bırakılacağımızı zannediyoruz belki de.

Köksüz hatta.

Yine de sormak mecburiyetindeyiz: İncelik bizi ne’den koparabilir? Asliyetimizden mi? Öyleyse asliyetimizi ve aidiyetimizi nasıl izah ediyoruz acaba? Bizi biz yaptığını düşündüğümüz hangi öğelerimize, ne tür aidiyetlerle bağlıyız ve bu aidiyetlerle asliyetimiz arasında ne çeşit bir ortaklıktan bahsedebilmekteyiz? Bu minvalde savurduğumuz iddialarımızı hangi kemmiyetlerle müşahhaslaştırabilmek imkânına malikiz?

İktisadi şartlar bakımından sıkıntı çekmeyen insanımız bile ne diye bu kadar çirkin binalarda ve böyle çirkin şehirlerde yaşamaya devam ediyor?
İktisadi şartlar bakımından sıkıntı çekmeyen insanımız bile ne diye bu kadar çirkin binalarda ve böyle çirkin şehirlerde yaşamaya devam ediyor?

Hem nedir bizim asliyetimiz? Konar-göçerlik mi? Köylülük mü? Bizi Uzak Asya’dan buralara taşıyan savaşçılık ruhu mu yoksa? Öte yandan inceldiği yerden kopan bir kök, kök sayılabilir mi artık?

Yakıcı sorular

Yakıcı sorgulamaya devam edelim: İnceliğin ardından kopan bir kök veya bağ, başka bağlar kuramaz, zamanla da kendisine yeni kökler edinemez mi?

İncelmek niçin bir kayıp sayılsın?

İncelmek veya incelik derken kasdımı nezaketle sınırlamıyorum. Yahut da hassasiyetle, zarafetle veya kibarlıkla. İnsanlara da, eşyaya da, varlıklara da nazik davranmak icabetinden daha mühim bir kıymet arzeden bu mesele, insanın kendisini idrak veya ihsas edebilmesinin ardından, kanaatine göre veya içinde bulunduğu çevre tarafından yamuk-yumuk görülen taraflarını aheste aheste tıraşlamayı göze alabilmesi manâsına gelmekte.

Resim: Faruk Erçetin
Resim: Faruk Erçetin

Temel meşgalelerimizde, ilgilerimizde, zevklerimizde, uğraşlarımızda ve çok daha önemlisi mesleklerimizde mümkün mertebe incelmeyi, (Hayır, uzmanlaşmayı değil.) ne diye hedeflemiyoruz? Misal: İşini hakkıyla yapan kaç kişi tanıyorsunuz? Peki kaç kişi aynı şeyi sizin için söyler? Çok daha mühimi ince bakıncaya değin kendini inceltebilmek kaçımızın gayesi?

İncelme ihtiyacı

Haydi kabullenelim, insanın kendisini inceltebilmesi çok zor. İnceltmeye karar verdi diyelim, bunun tatbiki pek müşkil; amenna. Ama insan nasıl olur da bunun ihtiyacını hiç hissetmez? Önce kendisini, ardından da yakın çevresini ‘tasfiye etmeye’ ne diye kafa yormaz? İlgili ve yetkili kişiler, içinde yaşadığımız cemiyetin kendisini de, fertlerini de daha bir inceltecek sihirli formüllerin peşinde niçin koşmaz?

  • Kişinin ancak inceldiğinde insanlaşmaya başlayabileceği nasıl bu kadar ustalıkla gözardı edilir? Öte yandan meselenin şu cihetini de teslim etmek mecburiyetindeyiz: İnsanın şahsi incelmesi kendi zatıyla başlar ama orada bitmez; üstelik yeterli de gelmez. Hakiki manâsıyla incelik ancak cemiyetin ortak bir paydaya kavuşmasıyla mümkün.

Sanki bir pagan ayini

Meselenin en mühim ciheti elbette içtimai tarafı.

Birkaç gündür İstanbul’dan pek de uzak sayılmayacak bir taşra mevkiindeyim. Coğrafi açıdan bakarsak “yalnız ve güzel ülkem”izin en batı ucunda bir yerde. Kasaba ahalisinin pek azı muhacir. Çoğunluk Yörük ve Türkmenler’den müteşekkil. Geri kalanlar da manav ve Pomak.

Kasabanın içi, ülkenin neresine giderseniz gidin göreceğiniz manzarayla aynı: Kimliksiz, kişiliksiz, zevksiz ve inceliksiz üç-beş katlı çirkin mi çirkin binalardan müteşekkil bir merkez. Yöreye özgü mimari anlayıştan eser miktarda bile bir iz taşımayan bir yapılaşma. Sanki Darwin’in iddia ettiği ve neredeyse bütün çağdaş dünyayı da ikna ettiği şu ilkel çağlardaki barınaklardan bile daha az gelişmiş bir zevkle tasarlanmış (‘Tasarlanmış’ mı dedim ben?) ama son devir inşaat teknolojisiyle üretilmiş bir ‘bina Gehinnom’u.

  • Köylerin hâli daha da fena. Şehir veya kasaba merkezlerindeki en azından sıvası tamamlanmış ve rastgele renklerle zevksizce boyanmış binaların yerini orada garip bir şekilde adeta yarım bırakılmış izlenimi veren binalar almakta. Belki sağlam ama ahırdan hâllice beton binalar... Misafiri olduğum dostumun ifadesiyle “Bu insanlar sanki evlerini içinde yaşamak için değil de, hayvan gibi barınmak için inşa etmiş, sonra da içine sığınmışlar. Ama dedelerinin yaptığı evlere hiç mi hiç bakmamışlar.”

İyi ama bu manzara bir tek bulunduğumuz kasabayla mı sınırlı? Keşke. Burası, Türkiye’nin geri kalanına kıyasla görece daha az çirkin bile sayılabilir.

Keyfiyet ihtilâli

 Bir dönüşüm bu, evet; görse, Kafka’ya kalemini kırdıracak bir metamorfoz.
Bir dönüşüm bu, evet; görse, Kafka’ya kalemini kırdıracak bir metamorfoz.

Binalar için apaçık görünen bu zevk ve incelik mahrumiyetinin çok daha şedidini, bu binaların içinde yaşayan insanlarla temas ettiğinizde farkediyorsunuz. Bir yüzyıl içinde ne oldu bu insanlar, bu kadar kaba ve zevk yoksunu bir ahaliye ‘dönüştüler’? Bir dönüşüm bu, evet; görse, Kafka’ya kalemini kırdıracak bir metamorfoz.

Bize ait ne varsa hepsi de bir yangın yerinden arda kalanlara çevrilmiş durumda. Alışkanlıklarımız, kıstaslarımız, değerlerimiz, değer yargılarımız ve hatta âdetlerimiz, an’anelerimiz, örflerimiz, elimize tutuşturulan benzin bidonlarıyla ıslattığımız maneviyat terekemizin arasında; bizzat çaktığımız kibritle tutuşmuş durumda. Biz de yüz yıldır pagan vahşetini utandıracak bir çılgınlıkla bu maneviyat yangınının etrafında kudurmuşçasına dans edip duruyoruz. Yanan biziz, yakılan biz. Ve yakan.

İncelik tıbbı

Nasıl bir yangın bu, yüz yıldır sönmeyen? Ve nasıl bir yıkım?

Kovid virüsü için işe yarar ve yaramaz nice tedbirler alıyoruz. Şahsen hastalanmaktan korkuyoruz çünkü. Fakat insanımızın şahsiyeti hasta; duyan, gören, anlayan ve çare arayan yok.

İyi ama bütün bu saydıklarımızın ve dahi saymadıklarımızın kabahati sıradan insanlarda mı? Öyle olsaydı illâ ki aralarından bir kısmı bu makus talihin farkına varır ve icabına gayret ederdi. Bizimkisi gibi -gibi ve kadar- zevksizleştirilmiş ve inceliksizleştirilmiş cemiyetlerin ıslahı, eskilerin kasdettiği manâda Maarif’le kabil.

İncelik değerle mümkün.
İncelik değerle mümkün.

İncelik değerle mümkün. Tecrübelerimiz bizi belki hayatın gailelerine karşı daha birikimli, daha savunmalı ve daha dirençli kılabilir ama daha ince bakmayı yeterince öğretmez; öğretemeyebilir. İncelik, talim ve tedris edilmek mecburiyetinde.

İyi ama bu ayyuka çıkmış inceliksizliğimizi teşhis ve bilâhare tedavi edecek maneviyat tabibi nerede?