İngiltere’nin Filistin’deki çıkmazı ve Peel-Woodhead raporları

Peel ve Woodhead Komisyonları sadece iki teknik rapor değil, aynı zamanda Filistin meselesinin uluslararası boyuta taşınmasının başlangıcı olmuşlardı.
Peel ve Woodhead Komisyonları sadece iki teknik rapor değil, aynı zamanda Filistin meselesinin uluslararası boyuta taşınmasının başlangıcı olmuşlardı.

Peel (1937) ve Woodhead (1938) Komisyonları, İngiltere’nin Filistin üzerindeki manda yönetimini sona erdiren sürecin dönüm noktaları olmuştu. Peel Komisyonu ilk kez “bölünme” fikrini resmî bir çözüm olarak gündeme getirmiş, Woodhead Komisyonu ise bu fikrin teknik olarak uygulanamayacağını ortaya koymuştu. Ancak her iki rapor da Filistin’deki İngiliz varlığının sürdürülemez olduğunu açıkça göstermişti

1937 yılında İngiltere tarafından yayımlanan Peel Komisyonu Raporu, Filistin Mandası döneminde İngiltere’nin karşı karşıya kaldığı en ciddi siyasî ve toplumsal krizin ortasında doğmuştu. 1917 Balfour Deklarasyonu’yla Yahudi halkına Filistin’de bir “ulusal yurt” kurulması sözü verilmiş, ardından 1920 San Remo Konferansı ve 1922 Milletler Cemiyeti Mandası ile bu taahhüt uluslararası bir nitelik kazanmıştı. Ancak 1920’lerin sonlarından itibaren Yahudi göçlerinin hızla artması, Filistinli Arap nüfusun ekonomik ve sosyal alanlarda giderek daha fazla sıkışmasına yol açmıştı. Özellikle 1933 sonrasında Almanya’daki Nazi baskısından kaçan binlerce Yahudi’nin Filistin’e yerleşmesiyle bölgedeki demografik yapı dramatik biçimde değişmişti. 1936’da başlayan Arap İsyanı, bu gerilimin en açık dışavurumuydu. İngiliz yönetimi, hem Yahudi hem de Arap toplumlarıyla aynı anda çatışmaya girmiş, Filistin Mandası’nın sürdürülebilirliği sorgulanır hâle gelmişti. İşte bu karmaşık ortam, Londra’nın çözüm arayışlarını hızlandırmış ve Peel Komisyonu’nun kurulmasına zemin hazırlamıştı.

Komisyonun tam adı “Filistin Kraliyet Komisyonu” idi ve başkanlığını Lord William Peel yürütüyordu. İngiltere hükümeti, komisyonu 1936 Arap İsyanı’nın nedenlerini araştırmak, çatışmaların temel sebeplerini saptamak ve geleceğe dönük bir çözüm önerisi geliştirmek amacıyla görevlendirmişti. Komisyon üyeleri 1936 yılının sonlarında Filistin’e gitmiş, Kudüs, Hayfa, Yafa, Tel Aviv, Nablus ve Gazze gibi kentlerde hem Arap hem de Yahudi liderlerle görüşmeler gerçekleştirmişti. Bu görüşmelerde Arap tarafını temsil edenler, Balfour Deklarasyonu’nun iptal edilmesini, Yahudi göçünün tamamen durdurulmasını ve Filistin’in tek bağımsız Arap devleti hâline getirilmesini talep etmişlerdi. Buna karşılık Yahudi liderler, özellikle Chaim Weizmann ve David Ben-Gurion, Filistin’in “Yahudi ulusal yurdu” olma ilkesini savunmuş, göçün durdurulmasına kesinlikle karşı çıkmışlardı. Komisyon, bu iki talebin uzlaştırılmasının imkânsız olduğunu görmüş ve 1937 Temmuz’unda yayımladığı raporla tarihte ilk kez Filistin’in bölünmesini önermişti.

Lord William Peel.
Lord William Peel.
  • Peel Komisyonu Raporu, Mandater yönetimin artık sürdürülemez olduğu sonucuna varmıştı. Raporda, Araplar ile Yahudiler arasında ulusal hedefler bakımından bir uzlaşma zemini bulunmadığı, iki toplumun aynı topraklarda barış içinde yaşayamayacağı tespiti yapılmıştı. Bu bağlamda komisyon, Filistin’in iki devlete bölünmesini — biri Yahudi, diğeri Arap devleti olmak üzere — önermişti.
Peel Komisyonu'nun taksim önerisi, Temmuz 1937. Önerilen Yahudi devleti kırmızı çizgiyle çevrelenirken, Kudüs’ün İngiliz Mandası altında kalması ve geri kalanının Arap devletine ait olması öngörülmüştü.
Peel Komisyonu'nun taksim önerisi, Temmuz 1937. Önerilen Yahudi devleti kırmızı çizgiyle çevrelenirken, Kudüs’ün İngiliz Mandası altında kalması ve geri kalanının Arap devletine ait olması öngörülmüştü.

Raporun tasarısına göre Yahudi devleti ülkenin kuzeyinde Celile, sahil şeridinde Hayfa ve Tel Aviv’i kapsayacaktı. Arap devleti ise ülkenin geri kalan kısmında, özellikle iç bölgelerde ve Kudüs’ün güneyinde kurulacaktı. Kudüs ve Beytüllahim ise “uluslararası statü”ye sahip olacaktı ve İngiltere’nin kontrolünde kalacaktı. Ayrıca Yahudi devleti, kurulacağı bölgelerdeki Arap nüfusun büyük kısmını ekonomik tazminat karşılığında başka bölgelere yerleştirecekti. Komisyon, Arapların gönüllü olarak bu yer değiştirmeyi kabul etmemesi hâlinde zorunlu naklin de gündeme gelebileceğini ima etmişti. Bu yönüyle Peel Raporu, ilerleyen yıllarda İsrail devletinin kurulmasına kadar uzanan sürecin ilk somut bölünme planı olarak tarihe geçmişti.

Rapor, Londra’da büyük yankı uyandırmıştı. İngiltere kamuoyu içinde Filistin meselesinin bir çıkmaza girdiği yönünde geniş bir kanaat oluşmuştu.

Peel Komisyonu’nun önerileri Arap dünyasında büyük bir öfke yaratmıştı.

Filistin Arap Yüksek Komitesi, raporu tamamen reddetmiş ve İngilizlerle tüm resmî temasları kesmişti. Onlara göre bu plan, Arap topraklarının bir kısmının Yahudilere verilmesi anlamına geliyor, İngiltere’nin sömürgeci çıkarlarını korumak için adalet ve tarihî hakikatleri hiçe sayıyordu. Arap liderler, bölünmenin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını gasp ettiğini savunmuşlardı. Buna karşılık Yahudi Ajansı içinde görüşler daha farklıydı. Bazı siyonist liderler, önerilen Yahudi devletinin çok küçük olduğunu ve ekonomik olarak sürdürülebilir olmayacağını iddia ederek plana mesafeli yaklaşmıştı.

  • David Ben-Gurion gibi isimler, bölünme planını “Yahudi devletinin kurulması yolunda ilk adım” olarak görmüş ve “her türlü Yahudi egemenliği fikrinin” desteklenmesi gerektiğini savunmuşlardı. Bu bölünme fikri, ilerleyen yıllarda İsrail’in stratejik zihniyetinde kalıcı bir iz bırakacaktı.
1937 sonbaharında İngiltere Parlamentosu, raporu kabul etmiş ancak uygulamaya geçmeden önce “teknik detayların incelenmesi” gerektiğine karar vererek 1938 yılında, yeni kurulan Woodhead Komisyonu’nu görevlendirmişti.
1937 sonbaharında İngiltere Parlamentosu, raporu kabul etmiş ancak uygulamaya geçmeden önce “teknik detayların incelenmesi” gerektiğine karar vererek 1938 yılında, yeni kurulan Woodhead Komisyonu’nu görevlendirmişti.

Peel Komisyonu’nun önerileri, İngiliz hükümeti açısından da bir çıkmaz yaratmıştı. Bir yandan Arap dünyasının sert tepkisiyle karşılaşılmış, diğer yandan da bölünmenin uygulanmasının pratik zorlukları tartışılmıştı. 1937 sonbaharında İngiltere Parlamentosu, raporu kabul etmiş ancak uygulamaya geçmeden önce “teknik detayların incelenmesi” gerektiğine karar vermişti. İşte bu noktada devreye 1938 yılında kurulan “Woodhead Komisyonu” girmişti. İngiltere, Peel Komisyonu’nun bölünme önerisini uygulamadan önce, bunun ekonomik, demografik ve güvenlik açısından uygulanabilir olup olmadığını araştırmak üzere yeni bir heyet görevlendirmişti. Komisyonun başkanlığını Sir John Woodhead yapmıştı ve heyet 1938 yazında Filistin’e giderek detaylı incelemelere başlamıştı.

Woodhead Komisyonu, Peel’in bıraktığı yerden başlamış ancak çok daha teknik bir yaklaşımla hareket etmişti. Heyet, Filistin’in coğrafî yapısını, ulaşım ağlarını, su kaynaklarını, tarımsal üretim kapasitesini, Yahudi ve Arap nüfusunun dağılımını ayrıntılı biçimde incelemişti. Ayrıca, olası bir bölünmenin İngiltere’nin askerî çıkarları açısından yaratacağı sonuçlar da değerlendirilmişti. Komisyon üyeleri, İngiliz yönetimi altında kalan bölgelerin nasıl yönetileceği, sınırların nasıl çizileceği ve iki devletin ekonomik olarak ayakta kalıp kalamayacağı konularında ayrıntılı hesaplamalar yapmıştı.

Ancak Woodhead Komisyonu, Peel Komisyonu’nun çizdiği sınırların gerçekçi olmadığını tespit etmişti. Rapora göre, önerilen Yahudi devleti ekonomik olarak yaşanabilir bir alan teşkil etmiyor, Arap devleti ise kendi kendine yetebilecek bir ekonomik altyapıya sahip bulunmuyordu. Özellikle su kaynaklarının ve tarım alanlarının dengesiz dağılımı, iki toplum arasında yeni çatışmalara yol açma potansiyeli taşıyordu. Ayrıca Arapların büyük kısmının Yahudi kontrolündeki bölgelere yakın yerlerde yaşaması, nüfus mübadelesinin neredeyse imkânsız olacağı anlamına geliyordu.

  • Woodhead Komisyonu, 1938 sonunda yayımladığı raporunda bölünme fikrinin uygulanabilir olmadığını resmen ilân etmişti.

Komisyon, üç farklı bölünme senaryosu hazırlamış, ancak hiçbirinin pratikte başarıyla uygulanamayacağı sonucuna varmıştı. Bu değerlendirme, İngiltere hükümetinin Filistin politikasını yeniden gözden geçirmesine yol açmıştı. Londra, 1939 yılında yeni bir “Beyaz Kitap” yayımlayarak Filistin’de iki toplum arasında uzlaşmaya dayalı bir çözüm arayacağını duyurmuştu. 1939 Beyaz Kitabı, Yahudi göçünü beş yıl içinde 75 bin kişiyle sınırlandırıyor ve uzun vadede Arapların çoğunlukta olacağı tek bir devlet kurulmasını öngörüyordu. Ancak bu belge, Yahudi hareketi tarafından bir ihanet olarak görülmüş, Siyonist liderler İngiltere’ye karşı sert bir muhalefet başlatmıştı. Bu gelişme, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesine denk geldiği için uluslararası dengeler de hızla değişmişti.

1939 Beyaz Kitap olarak bilinen White Paper of 1939, İngiliz hükümeti tarafından yayınlanmış ve Filistin'deki Yahudi göçünü ve Arap topraklarının satışını kısıtlayan bir politika belgesiydi.
1939 Beyaz Kitap olarak bilinen White Paper of 1939, İngiliz hükümeti tarafından yayınlanmış ve Filistin'deki Yahudi göçünü ve Arap topraklarının satışını kısıtlayan bir politika belgesiydi.

Peel ve Woodhead Komisyonları, İngiltere’nin Filistin üzerindeki manda yönetimini sona erdiren sürecin dönüm noktaları olmuştu. Peel Komisyonu ilk kez “bölünme” fikrini resmî bir çözüm olarak gündeme getirmiş, Woodhead Komisyonu ise bu fikrin teknik olarak uygulanamayacağını ortaya koymuştu. Ancak her iki rapor da Filistin’deki İngiliz varlığının sürdürülemez olduğunu açıkça göstermişti. İngiltere, artık hem Arapların hem de Yahudilerin düşmanlığını kazanmıştı. Arap dünyası İngiltere’yi “Siyonizmin hamisi” olarak görürken, Yahudiler de İngiltere’yi “ulusal davalarına ihanet eden” bir güç olarak tanımlamaya başlamıştı. Bu durum, İngiltere’nin savaş sonrası dönemde Filistin sorununu Birleşmiş Milletler’e devretmesine giden yolu açacaktı.

Netice olarak, Peel ve Woodhead Komisyonları sadece iki teknik rapor değil, aynı zamanda Filistin meselesinin uluslararası boyuta taşınmasının başlangıcı olmuşlardı. 1937’den itibaren İngiltere, bölgedeki çatışmanın yerel bir isyan değil, iki ulus arasındaki derin tarihsel, dinî ve toprak temelli bir anlaşmazlık olduğunu anlamıştı. Peel Komisyonu’nun önerdiği bölünme modeli, on yıl sonra 1947’de Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği “Taksim Planı”na doğrudan ilham kaynağı olmuştu. Bu nedenle Peel Komisyonu, Filistin tarihinin sadece bir dönüm noktası değil, aynı zamanda İsrail-Filistin çatışmasının sonraki seyrini belirleyen bir zihinsel dönüştürücü olarak da görülmüştü. Woodhead Komisyonu ise bölünmenin imkânsızlığını göstererek İngiltere’nin bölgeden çekilmesini hızlandırmış, böylece Filistin sorununu küresel diplomasi masasına taşımıştı. İki komisyonun raporları, Mandater İngiltere’nin kendi sömürge yönetimi içinde sıkışıp kalışının belgesi olmuş, aynı zamanda 20. yüzyılın en uzun süren çatışmalarından birinin temellerini gözler önüne sermişti.