Bu savaşın bir sonu yok mu?

Virginia Tilley bir Amerikan vatandaşı, ancak Güney Afrika’da yaşıyor ve şimdilerde Johannesburg’daki Siyasi Araştırmalar Merkezi’nde çalışıyor. ABD’de Ortadoğu, Latin Amerika ve kalkınma ile ilgili dersler veren Tilley'nin 'Tek Devletli Çözüm' kitabı, Filistin sorununun analizinde referans bir kaynak olarak kabul ediliyor.
Virginia Tilley bir Amerikan vatandaşı, ancak Güney Afrika’da yaşıyor ve şimdilerde Johannesburg’daki Siyasi Araştırmalar Merkezi’nde çalışıyor. ABD’de Ortadoğu, Latin Amerika ve kalkınma ile ilgili dersler veren Tilley'nin 'Tek Devletli Çözüm' kitabı, Filistin sorununun analizinde referans bir kaynak olarak kabul ediliyor.

Avrupa’da, İsrail-Filistin Savaşı’nın nihai durumuna dair “bu savaş asırlardır süregeldi ve daima sürecek”, “çok fazla nefret tohumu ekildi” gibi genele yayılan karamsar görüşler hâkim ve hâlâ bir çıkış yolu olduğuna inananlar, “Filistinlileri tek bir devlet çatısı altında mı birleştirmeli” yoksa “iki farklı devlet mi tanzim etmeli” şıkları arasında gidip geliyorlar. Ancak, vahşi bir apartheid rejimi altında onlarca yıldır siyahilerin ezildiği bir ülke olan Güney Afrika bunu çoktan aştı. Bunu örnek alamaz mıyız?

Çeviri: Firdevs Yiğit

İsrail-Filistin Savaşı’nın yüzyıllardır sürdüğü ve bir sonunun olmayacağına dair söylentilere ne cevap veriyorsunuz?

Ben aksine bir noktada biteceğini düşünüyorum. İnsanlar her iki tarafın bariz uzlaşmazlığına bakıp böyle bir yanılgıya kapılıyor; gerçekten de dışarıdan bakıldığında mukavemeti sarsılmaz olan iki nesne izlenimi veriyorlar.

İsrail'in kontrol edeceği duvarlar ve engellerle ayrılmış bu denli küçük yerleşim bölgelerinde, Güney Afrika'nın "bantustan" yaratmaya çalıştığı şeye, yani ne özerkliği ne de sahiden yaşanabilirliği olan küçük yerleşim bölgelerine sahip olacağız.

Güney Afrika'daki ırk ayrımının en somut resimlerinden biri. Beyazlara ait alanın başladığını belirten bir tabela.
Güney Afrika'daki ırk ayrımının en somut resimlerinden biri. Beyazlara ait alanın başladığını belirten bir tabela.

Tuhaftır, daha dün İngiliz parlamentosunun 1960’larda Güney Afrika hakkında tuttuğu raporlarını okurken tam olarak aynı şeylerin söylendiğini fark ettim: "Beyazlar sınırsız bir güce sahip ve asla pes etmeyecekler”, “buradan sadece şiddet çıkar” ve benzerleri. Bana kalırsa bu sorun, ancak “bir ülkede yaşamaya çalışan iki ayrı halk” olarak düşünüldüğünde geçerli olabilir. Çünkü gerçekten bir taraf tüm otoriteye sahipken diğer tarafın hiçbir şeyi yoktur ve güç sahibinin bu güçten feragat etmesi için de hiçbir neden yoktur.

Bu çok cesaret kırıcı görünebilir ancak sorun insanların bu savaşa hangi zaviyeden baktığı ile alakalıdır. Ondan acılar yontmuş halkların nazarından bakıldığında sömürgeciliğin neyi temsil ettiği çok iyi bilinmesine rağmen, İsrail’in aslında sömürgeci bir konuma sahip olduğunu görmemek için direniliyor.

Bakış açımızı değiştirirsek, bunun insanlar arasında ırksal tutum ve sömürgeci bir ideoloji temelinde suni bir ayrım olduğunu görebiliriz. Yerleşimciler topluluğu tarafından garip bir şekilde benimsenen, kuşatılma korkusuyla yönetilen tuhaf bir ayrım.

Tilley'in "Tek Devletli Çözüm" adlı kitabı, Filistin sorununun analizinde referans bir kaynak olarak kabul ediliyor.
Tilley'in "Tek Devletli Çözüm" adlı kitabı, Filistin sorununun analizinde referans bir kaynak olarak kabul ediliyor.

Biliyorsunuz, bizzat yerleşimci olarak gelmiş biri olduğum için, vahşi bir doğa olarak kabul ettikleri çevrede yapay bir var olma savaşı veren yerleşimcilere, (yerleşimcilere ait değerleri ve azimli davalarını anlayamayan) vahşilerin saldırısına uğrama korkusunu hissettiren bu öncü muhayyileyi çok iyi tanırım.

Kısacası tüm çaba aile, inekleri ve köpekleri için yeni ve sade bir hayat kurmaya dönük. Daha doğrusu bu basit masumiyet miti, işgal ile birleşiyor. O halde cevabım açıkça, İsrail halkının içine sızdığı bu ırkçılığa karşı çıkmak, tüm bu “medeniyete karşı barbarlık” safsatalarına ve naralarına kafa tutmak, tüm bu saçmalığın üzerine yürümek olacaktır.

Genel olarak, biri İsrail diğeri Filistin olmak üzere yan yana iki devlet fikri bir çözüm olarak sunulur. Sizce bu mümkün mü?

Bunun asla iyi bir çözüm olduğuna inanmadım ki bugün, hiçbir şekilde artık mümkün değil. İsrail Batı Şeria'nın tamamında kentsel yerleşimler inşa etti ve bu toplam içinde çok küçük bir alan. Güney Afrika ile karşılaştırılması ilginç, zira orası oldukça büyük bir alan, buna rağmen üst üste bindirilmiş bölgeler inşa etmenin bir faydası olmadı.

  • Her türlü nedenin en başında ise Batı Şeria’daki büyük su problemi geliyor. İsrail, halkının talep ettiği yaşam standardını korumak için bu suya muhtaç, ancak Filistin de susuz var olamaz. Bu nedenle coğrafî olarak, sahadaki duruma bakan herkes iki devletin imkânsızlığını görür.

İsrail'in tüm yerleşimlerini terk edeceği yahut Filistinlilere devredeceği hayal edilebilir, ancak bunu niye yapsın ki? İsrail güçlü bir iç siyasî baskı altında, ancak onu müzakereye iten herhangi bir dış baskı yok. Toprağı ve suyu elinde tutmak için geçerli siyasî nedenleri var, bu yüzden pes etmeyecektir. İki devletli çözüm yıllardır ölü bir düşünce.

Gazze Şeridi'nin elektriğini, suyunu, internetini ve içeri muhtaç oldukları yardımları kesen İsrail, çatışmaların başladığı 7 Ekim'den 21 Ekim'e dek Şeritten içeri hiçbir yardım konvoyunun girmesine izin vermemişti.
Gazze Şeridi'nin elektriğini, suyunu, internetini ve içeri muhtaç oldukları yardımları kesen İsrail, çatışmaların başladığı 7 Ekim'den 21 Ekim'e dek Şeritten içeri hiçbir yardım konvoyunun girmesine izin vermemişti.

Öyleyse neden hâlâ bu iki devletli çözüm büyük Batılı güçler tarafından tercih ediliyor?

Çünkü İsrail, Amerika Birleşik Devletleri'ni ve dünyanın geri kalanını bu yönde ilerlemeye ikna etti. Ancak İsrail, toprağı paylaşmanın ve Filistinlileri dâhil etmenin söz konusu olmadığını söylediğinde işler ilginç bir hal aldı; bu onları yok saymak istediği anlamına geliyordu.

Yani tüm dünya bu iki devlet fikrini benimsese de İsrail bunu asla kabul etmedi! "İki devlet" üzerine bir-iki açıklama yaptılar ama Filistinliler için o kadar çok kabul edilemez koşul vardı ki bu bir kurgudan ibaret kaldı.

Bununla beraber söz konusu iki devlet fikri, uluslararası kamuoyunun ırkçılığa ve İsrail dışlayıcılığına doğrudan saldıran gerçek bir demokratikleşme mücadelesine, yani apartheid karşıtı bir mücadeleye girmesini engellemesini sağladı. Birileri bundan istifade ettiler.

Tüm dünya "iki devletli çözüm" fikrini benimsese de Apartheid İsrail rejimi bunu asla kabul etmedi.
Tüm dünya "iki devletli çözüm" fikrini benimsese de Apartheid İsrail rejimi bunu asla kabul etmedi.

Bu mücadelenin yerini, Filistinlilerin ülkenin büyük bir bölümünü yönetebileceği efsanesi aldı. Biliyorsunuz ki İsrail’in “ihsan edeceği” türde bir özerklik, çöp toplamayı ve okullara girişi yönetmekten ibaret kalır, ancak İsrail onlara ders kitaplarında ne yazacaklarını dahi söyleyecektir.

  • İsrail'in kontrol edeceği duvarlar ve engellerle ayrılmış bu denli küçük yerleşim bölgelerinde, Güney Afrika'nın "bantustan" yaratmaya çalıştığı şeye, yani ne özerkliği ne de sahiden yaşanabilirliği olan küçük yerleşim bölgelerine sahip olacağız. Sözde bir Filistin otoritesinin yaratılması, Güney Afrika tarafından bantustanların kurulması örneği ile çok fazla benzerlik gösterir.

Kitabınızda, milliyet veya din ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit davranacak tek bir devlet fikrini öneriyorsunuz. Sizce bu mümkün mü?

Bence tek olası cevap bu. Aslında, şimdilik bundan başka seçeneğimiz yok. İsrail toprakları ve kaynakları, sınırları, havayolunu, denizleri ve limanları kontrol altına alarak tüm ülkeyi ele geçirdi. Dolayısıyla, şu anda elimizde sadece tek devletli bir çözüm var; ancak yasadışı, baskıcı, ırkçı doğası Güney Afrika'daki apartheid ile birebir aynı.

Küçük bir toprak parçasına tutunmuş Filistinlilere işlevsiz bir özerklik verilmiş. İsrail’in istediği tek devletli çözüm budur ancak dünya bunun ne denli tehlikeli olduğunun, nasıl bir patlamaya gebe olduğunun farkında olmalı. Uluslararası güvenlik açısından da risklidir ve üstelik insan haklarının ihlali söz konusudur.

Dolayısıyla benim, altı üstü basit bir gözlem neticesindeki önerim, bu ırkçılık karşıtı ve demokratik çözümü değerlendirmemiz gerektiğidir: Mevcut coğrafi sınırlar içerisinde, tüm bireyler eksiksiz, eşit ve içi dolu birer vatandaşlık alırlar ve ülke "bir kişi, bir oy" ilkesi temelinde yönetilir.

Güney Afrika'da olduğu gibi bu gecikmiş müstemlekeye de istikrar sağlayacak olan demokrasidir, ırk ayrımcılığı olduğu sürece toplumsal denge mümkün olmayacak, hatta devlet eliyle kurumsallaştırıldığı için daha da tehlikeli bir hal alacaktır.

Bazı kesimler iki ulusun tek devleti paylaşacağı iki uluslu bir devlet olması gerektiğine inanıyor.

Bu büyük bir tartışma konusu lakin ben aynı fikirde değilim. Etnik kimlik, kültür önemini korumaya devam edecek ve nasıl ifade edileceğini müzakere etmek zorunda kalacağız. Ancak şayet etnik kimliği kurumsallaştırırsanız, o zaman insanların diğer sosyal gruba karşı nefreti körüklemekten çıkar elde ettiği bir sistem meydana gelir ve bunun kötü bir formül olduğu kanıtlanmıştır.

Zaman zaman da İsrail'de tek devlet çözümünün zaten işe yaradığı, İsrail içinde yaşayan Filistinlilerin kimlik kartına sahip oldukları ve demokratik bir sistemde yaşayabildikleri söylenir.

Böyledir demek isterdik ancak bu, İsrail vatandaşı olan Filistinlilerin maruz kaldığı kurumsal ayrımcılığı görmezden gelmek olurdu.

İsrail -kendinin de ifade ettiği gibi- vatandaşlarının değil, yalnızca Yahudi halkının devletidir. Yahudi değilseniz, vatandaş olabilirsiniz ve dolaylı olarak belirli imtiyazlardan ve gözetimden yararlanabilirsiniz, ancak çoğu devlet politikası ile kamu kaynakları Yahudilere mahsustur ve ötekiler dışarıda kalırlar.

Arap vatandaşlara uygulanan, nerede yaşayabilecekleri, hangi topraklara sahip olabilecekleri, hangi kaynaklara erişebilecekleri gibi çok katı kısıtlamalar var. Eğitim, istihdam, öğrenim ve kültürel faaliyetlere dönük kamu kuruluşları ya da yarı kamusal kaynaklar söz konusuysa ikinci sınıf vatandaştırlar.

  • Kamusal alana dahil olmaya dair her türlü ayrıcalık Yahudilere aittir ve Yahudi olmayanları reddeden devlet yasaları Arapları mutlak şekilde dışlar.

Burada yalnızca kamudan söz etmek de doğru değil, özel alan ve sektörlerde de bu dışlama konusunda bir uzlaşı vardır. Yani İsrail içinde uygulanan modelin tek devletli bir çözüm modeli olduğunu söyleyemem. Aksine, İsrail'in tek bir etnik grup için kurulmuş bir devlet olduğu açıktır.

Filistin halkı içinde derin ayrılıklar mevcut. Görüş ayrılıkları Hamas ve El Fetih arasındaki ayrışmaya yansıdığı gibi Filistin'in farklı bölgelerinde, yani Batı Şeria'da, Gazze'de, İsrail kentlerinde yaşayan Araplar ile sürgündeki milyonlar arasında da ayrışmalar doğuruyor.
Filistin halkı içinde derin ayrılıklar mevcut. Görüş ayrılıkları Hamas ve El Fetih arasındaki ayrışmaya yansıdığı gibi Filistin'in farklı bölgelerinde, yani Batı Şeria'da, Gazze'de, İsrail kentlerinde yaşayan Araplar ile sürgündeki milyonlar arasında da ayrışmalar doğuruyor.

Filistinliler ve İsrailliler bunca çatışma ve nefretten sonra birlikte yaşamayı kabul edebilir mi?

Bu çok yaygın ve meşru bir kaygı. Güney Afrika tarihine bir kez daha bakmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Sorun aynıydı ve onca vahşet ve zulüm, cinayet ve dehşetten sonra aynı hükümet altında bir arada yaşamanın imkânsızlığına inanılsa da bu kini aşmak için çok büyük çaba sarf edildi.

Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu ülkede dolaşarak insanların hikâyelerini anlatmalarına, seslerini duyurmalarına ve çeşitli adalet önlemleri almalarına izin verdi; suçlular yaptıklarını itiraf etti. Nefretin mirasını yok etmeye yönelik adımlar atıldı.


Ancak sorunuz, yeni bir ulus kimliği ve istikrarlı bir demokrasi içinde bir araya gelmek için ırkçılığın tamamen üstesinden gelmiş olmanıza gerek yok, şeklinde yanıtlanabilir.

Kabul, ırkçılık toplumlarımızın derinine işlemiştir ve onu ortadan kaldırmak nesiller alacaktır. Dolayısıyla, istikrarlı ve demokratik bir çözüm oluşturmak için tüm nüfusun bilincini tamamen değiştirmiş olmanıza gerek yok. İhtiyacınız olan şey, başkalarına zarar verme yeteneğine sahip insanların güç alanını daraltmaktır.

  • Örneğin Güney Afrika ırkçılığın üstesinden bütünüyle gelmiş değil, her yerde ırkçılığa hala rastlamak mümkün ama önemli olan insanların hayatlarına barış içinde devam edebilmeleri, aynı devleti paylaşabilmeleri, işlerini yürütebilmeleri ve yüzyıllardır süregelen ayrımcılığı ve ırkçılığı aşmak için uzun vadeli bir vazife üstlenebilmeleridir.

Filistinliler ne düşünüyor? Sonuçta, nasıl bir çözüm istediklerine karar vermek onlara kalmış.

Evet, hiç kolay değil. Zira Filistin halkı içinde derin ayrılıklar var. Görüş ayrılıkları Hamas ve El Fetih arasındaki ayrışmaya yansıdığı gibi Filistin'in farklı bölgelerinde, yani Batı Şeria'da, Gazze'de, İsrail kentlerinde yaşayan Araplar ile sürgündeki milyonlar arasında da ayrışmalar doğuruyor. Bakış açısı bu gruplara göre değişiyor.

Örneğin, bir devlet mi yoksa iki devlet mi? İşgal altındaki topraklarda yapılan anketler uzun süredir tek devletli çözüme (bu konuda bir tartışma dahi yapılmamış olmasına rağmen) %23 ile %28 arasında destek veriyor.

Dışarıyı bilemeyiz, elimizde anket yok. Ancak aktivistler sömürgeleştirmenin nasıl ilerlediğini gördükleri için lojistik olarak iki devletli çözümün imkânsız hale geldiğini düşünüyor, giderek tek devlet fikrini benimsiyorlar.

Peki ya farklı zamanlarda ülkeden sürülüp iltica edenler? BM'nin 242 sayılı kararı 1967'den bu yana geri dönüşlerini talep ediyor, ancak hiçbir zaman uygulanmadı, zira bu dönüş Yahudilerin azınlıkta olacağı bir ülke doğuracaktı.

Bu, üzerinde çok fazla durulmayan mühim bir konu. Son zamanlarda diaspora Filistinlilerine geri dönmek isteyip istemediklerini soran birkaç anket yapıldı. Yaklaşık olarak sekiz yüz bin kişinin bunu onayladığı tespit edildi. Bunlar çoğunlukla Filistin'i çevreleyen ülkelerdeki mülteci kamplarında yaşayan insanlardı.

Buna karşın diasporadaki Filistinlilerin büyük bir kısmı Avrupa'ya ve Amerika Birleşik Devletleri'ne ya da dünyanın başka yerlerine iyice yerleşerek oralara kök saldıkları için geri dönmek istemiyorlar. Yani ne denli büyük bir dönüş olurdu bilemiyoruz ancak İsrail kıyılarına inecek milyonlarca insanı bulmayacağı kesin.

1948'den beri zorunlu bir şekilde kademeli olarak vatanlarından göç ettirilen Filistinliler geri dönmek istediklerinde ancak "turist" olarak ülkelerini ziyaret edebiliyorlar.n
1948'den beri zorunlu bir şekilde kademeli olarak vatanlarından göç ettirilen Filistinliler geri dönmek istediklerinde ancak "turist" olarak ülkelerini ziyaret edebiliyorlar.n
  • Filistinliler şimdilik İsrail nüfusunun %20'sini temsil ediyor. Bu oranın, artış göstermese bile, İsrail'in ayrımcı uygulamaları açısından ciddi bir sorun yaratacağını düşünüyorum ama yüzdelik dilimde artış olursa işte o zaman tamamen imkânsız hale gelecektir. Dolayısıyla mültecilerin geri dönüşü otomatik olarak tam bir demokrasi, ırkçılık karşıtı bir devlet anlamına geliyor.

Bazıları da Filistinlilerin Batı Şeria'ya gidebileceğini söylüyor.

Saçma, çünkü halihazırda Batı Şeria ve Gazze özellikle su kaynakları bakımından çok sınırlı. En fazla birkaç bin mülteciyi kabul edebilirler ve buna rağmen, mevcut koşullar altında bunun nasıl mümkün olacağını anlayamıyorum. Bu nedenle, tek bir devlet tek çözüm.Filistin Yönetimi geri dönüşü reddetmekten söz etti, daha doğrusu buna iki ya da üç kez yeltendi, ancak öyle bir eleştirildi ki demek istediğinin bu olmadığını söyleyerek inkâr etmek zorunda kaldı. Oyunun kurallarını İsrail koysa bile Filistin Yönetimi, Filistinlilerin ilkelerini göz göre göre çiğneyerek ayakta kalamaz ve dahası mültecilerin geri dönüş hakkının iki devletli bir çözümle bağdaşmadığını biliyorlar.

Fakat Filistinlilerin çoğunluğunun geri dönmeyeceğini söylemek, gelecekteki muhtemel devlette Yahudilerin azınlık olarak kalmasının kabul edilemez olduğu anlamına gelmiyor mu?

Şu anda, İsrail tarafından kontrol edilen toprakların tamamında (işgal altındaki toprakların tümünde), Filistinliler ve Yahudiler arasındaki oran yarı yarıyadır. Yaklaşık sekiz yüz bin Filistinli geri dönseydi bu oran aşağı yukarı % 60’a %40 gibi bir noktaya varırdı. Ancak tek bir devletin kurulması ilkesi, içinde Yahudilere yönelik herhangi bir ayrımcılığın kabul edilemez olduğu ırksız, etnik olmayan demokratik bir sistem yaratmaktır.

  • Böyle bir durumda, bazı beyazların demokrasiyle karşı karşıya kaldıklarında Güney Afrika'yı terk etmeleri gibi, belirli sayıda Yahudi'nin gideceğinden de şüphem yok. Gelecekte siyahi çoğunluğun iktidar olacağına ikna oldular ve bu gerçekleşmeden gitmek için acele ettiler.

Beyazların çoğunlukta olduğu belirli bir yaşam tarzı içinde bir şekilde var olmak istemişlerdi ve facia olarak tanımladıkları siyahların iktidarından öyle korktular ki, aynı tarzı sürdürmek için Avustralya'ya gittiler. Benim kanaatime göre aynı şekilde Araplardan ve iktidarı kaybetmek konusundaki ırkçı tasavvurlarından ürken bazı Yahudiler de çıkacaktır.

Yahudiler kendi aralarında yaşamayı sever, başkalarının giremeyeceği kapalı bir topluluk isterler ve kendi yağlarında kavrulurlar, meselenin böyle başka bir yönü daha var. İsrail bunu sağlayamazsa ya da yetersiz kalırsa, New York yahut Chicago'da yaşamayı tercih edeceklerdir.

Öyleyse Yahudiler rövanşizmden korkuyorlar. Bunun bir çözümü yok mu?

Elbette ki müzakere edersiniz, görüşürsünüz, güven inşa edersiniz, halkla diyalog kurarsınız ve her şeyi tartışırsınız. Güney Afrika’da bu imkânsızdı ve bazıları ihtimal dahi vermedi, boğazlarının kesileceğini falan düşündüler ama beyazların çoğunluğu buna inanıyordu; "deneyeceğiz, devran böyle süremez, değişmeli..." dediler. Bu noktada Mandela’nın önemli olduğunu düşünüyorum, ancak kamu komisyonlarında ve gizli toplantılarda haklar konusundaki ortak hissiyatı gözden kaçırmamalıyız.

Bu da iyi bir teklifte bulunan güvenilir bir Filistin yönetiminin çözümün önemli bir parçası olacağı anlamına mı geliyor?

Ben öyle düşünüyorum. Her şeyi "büyük adam" vizyonuna indirgemekten hoşlanmıyorum; Mandela ya da Gandhi gibi karizmatik bir liderin gerekliliğine de inanmıyorum. Artık bizim yeni bir gidişata ihtiyacımız var, mevcut istikamet çıkmaz sokak; beceriden yoksun, vizyonsuz, demokrasi karşıtı.

Öyle sanıyorum ki Filistin Yönetiminin düşüşü, kapasiteye sahip yeni bir liderliğin oluşumuna izin veren senaryonun bir parçası olmak zorunda. El Fetih'ten ve Hamas'tan ayrı ayrı öncüler gelecek ve kendi kamusal tartışmalarını kendi içlerinde yürütmek zorunda kalacaklar, zira Filistin'in geleceğine ilişkin bazı İslami görüşleri yenileyecekler, yani yapacak işleri var.

Şu anda aralarında yer alıp sorunları çözmekten mutlu olacak insanlar var, ama kenara itiliyorlar. Eski bir atasözü, gerçek liderlerin zamanı gelmeden ortaya çıkmadığını söyler. Bu yetenekli vizyonerlerin ortaya çıkışını engelleyen şey iki devletli çözüm önerisi, Filistin Yönetimi ve müzakereye getirilen sansürdür. Bir yerde, işler iyiye gitmeden önce daha da kötüye gitmek zorunda kalacak. Yeni bir siyasî söylemin koşullarını yaratmak için bir kırılma yaşanması gerekecek.

Yerinden kımıldayabileceğini mi düşünüyorsun? Peki ya kayıtsız kalan insanlara ne demeli?

İki devletli düzenin yarattığı gerilimler daha tehlikeli hale geliyor. İsrail, kendi güvenliğini tehlikeye atmak pahasına giderek agresifleşiyor: İran'a yönelik tehditler, Irak veya Yemen'e yönelik saldırıda yer almalar, Lübnan'da dayanılmaz taşkınlıklar. Bu yüzden Filistin'i umursamayan insanlar bile iki devletli sistemin artık tüm uluslararası toplum için katlanılabilir olmadığının farkına varmalı.

Harekete geçmeliyiz. Çatışmanın kökenine, yani İsrail'in ırkçı doktrinine geri dönmeliyiz: Yalnızca Yahudiler için bir devlet yerine, o topraklarda yaşayan herkes için bir devlet. Acilen gerçek bir çözüme ihtiyaç var. Uluslararası toplumun hepimiz için giderek daha tehlikeli hale gelen bir yönde ilerlediğini görmek sinir bozucu.

***

Konuyla ilgili okuma yapmak isteyenler için:

Virginia Tilley, The One-State Solution: A Breakthrough for Peace in the Israeli Palestinian Deadlock, Michigan Basın Üniversitesi, 2005.

Michel Warschawski, İsrail Toplumunun Krizi, Agora, 2006.

Noam Chomsky ve Ilan Pappe, Yaşamla Ölüm Arasında Gazze, Dünden Bugüne Filistin Sorunu, BGST, 2011.