Ağzımızın tadı kaçmasın: Mutfağın psikolojisi ve yemeğin ruh hali üzerindeki etkisi

Ruh halimiz sofraya, soframız ruh halimize karışıyor. Peki hangi yemeği neden canımız çekiyor? Tatlı krizleriyle bastırılmış duyguların, çorbayla gelen huzurun, ekşiyle yüzleşilen geçmişin bir bağlantısı olabilir mi?
Tatlı krizleri: Bastırılmış duyguların şekerli yüz
Kendimizi yalnız, üzgün ya da stresli hissettiğimiz anlarda tatlılara yönelmemiz bir tesadüf değil. Beynimiz, şekerli yiyeceklerle serotonin salgılar; bu da kısa süreli mutluluk sağlar. Ama bazen canımızın çektiği o kek, sadece lezzet değil; anneyle geçirilen bir pazar sabahı, fırından gelen kokularla uyanış ya da çocuklukta ödül olarak verilen lokum olabilir. Yani tatlı, duygusal bir arşivin kilidini açan anahtar gibi çalışır. Bu yüzden duygularla şekillenen tatlı krizlerini anlamak, hem kendimizi tanımak hem de mutfağa daha derin bir gözle bakmak için önemli bir adım.
Tuzlu yiyecekler: Kontrollü görünen stres patlamaları
Çıtırtısıyla gelen rahatlık, baharatıyla gelen canlılık... Tuzlu ve yağlı yiyecekler çoğu zaman stresin maskelenmiş hali. Günün temposu, bitmeyen işler, zihinsel yük... Tüm bunlar bizi cipslere, böreklere, patates kızartmalarına yönlendirebilir. Çünkü bu yiyecekler hem hızlı hem de tatmin edicidir. Aslında çoğu zaman aç değilizdir, sadece sıkılmış ya da kontrol kaybı yaşıyoruzdur. Bu tür kriz anlarında, elimiz gevrek bir simide değil de bir kaşık zeytinyağlıya gitse, belki hem bedenimiz hem zihnimiz daha huzurlu olacak. Ama önce bu davranışın kaynağını fark etmek gerekir.
Çorbaların sessiz gücü: Bir kaşık huzur, bir kaşık özlem
Çorba, pek çok kültürde şifa anlamına gelir. Ama sadece hastalıkla değil, duygusal durumlarla da ilgilidir bu şifa. Tarhana çorbası içince, nedense birden anneannemizin mutfağı gözümüzde canlanır. Mercimek çorbası içince, sanki hayat biraz daha yolunda gider. Çünkü çorba sade, sıcak ve sarıp sarmalayıcıdır. Bizi yormaz, yargılamaz. Belki bu yüzden kırgın olduğumuzda, kendimizi yalnız hissettiğimizde ya da içten içe savunmasızlaştığımızda çorba yapmak isteriz. Moduna göre çorba listesi? Kesinlikle evet: Ne zaman ne pişireceğini bilmek, duygularına kulak vermekle başlar.
Acılı yiyecekler: Cesaretin mi, bastırılmış öfkenin mi simgesi?
Acı seven biriysen, bu madde tam sana göre! Çünkü acı sadece damakta değil, beyinde de bir meydan okuma hissi yaratır. Kendine sınır koymadan o biberi yemek, acıyla yüzleşmek... Tüm bunlar bir cesaret gösterisi olabilir. Ama bazı psikologlar sürekli acılı yemek tüketiminin aynı zamanda bastırılmış öfkenin bir dışavurumu olabileceğini söylüyor. Yani acı, bazen içerideki patlamayı sessizce dışa vurmaktır. Yemeğin içinde çözüm değil ama ipucu gizlidir. Acıya alışmak mı, acıyla yaşamayı seçmek mi? Belki de farkı mutfakta anlayacağız.
İştahsızlık: 'Canım hiçbir şey istemiyor’ dediğinde aslında ne diyorsun?
Bazen buzdolabının kapağını açarız ve... hiçbir şey ilgimizi çekmez. Ne yemek yapmak isteriz, ne de dışarıdan sipariş vermek. İşte bu anlar, bedenin değil ruhun konuştuğu anlardır. İştahsızlık çoğu zaman duygusal bir işarettir. Yorgunluk, tükenmişlik, hatta bastırılmış üzüntüler bu şekilde kendini gösterebilir. Böyle zamanlarda kendini zorlayarak yemek yapmak yerine, küçük bir şeyle başlamak iyidir. Belki bir kase yoğurt, belki taze nane ile hazırlanmış bir ayran… Mutfakta kendine iyi geleni bulmak, bazen terapi gibidir. Ve en güzeli: Zamanla tekrar yemekle barışmak.
‘Yemekle mutlu oluyorum’ diyenler için: Gerçekten mutlu musun, yoksa geçici bir kaçış mı bu?
Yemek yemenin mutlulukla bağlantısı tartışılmaz. Ama bu mutluluk kalıcı mı? Yoksa geçici bir kaçış mı? Bazı insanlar için yemek, hayatın diğer alanlarındaki boşlukları doldurmak için bir araç haline gelebiliyor. Duygusal açlıkla fiziksel açlığı ayırt etmek önemli: Bedenin değil de ruhun açsa, o yemeğin sonunda "doymak" yerine suçluluk hissedebilirsin. Bu yüzden mutfakta mutluluğu ararken, aslında neyin peşinde olduğunu kendine dürüstçe sormakta fayda var.