Kaddafi’nin Afrika teşebbüsü

Libyalı lider Muammer Kaddafi’nin Arap liderleriyle yaşadığı gerilimlerin ardından yönünü Afrika’ya çevirmesi, Libya’nın dış politikasında köklü bir dönüşümü ifade etmişti...
1969’daki darbeden itibaren kendisini Arap dünyasının devrimci lideri olarak konumlandırmak isteyen Kaddafi, 1970’ler ve 1980’ler boyunca Arap birliği, anti-emperyalizm ve Filistin davası gibi konular üzerinden bölgesel bir rol oynamaya çalışmıştı. Ancak Arap devletleri onun çıkışlarını duygusal, istikrarsız ve çoğu zaman sorun çıkarıcı olarak yorumlamış, Libya’nın petrol gelirlerini kullanarak kurmaya çalıştığı bölgesel liderlik girişimlerine mesafeli davranmışlardı. Bu süreçte özellikle 1980’lerden itibaren Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkiler bozulmuş, Kaddafi Arap siyaset sahnesinde giderek yalnızlaşmıştı. 1990’lara gelindiğinde Arap liderleri artık onu ciddiye almayan, hatta çoğu zaman fırsat buldukça dışlayan bir tutum takınmışlardı. İşte tam da bu atmosferde Kaddafi dikkatini Afrika’ya çevirdi ve Libya’nın jeopolitik yöneliminde yeni bir sayfa açtı.

Kaddafi, Afrika’ya yönelirken sadece dışlanmış bir Arap lider olma psikolojisiyle hareket etmemişti. Libya’nın petrol zenginliği Arap dünyasında ona prestij sağlamamıştı fakat nüfusunun gençliği, devrimci ideolojinin esnekliği ve Afrika kıtasındaki birçok devletin ekonomik zorlukları, Kaddafi için daha elverişli bir alan sunmuştu. Bu nedenle 1990’larda Afrika kıtasında kapsamlı bir diplomatik atağa girişmişti.
Kıtanın birçok ülkesine büyük miktarlarda yatırım ve yardım göndermiş, altyapı projelerini fonlamış, askerî ve siyasî danışmanlık teklif etmişti.
Bu çabalar sadece Libya’nın etkisini artırmayı değil, aynı zamanda kendi devrimci düşüncelerini Afrika’da yankı bulacak bir çerçeveye oturtmayı amaçlamıştı.

Kaddafi’nin Afrika politikası söylem düzeyinde de belirgin bir dönüşüm yaşamıştı.
- Kendisi, 1990’lardan itibaren Afrika’yı “Libya’nın gerçek coğrafî ve kültürel çevresi” olarak nitelendirmeye başlamıştı. Arap liderlerinin ikiyüzlü olduğunu, Filistin davasını sahiplenir gibi görünürken Batı ile sıkı ilişkiler yürüttüklerini iddia etmişti. Bu bağlamda Afrika’nın, dış baskılar ve sömürge mirası nedeniyle gerçek özgürlüğe kavuşamamış bir kıta olduğunu, Libya’nın ise bu özgürlük mücadelesine katkı sağlayabilecek devrimci bir misyon taşıdığını ileri sürmüştü.
Kaddafi böylece kendisini Afrika’nın kurtarıcı figürlerinden biri olarak betimlemişti. Bu söylem kıta liderleri arasında büyük bir coşku uyandırmamıştı ancak ekonomik imkânlar, birçok Afrika devletinin Libya ile yakın ilişkiler kurması için güçlü bir motivasyon sağlamıştı.
Kaddafi bu dönemde kendisine Afrika’da siyasî müttefikler edinmişti. Uganda, Çad, Nijer, Mali, Gambiya gibi ülkelerle özel ilişkiler geliştirmişti. Bu ülkelerin bir kısmında darbe girişimleri ve iç savaşlar sürerken Kaddafi arabuluculuk teklif etmiş ve kimi zaman barış süreçlerinde rol oynamıştı. Buna karşılık kimi zaman da bazı isyancı grupları desteklediğine dair suçlamalar yapılmıştı. Ancak genel çerçevede Libya’nın Afrika’da artan etkisi inkâr edilemez bir duruma gelmişti. Kaddafi’nin kıtadaki liderlerle yaptığı zirveler, sunduğu finansman paketleri ve geliştirdiği güvenlik iş birlikleri, 1990’ların ikinci yarısından itibaren Libya’nın Afrika Birliği’nin (OAU) dönüşümünde kilit bir rol üstlenmesine zemin hazırlamıştı.
Kaddafi Afrika Birliği Örgütü’nün yetersiz kaldığına inanmıştı. Ona göre kıta, çok başlı kurumlar, zayıf devlet yapıları ve eski sömürgeci güçlerin etkisi nedeniyle gerçek bir birlik oluşturamıyordu.

- 1999’da Sirte’de düzenlediği özel bir zirveyle Afrika Birliği’nin kurumsal dönüşümünün fitilini ateşlemişti. Bu zirve, birkaç yıl içinde Afrika Birliği Örgütü’nün Afrika Birliği (African Union) adını alacağı sürecin başlangıç noktası olmuştu.
Kaddafi bu projeyi ortaya koyarken Avrupa Birliği’ni model aldığını, Afrika’nın ancak birleşirse küresel sistemde bağımsız bir aktör olabileceğini savunmuştu. Bu söylem kıta liderleri arasında dikkat çekmişti çünkü pek çoğu Batı’nın Afrika üzerinde süren ekonomik ve siyasî etkisinden şikâyetçiydi. Kaddafi tam da bu ortamda kendisini Afrika birliğinin öncüsü olarak lanse etmişti.
Kaddafi’nin Afrika’ya yönelik çabaları yalnızca siyasî boyutta kalmamıştı. Ekonomik olarak Libya kıtada büyük projeler yürütmeye başlamıştı.
Alt yapı geliştirme, enerji yatırımları, tarım projeleri ve telekomünikasyon gibi alanlarda milyonlarca dolar harcanmıştı.
Bu yatırımlar kıtadaki küçük ülkeler için hayatî önem taşıyordu. Örneğin Mali ve Nijer gibi Sahra altı ülkelerinde tarımsal sulama projeleri Libya fonlarıyla gerçekleşmişti. Moritanya ve Sudan gibi ülkelerde ise enerji tesislerinin inşasında Libya sermayesi kullanılmıştı. Kaddafi ayrıca Afrika’nın finansal bağımsızlığına büyük önem vermişti ve kıta genelinde ortak bir merkez bankası ve para birimi oluşturulması gerektiğini savunmuştu. Bu doğrultuda, Afrika Merkez Bankası, Afrika Yatırım Bankası ve Afrika Para Fonu fikirlerini ortaya atmıştı. Bu projeler tam anlamıyla hayata geçirilememiş olsa da tartışmaya açılması bile Afrika’nın ekonomik entegrasyonunu güçlendiren bir adım olarak görülmüştü.

Afrika’ya yönelişin ideolojik boyutu da önemliydi.
- Kaddafi 1980’lerde Arap sosyalizmi ve üçüncü dünya devrimciliği üzerinden kendisini konumlandırmışken, 1990’larda “Afrika’nın birliği”, “kıta bilinci” ve “ortak kader” gibi söylemleri öne çıkarmaya başlamıştı. Özellikle sömürgeciliğe karşı direniş fikrini Afrika’nın toplumsal hafızasında güçlü bir unsur olarak gördüğü için bu temayı sıkça işlemişti.
Bu söyleme göre, Afrika hâlâ ekonomik olarak sömürülü bir kıtaydı ve Batılı güçler Afrika’nın zayıflığından faydalanıyordu. Kaddafi ise bunun karşısında duran bağımsız bir liderdi. Bu retorik kıtadaki elitler arasında belli bir karşılık bulmuştu. Ayrıca Libya’nın Sahra altı ülkelerine verdiği burslar, öğrenci değişim programları ve dini eğitim faaliyetleri, halk seviyesinde de Libya’ya yönelik sempatiyi artırmaya yönelik araçlardı.
Kaddafi’nin Afrika’da yürüttüğü en dikkat çekici faaliyetlerden biri ise Pan-Afrika sembolizmine yaptığı yatırımlardı. Kendisi Afrika kıtasının geleneksel kıyafetlerini giymeye başlamış, kabile liderleriyle görüşmüş ve Afrika’nın yerli kültürlerini ön plana çıkaran organizasyonlar düzenlemişti. Bu tavır, onun Afrika ile ilişkisini sadece siyasî veya ekonomik bir işbirliği olarak değil, kimliksel bir yönelim olarak sunduğunu göstermişti.

- Kaddafi bu dönemde "Afrika'nın Kralı", "Afrika Birliği'nin lideri" gibi unvanlarla anılmış, hatta 2008’de Nijer’de düzenlenen bir törende bazı geleneksel liderler tarafından “Afrika Krallarının Kralı” ilan edilmişti. Bu unvan resmî bir anlam taşımıyordu ancak Kaddafi’nin kıtadaki sembolik etkisini yansıtan çarpıcı bir örnek olmuştu.
Kaddafi’nin Afrika’ya yönelmesinin bir diğer önemli nedeni elbette uluslararası izolasyondan çıkma çabasıydı. 1988’deki Lockerbie saldırısı sonrası Libya, Türkiye, Avrupa ve ABD tarafından ağır yaptırımlara maruz kalmıştı. Bu yaptırımlar ekonomiyi sıkıştırmış, Libya dünya sisteminden dışlanmıştı.

1990’larda Kaddafi Afrika’yı bir çeşit diplomatik sığınak olarak görmüştü. Kıta ülkeleri arasında Libya’ya destek bulması, uluslararası arenada yalnızlığını kırmıştı. Bu destek sayesinde Birleşmiş Milletler’de Libya aleyhine çıkabilecek bazı kararlar yumuşatılmıştı. Kaddafi ayrıca Afrika Birliği üzerinden Batı ile müzakerelerde elini güçlendirmişti. Bu dönemde Afrika kıtasında yürüttüğü faaliyetler, Libya’nın küresel sistemde tekrar kabul görmesinin ön adımlarından biri olmuştu.
Kaddafi’nin Afrika politikasında bir diğer unsur da güvenlik ve sınır kontrolüydü. Libya, Sahra bölgesine komşu bir ülke olduğu için yasa dışı göç, silah kaçakçılığı ve isyancı grupların hareketliliği gibi sorunlarla karşı karşıyaydı. Bu nedenle Afrika ülkeleriyle yakın ilişkiler kurmak, Kaddafi’ye sınır güvenliğini sağlamada da avantaj sağlamıştı. Özellikle Çad, Nijer ve Sudan ile kurduğu yakın temaslar, Libya’nın güney sınırlarını daha etkili kontrol etmesine katkı sunmuştu. Ayrıca Kaddafi bazı Afrika devletlerinin askerlerini Libya’da eğiterek güvenlik alanında bağlar inşa etmişti. Böylece Afrika’daki etkisini sadece diplomasi ve ekonomiyle değil, güvenlik politikalarıyla da genişletmişti.
Kaddafi’nin Afrika’ya açılımı tamamen sorunsuz ilerlememişti. Bazı Afrika ülkeleri Libya’nın kıtadaki varlığını aşırı müdahaleci bulmuşlardı. Devrimci Komiteler’in ideolojik propagandaları her zaman olumlu karşılanmamıştı. Ayrıca Kaddafi’nin zaman zaman isyancı grupları desteklediğine dair suçlamalar, Afrika Birliği içinde Libya’ya duyulan güveni zayıflatmıştı. Ancak bütün bu tartışmalara rağmen Libya’nın Afrika’da kazandığı etki, 2011’deki iç savaşın başlangıcına kadar devam etmişti.
Sonuç olarak Kaddafi’nin 1990’larda yönünü Afrika’ya çevirmesi, hem kişisel hem de jeopolitik nedenlere dayanmıştı. Arap dünyasında yaşadığı yalnızlık, petrol zenginliğinin Arap liderleri üzerinde beklenen etkiyi yaratmaması, uluslararası yaptırımlar, ideolojik arayış ve kıtanın ekonomik zorluklarından kaynaklanan fırsatlar, hepsi bu yönelişi şekillendirmişti. Kaddafi bu dönemde Afrika’da siyasî, ekonomik, kültürel ve güvenlik alanlarında kapsamlı bir faaliyet yürütmüştü. Bu faaliyetler Libya’nın kıtada önemli bir aktör haline gelmesini sağlamış, Kaddafi’yi de uluslararası siyasette yeniden görünür kılmıştı. Afrika Birliği’nin kurulmasında oynadığı rol, kıtadaki projeleri, Pan-Afrika söylemleri ve sembolik girişimleri, onun Afrika tarihinde tartışmalı ama etkili bir figür olmasına neden olmuştu. Kaddafi, Arap dünyasında beklediği liderliği elde edememişti ama Afrika’da kendisine bir yer açmıştı ve bu yöneliş Libya’nın dış politikasında kalıcı bir iz bırakmıştı.


