Hangi Müzik Ruhun Gıdası?

Kendi klâsik müziğinden koparılan, güya irtibatlandırılmaya sıvandığı Batı Klâsik Müziği’ne de bağlanamayan; dolayısıyla inceliksiz, derinliksiz, daha vahimi kimliksiz, kişiliksiz, amorf, terliksi hayvanın kıpranışlarını çağrıştırır bir helecan içerisinde debelenen, yeri geldiğinde seviyesizce tepinen bir kaba ses kakafonisine garkedilmiş durumdayız. Tam yüzyıldır.
Kendi klâsik müziğinden koparılan, güya irtibatlandırılmaya sıvandığı Batı Klâsik Müziği’ne de bağlanamayan; dolayısıyla inceliksiz, derinliksiz, daha vahimi kimliksiz, kişiliksiz, amorf, terliksi hayvanın kıpranışlarını çağrıştırır bir helecan içerisinde debelenen, yeri geldiğinde seviyesizce tepinen bir kaba ses kakafonisine garkedilmiş durumdayız. Tam yüzyıldır.

“Müzik ruhun gıdasıdır.” deyip dururuz ama madem müzik ruhumuz için bu kadar kıymetli “Ruhumuzu hakiki gıdayla besleyebiliyor muyuz?” diye yeterince soruyor muyuz acaba? Yoksa tıpkı bedenimiz gibi ruhumuza da sahte gıdalar mı tıkıştırıyoruz? Bedenimizi bin türlü kansere açık ettiğimiz gibi ruhumuzu da kansere mi maruz bırakıyoruz? Yüz sene önce bize mahsus ruhumuzun bedenimizden çıkarılıp yabancı ruhların bünyemizi istilâsına müsaade eden bir müzik siyaseti güdüldü. Peki şimdilerde ruhumuzu bize mahsus besleyecek bir müzik siyaseti güdüyor muyuz sahiden?

Sözde...

Olur-olmaz yerlerde kullanıla kullanıla cılkı çıkarılan tabirlerimizden. Sahte, yersiz, hakkedilmemiş, dahası kabul edilemez, hatta tasvip edilmeyen manâsına kadar lüzumsuz yere, kanaatimce epeyce de yanlış ve yersiz bir şekilde manâ buudu genişletilen bir tabir. Hususen de siyasi mevzularda kullanılırken düşülüyor bu hataya.

  • Frenkçesi pseudo. Oradaki temel manâsı ‘sahte’ye yakın düşüyor. Aslı gibi görünen/gösterilen, aslının yerine konulan ama onun değerini bütünüyle taşımayan manâsında. Kimileyin de yalancı veya takma yerine.

Yerine göre isim, yerine göre sıfat. Gelgelelim bizdeki gibi siyasi bir sıfattan çok, bilim, sanat, düşünce ve felsefe sahalarında kendisine yer bulan ve aslının kıymetini arzedemeyen vaziyet, vakıa, kıymet veya eşya için, ekseri hakikisine nispetle eksiği işaret maksadıyla kullanılıyor: Pseudoclassic = Sahte klâsik, pseudopod = yalancı ayak, pseudoreligion = sahte inanç, pseudointellectual = çakma aydın...

Hakikinin Yerine Geçen Sahte

Pseudo’yu herhangi bir sahteden ayıran temel husus ne? Sıradan bir sahtenin aldatmacası belli bir vakit sonrasında ortaya çıkabilecekken pseudo nevinden sahtenin maskesi öyle bir-iki çekiştirmeyle kolaycana düşmez. Erbabını dahi kâfi pürdikkat eksikliği durumunda desisesine raptedebilir. Başka bir ifadeyle yerine geçtiği hakikinin birçok hususiyetini bünyesinde barındırdığı için, aslen serapa taklitten farklı olarak kısmen hakiki, kısmen sahte. O yüzden de kolaycana aslının yerine geçebilmekte ve onun hüviyetine bürünebilmekte.

Ama bir yere kadar.

  • Pseudo nevinden sahteyi günümüzde en rahat gözlemleyebileceğimiz saha gıda. Artık vicdanı müsaade eden herkesin kabullendiği gibi günümüz Türkiye’sinde yediğimiz şeyler aslen gıda ismine lâyık değil. Yediğimizde karnımızı doyuruyoruz ama hakiki manâda beslenemiyoruz. Tersine, kansere yakalanıyoruz.

Fırsat buldukça dillendiririz ya, “Müzik ruhun gıdasıdır.” diye. Handiyse herkesin malûmu bu mütearifenin “Erbabı için...” kısmı eksik tutulsa dahi bu bilinilirlik gene de mühim. Zaten zamanımızda ruhunuz bu gıdaya ihtiyaç hissetmediğinde bile olur-olmaz yerde karşınıza çıkarılmakta.

Müzik her yerde. Her türlüsüyle.

Pop, Popüler ve Klâsik

Müzik sahasında bizde pek taraftar bulamayan (Hakkıyla takdir edilemediğinden mi acaba?) bir tasnif var: Pop, popüler ve klâsik diye. Değer bakımından aşağıdan yukarıya bir tasnif bu.

Klâsik müzik eserlerini hakkıyla dinleyebilmek için ciddi bir eğitim ve zevk incelmişliği icap ederken pop müzikten haz duymak için o parçayı duymak kâfi.
Klâsik müzik eserlerini hakkıyla dinleyebilmek için ciddi bir eğitim ve zevk incelmişliği icap ederken pop müzikten haz duymak için o parçayı duymak kâfi.

Hislerin ses üzerinden ifadesinin en sığ, en banal, en yavan, en düzayak, dolayısıyla sanattan mahrum ifadesine giren müzik türlerine pop; dolayımlı, ince ve sanatlı ifadelilerine ise klâsik denmekte. Ne pop kadar kof, ne de klâsik kadar derin olmayan ama her ikisinden de bünyesinde paylar barındıran müzik ifadesi türü ise popüler diye isimlendirilmekte.

Klâsik müzik eserlerini hakkıyla dinleyebilmek için ciddi bir eğitim ve zevk incelmişliği icap ederken pop müzikten haz duymak için o parçayı duymak kâfi. Sizi kolaycana avucunun içine alabilmekte.

Ama muvakkaten.

Sanatın Müziği, Müziğin Sanatı

Pop müziğin hızlı, etkili ama saman alevi gibi parlayıp çabucak sönen çekiciliğine rağmen klâsik müzik sizi hemencecik etkileyemeyebilir. Ne ki etkileyebildiğinde bu durum hem kalıcı, hem de derin seyreder. Her dinlediğinizde size farklı hissi ve zihni hazlar yaşatmasının yanında, her yeni dinlemenizde, daha öncekilerde farkedemediğiniz yeni his ve zihin furuatını keşfettirebilir.

Bu bakış açısına göre her kültürdeki en üst düzey müzik türleri klâsik ile tavsif edilir. Yerine göre bu tabirin ‘sanat’ ile yer değiştirmesi de kabil.

Bu bakış açısına göre her kültürdeki en üst düzey müzik türleri klâsik ile tavsif edilir. Yerine göre bu tabirin ‘sanat’ ile yer değiştirmesi de kabil.
Bu bakış açısına göre her kültürdeki en üst düzey müzik türleri klâsik ile tavsif edilir. Yerine göre bu tabirin ‘sanat’ ile yer değiştirmesi de kabil.

Folklorik, etnik ve mahalli şarkılar ile piyasa için üretilen ve mümkün mertebe en fazla dinleyiciye ulaşmayı hedefleyen parçalar, kısaca müzik endüstrisinin ana sermayesi durumundaki ürünler pop sınıfına girerken, ancak müzik dışında da eğitimli insanların besteleyebileceği ve yine eğitimli ve incelmiş kişi(lik)lerin dinleyebileceği eserler ise klâsik sınıfına girer dedik. Öte yandan zamanımızdan misal verirsek, rock ve caz gibi, bir ayakları ahalinin omuzlarında iken, kimileyin bir yandan da öbür ayaklarını seçkinliğe yerleştirmeye gayret ederek daha yukarılara uzanmaya sıvanan müzikal ifade türleri ise popüler müziğe dahil edilmekte.

Sizin ruhunuzun ihtiyaç hissettiği müzik, sizin kültürünüzden neş'et etmeli; yabancı kültürlerden değil.
Sizin ruhunuzun ihtiyaç hissettiği müzik, sizin kültürünüzden neş'et etmeli; yabancı kültürlerden değil.

Hâlimizi merkeze alarak sormamız icap etmez mi, her müzik hakikaten de ruhun gıdası mıdır yoksa düpedüz zehri mi? Peki ne çeşit müzik ruhun gıdası?

Bu kallâvi suale verilecek en azından 72 buçuk cevap var. Demek istediğim, sizin ruhunuzun ihtiyaç hissettiği müzik, sizin kültürünüzden neş'et etmeli; yabancı kültürlerden değil. “Başka kültürlerin müziklerine ruhumuzun pencerelerini kapatmalıyız.” demediğim açık.

Maksadım, evvelâ sizin bir şahsiyetiniz, size mahsus bir benliğiniz bulunmalı ve atalarınız da bu ‘ancak size mahsus’ şahsiyete mütenasip bir dünya görüşü geliştirmeli ki siz de bu dünya idrakinize uygun düşen hissiyatınıza seslenen müzikle kâfi miktarda beslendikten sonra başka kültürlerin ruh gıdalarına kulak ziyafetlerinizde yer verebilesiniz. Aksi takdirde ruh kanserine yakalanmanız pek muhtemel.

Bizde Durum Ne?

Kendi klâsik müziğinden koparılan, güya irtibatlandırılmaya sıvandığı Batı Klâsik Müziği’ne de bağlanamayan; dolayısıyla inceliksiz, derinliksiz, daha vahimi kimliksiz, kişiliksiz, amorf, terliksi hayvanın kıpranışlarını çağrıştırır bir helecan içerisinde debelenen, yeri geldiğinde seviyesizce tepinen bir kaba ses kakafonisine garkedilmiş durumdayız. Tam yüzyıldır.

Hâlbuki her milletin evvelâ kendine mahsus, kendi hissiyatından neş’et etmiş ve gene onu besleyen bir müziğe ihtiyaç hissettiği açık. “Bir kültür geçmiş müziğiyle beslense maksat hasıl olmaz mı?” sorusu da akla gelmekte. Öyle ya, mazide o milletin mensuplarını lâyığınca besleyen müzikler şimdiki fertlerin ruhlarını da lâyığınca besleyemez mi?

Mazide o milletin mensuplarını lâyığınca besleyen müzikler şimdiki fertlerin ruhlarını da lâyığınca besleyemez mi?
Mazide o milletin mensuplarını lâyığınca besleyen müzikler şimdiki fertlerin ruhlarını da lâyığınca besleyemez mi?

Bu sualin cevabı ne kadar basitse bir o kadar da yakıcı: Modernite, kendisi dışındaki bütün kültürleri öylesine tahrip etti ki artık ondan başka bütün kültürler çürük gıda hükmünde. Bırakalım besleyiciliği, zehirleyici tesir icra etmede.

Demek ki zamanımızda 72 buçuk milletin beheri, yeni zamanlara mahsus kültürlerini ve bununla irtibatlı bir tarzda da ruh gıdalarını tekraren keşif ve icat etmekle mükellef.

  • Bu mesuliyetin ilk şartı ise pseudo müzik ile hakikisini birbirlerinden tefrik edebilmek.
  • Aksi takdirde mahallisiyle, yüz sene evvel asliyetinden koparılmış ve çürütülmüş kendi klâsiğiyle; popuyla, arabeskiyle, şusuyla, busuyla binbir türlü pseudo ruh gıdasıyla beslenmeye devam edeceğiz.

Yani ruhumuzu zehirlemeye.

Şimdi soralım: Ruhumuzu bize mahsus besleyecek bir müzik siyaseti gütmekte miyiz?