Bir şişenin içinde saklanan nostalji: Gazozun tarihi

Gazozun kapağını “cırt” diye açtığımızda etrafa yayılan o minik tıslama sesi, aslında yılların birikmiş hikayesinin selamı gibi. Bir yudumunda serinlik, diğer yudumunda çocukluğun yaz akşamları saklıdır. Bugün rengarenk şişelerde gördüğümüz gazozun ardında, şaşırtıcı derecede uzun bir yolculuk ve dünyayı dolaşmış bir serüven yatıyor. Fakat bu yolculuk, sadece kimyanın değil, aynı zamanda insanların gündelik hayatında küçük mutlulukların nasıl şekillendiğinin de bir hikayesi. Hadi gelin gazoz hayatımıza nasıl girmiş birlikte bakalım.

Gazozun hikayesi, aslında Sanayi Devrimi’nin getirdiği bilimsel atılımlar sayesinde şekilleniyor. 1767 yılında İngiliz doktor Joseph Priestley, suyu karbondioksitle buluşturmayı başararak insanlığı ilk gazlı suyla tanıştırdı. Bu buluş, aslında gazozun temel taşını oluşturan sodanın doğuşuydu.
İsveçli kimyager Torbern Bergman, sodanın büyük ölçekli üretimini mümkün kılan cihazlar geliştirdi. Bir başka bilim insanı Jakob Berzelius ise karbonatlı suya meyve özleri ve baharatlar ekleyerek gazlı içeceğin bugünkü aromalı yapısına öncülük etti. Bu heyecan verici yeniliklerin ardından, Johann Jacob Schweppe devreye girer ve 1783’te kurduğu şirketle gazlı içeceklerin dünya çapında tanınmasının önünü açar.
19. yüzyıla gelindiğinde hem Avrupa’da hem de ABD’de soda fabrikaları hızla yayılır, gazlı içecekler artık şişelere girmeye başlar ve modern gazoz kültürünün temeli atılır.

Anadolu’da gazozun hikâyesi, 19. yüzyılın sonlarına doğru şehirlerin modernleşme süreciyle paralel ilerledi. İlk makineler geldiğinde insanlar bu yeni içecek karşısında hem şaşkın hem de meraklıydı. Bir yanda atalarımızın köklü şerbet geleneği dururken, diğer yanda şişeden köpürerek çıkan yeni bir ferahlık vardı. Mahallelerde önce küçük atölyeler kuruldu, ardından bu atölyeler yerini daha büyük işletmelere bıraktı.
Her şehir kendi damak zevkine göre bir aroma benimsedi; kimi limonun ferahlığını sevdi, kimi portakalın tatlı ekşiliğini. Bu yüzden her şehrin kendine has bir gazozu oluştu.

Yazlık sinemaların vazgeçilmez arkadaşı
Gazozun ülkemizde bu kadar sevilmesinin en önemli nedenlerinden biri, toplumun günlük ritmine uyum sağlamasıydı. Yaz akşamlarında sahile doğru esen rüzgar, sinemanın önünde sıralanan sandalyeler ve el arabasında soğutulan gazoz şişeleri… Bu görüntü birçok insan için bir dönemin kokusu. Hatta şişelerin soğukluğunu test etmek için el arabasının içindeki buzlara dokunan çocukların heyecanı bile bu kültürün bir parçasıdır.
Gazoz bizler için sadece susuzluğu gideren bir içecek olmaktan ziyade; sohbetin, sinema keyfinin ve yaz akşamlarının tamamlayıcısı haline geldi. Bugün raflarda gördüğümüz şişeler, geçmişin izlerini taşımaya devam ediyor. Yeni tatlar çıksa da, modern ambalajlar üretilse de gazoz hala “bizden bir şey” gibi hissediliyor.