Özbekistan notları II: Kubbetü’l-İslâm Buhara

Kubbetü’l-İslâm Buhara
Kubbetü’l-İslâm Buhara

Hive’den çok etkilenmiş bir şekilde ayrılarak çocukluğumuzda sıkça ismini duyduğumuz Buhara’ya doğru yol alıyorduk. Çocukluğumuzda sıkça ismini duyduğumuz diyorum çünkü okuduğumuz ilk kitaplar arasında “Buhara Yanıyor”vardır mutlaka. Harezm bölgesinde yer alan Hive’den Amuderya’yı yani Ceyhun Nehri’ni geçerek Maveraünnehr’e ulaşmış olduk.

  • İslâm tarihçileri, Ceyhun Nehri’nin kuzey ve doğusunda kalan bölgeyi “nehrin ötesi” yani Maveraünnehr olarak isimlendirmiş. Özbekistan’ın iki önemli şehri Buhara ve Semerkand burada yer alıyor.

Nehrin üstünden geçerken köprüde fotoğraf çekmememiz hususunda uyarıldık. Zira polis noktaları bulunuyor ve polislerin fotoğraflarını çekmek haliyle yasak. Yaklaşık altı saat süren çöl yolculuğunda birkaç yerde namaz ve yemek molası verdikten sonra nihayet Buhara’daydık. Otele yerleştikten sonra, meşhur Kalan Minaresi’nin gece ışıklandırmasıyla eşsiz hale gelen manzarasını görmek için yürümeye başladık.

Buhara sükûnetin hâkim olduğu huzurlu bir şehirdi.

İlk önce, gece olduğu için bu hisse kapıldığımı düşünsem de gündüzünün de farklı olmayacağını diğer gün öğrenecektim.

Kalan Camii ve Minaresi
Kalan Camii ve Minaresi

Meydana varıp Kalan Camii ve Minaresini gördüğümüzde ihtişamı karşısında çarpılmışa dönmüştük. Uzaktan bakıldığında minarenin yanındaki insanlar karınca gibi görünüyordu. Meydanın çeşitli açılarından görünmesi de oldukça etkileyiciydi. Şöyle bir tur attıktan sonra iyice yorulduğumuz için otele geçip dinlendik. Sabah namazını Kalan Camii’de kılmak için uyandığımızda, minarenin ışıkları hâlâ yanıyordu. İnsan şöyle minareyi seyrederken güzel bir sabah ezanı dinlemek istiyor ama ne yazık ki ezan okunmuyor.

Kalan Camii'nin içi
Kalan Camii'nin içi

Namaza geçtiğimizde caminin Hive’deki kadar kalabalık olmadığına şahit olduk. Fakat yine de cemaatin sayısı fena değildi. Caminin etrafındaki yerleşim yerlerinin azlığı ve turistik bir alan olması bunda büyük bir etken muhakkak. Namazı kıldırmak için genç bir imam geldi. Kıraati o kadar güzeldi ki kendimizi başka bir âlemde hissettik. Rusların bunca baskısı ve kültürel soykırımına rağmen insanların ilmî noktada kendini bu denli yetiştirmiş olması takdire şayan. İslâm’ın bu topraklarda nasıl sağlam bir mayasının olduğunu da gözler önüne seriyor bu durum.

Namazın ardından artık gün doğmuş ve yapıların ışıkları sönmüştü. Seher vaktinin bereketi olsa gerek meydan gözümüze bir başka güzel geldi. Kalan Camii 1121 yılında Batı Karahanlı hükümdarı Arslan Han tarafından yaptırılmış. Cami, İmam Buharî’nin ders okuttuğu cami olarak da bilinir.

Gündüz vakti Kalan Camii
Gündüz vakti Kalan Camii
  • Mabed öyle görkemli yapılmış ki Moğol istilası sırasında Cengiz, şehri ve hisarı görmek için geldiğinde Kalan Camii’yi hükümdarın sarayı zannetmiş. İhtişamından etkilenmiş olmasına rağmen Cengiz’in gazabından kurtulamamış ve yapı büyük hasar almış. Bütün bir şehri ateşe vermesine rağmen hıncını alamayan Cengiz’i durduran tek yapının ise minarenin olduğu söylenir.

Anlatılana göre, Cengiz Buhara’da gezerken Kalan Minaresi’nin dibine gelip en tepesine bakmaya çalışırken kafasını o kadar geriye doğru getirir ki börkü başından düşer. Börkünü düşüren minarenin ihtişamından etkilenerek saygı duyar ve şehirde bir tek minarenin yıkılmamasını emreder. Rivayet doğru mudur bilinmez ama yapının bu denli etkileyici olduğu söylenebilir. 1127 yılında inşa edilen minare yaklaşık 46 metre uzunluğunda. Aynı zamanda Kalan Camii’nin ilk halinden bu yana günümüze değişmeden ulaşmış orijinal Karahanlı minaresi olarak bilinir.

Kalan Minaresi
Kalan Minaresi
Minare Cengiz’in gazabından belki kurtulmuştu ama Rusların gazabından ne yazık ki kurtulamadı.

Buhara’yı işgal ederken acımasızca şehri hedef alan Rus toplarının beş tanesi Kalan Minaresi’ne denk gelmiş. Restorasyonu yapılsa da top izleri dikkatli bakıldığında hâlâ belli oluyor. Yapının ana renginden biraz daha açık renge sahip olan yamaları sonrasında çektiğim fotoğraflara baktığımda daha net bir şekilde görebildim. İnsan şu güzelim eserden ne ister ki diye sormadan edemedim.

Sıradaki durağımız Mir Arab Medresesi’ydi. “Arap Efendi” anlamına gelen medresenin güzel bir hikâyesi var. 16. yüzyılın ortalarında Şeybânî devletinin hükümdarı Ubeydullah Han tarafından Yemen’den Buhara’ya gelen Abdullah Yemenî adına yaptırıldı.

Mir Arab Medresesi
Mir Arab Medresesi
Kur’ân’daki 114 sureye atıfla yapılan 114 medrese odasında, bugüne kadar binlerce talebe yetiştirildi.

Abdullah Yemenî'nin mezarı

Günümüzde hâlâ eğitimin devam ediyor olmasıysa biz Müslümanlar için şükür sebebi. Zira ilmin olduğu yerde, toplumların İslâmî kimliği Allah’ın izniyle korunacaktır. Medreseye normalde girmek yasak. Sadece giriş kısmında bulunan müftü fotoğraflarına bakılabiliyor. Fakat biz Ubeydullah Han’ın ve Abdullah Yemenî’nin türbelerini görmek istiyorduk. Giriş kısmındaki görevliye rica ettiğimizde sağ olsun bizi kırmadı ve kapalı olan kısmı bizim için açtı. Abdullah Yemenî ve Ubeydullah Han’ın türbeleri yan yanaydı. Ubeydullah Han ilme, âlimlere ve faziletli kişilere çok değer verirdi. Bir diğer özelliği ise Ehl-i sünnet akidesine olan bağlılığıydı. Döneminde Şîa ile mücadele ederek Buhara’nın Ehl-i sünnet kalmasını sağladı.

Özbekistan’da Ehl-i sünnet akidesinin güçlü olduğunu gözlemlemek mümkün.
Ubeydullah Han’ın mezarı
Ubeydullah Han’ın mezarı

İmam Buharî, İmam Mâturîdî başta olmak üzere birçok âlimin yetiştiği bu topraklarda en güçlü mezhep ise Hanefili. Nitekim, bazı camilerin girişinde, sadece İmam Ebu Hanîfe’nin hükümlerine dair namaz kılınacağı yazıyor.

Tasavvufun da etkili olduğunu söylemekte fayda var.
Nakşibendiyye tarikatının kurucusu Bahâeddîn Nahşibendî Hazretlerinin kabri.
Nakşibendiyye tarikatının kurucusu Bahâeddîn Nahşibendî Hazretlerinin kabri.

Zira Buhara’da, Nakşibendîliğin 7 büyük ismi Abdülhalık Gücdüvanî, Arif Rivgerî, Mahmud İncirfağnî, Ali Ramitenî, Muhammed Baba Semasî, Seyid Emir Kilâl ve Muhammed Bahauddîn Nakşibend’in türbeleri bulunuyor. Hepsinin türbesini ziyaret ettik.

Mir Arab Medresesi’nden sonra durağımız Ark Kalesi’ydi. Buhara’da inşa edilen ilk yapılar arasında yer alan kalenin tarihi 6. yüzyıla dayanıyor. Efsaneye göre Ark’ın ilk kurucusu Siyavuş’tu. Kalede emirin yazlık odası, cami ve devlet hazinesi gibi bölümlerden oluşuyordu. İlk başta Buhara’yı çepeçevre saracak şekilde yapılan eserin amacı şehri dış saldırılara karşı korumaktı. Fakat Moğol istilası sırasında Cengiz ordularının gazabından kurtulamadı ve ciddi hasar gördü. 16. yüzyılda tadilatı yapılan kale, günümüzde turistlerin ziyaret ettiği sembolik bir yapı halinde duruyor. Kalenin önünde turistlerin kullanımı için birçok bisiklet ve hecin devesi bulunuyor.

Kaleden sonra, yakınlarda bulunan Bali Havz Camii’ne doğru yürümeye başladık. Burası 1712 yılında Buhara Hanlığı’nın Cuma Camii olarak yaptırıldı.

Havz Camii
Havz Camii
  • 1900’lü yıllarda yapıya 20 ahşap sütun eklendi. Önünde bulunan havuzdaki suyun yükseldiği dönemlerde sütunlar havuza yansıdığı için 40 sütunlu cami olarak da anılıyor.

Camide biraz vakit geçirdikten sonra acıktığımızı hissettik. Hemen yakınlarında bulunan bir lokantaya giderek Buhara pilavı ve samsa yedikten sonra Sâmânîler devletinin önemli hükümdarlarından İsmail Sâmânî’nin türbesine doğru yol aldık.

İsmail Sâmânî Türbesi
İsmail Sâmânî Türbesi

Nizâmülmülk’ün Siyasetnâme eserinde faziletlerinden bahsettiği İsmail Sâmânî’nin türbesi gözleri kamaştıran bir yapıya sahipti. Sonradan hayatını okuduğumda oldukça etkilendim. Döneminde Müslümanların birliği için çabalamış olmanın yanında halkına yapmış olduğu hizmetler de çok önemliydi. Ruhuna tekrardan Fatiha okumuş oldum.

Sıradaki duraklarımız şehrin biraz daha dışındaki hatta varoşlarındaki diyebileceğimiz eserler olacaktı. İlk olarak, Yahudilerin yaşadığı bir mahalleden geçtik.

  • İsrail’in kast sisteminde üçüncü sırada yer alan Mizrahî Yahudileri, Türkistan coğrafyasının farklı yerlerine dağılmış şekilde yaşamlarını sürdürse de bunlara genel olarak Buhara Yahudileri deniliyor.

Sayısına dair bir bilgim olmamakla beraber halk arasında da kendilerine dair bir şey duymadım. Halbuki Fas’ın Marakeş şehrinde bulunan Yahudi mahallesinin adını esnafla konuşurken sıkça duyuyordum. Tabii Gazze’nin gündemde olması da bunda etkili olabilir. Özbekistan’da maalesef Gazze’ye dair bir şey görmedim.

Yakınlardaki Nasreddin Hoca heykelini gördükten sonra Leb-i Havuz’a ulaştık. Buhara’da hayatta kalmış nadir göletlerden birisiydi. Nadir Divan Bey ve Kukeldaş Medreseleri havuzun etrafında bulunuyor. İnsanların tabiri caizse kafa dinlemeye geldiği bir yer burası. Yorucu günlerin ardından dinlenmek için bire bir. Nadir Divan Bey Medresesi’ndeki güneş ve tavus kuşu motifleri de görülmeli.

Çar Minor Medresesi
Çar Minor Medresesi

Buhara’daki yedi evliyanın türbelerinden önceki son durağımız Çar Minor Medresesi’ydi. Görünüşü ve dört minaresiyle diğer medreselerden oldukça farklı olan Çar Minor, Buhara Hanlığı döneminde Halife Niyaz-kul tarafından yaptırıldı. Zamanla dört minareden üçü yıkıldı fakat yeniden aslına uygun olarak yaptırıldı. Kapıdan girerken sol ön tarafta kalan minare yapıldığından beri duruyor. Cüzi bir miktar verip minareleri yakından incelemek için yukarı çıkılabiliyor.

Karnımız iyice acıkmıştı. Buhara pilavı yemek için tarihî bir Buhara konağına gittik. Burası önceleri insanların yaşadığı bir evken, zamanla lokantaya dönüştürülmüş. Konağın avlusuna kurulan kazanda durmadan pilav yapılıyordu. Yemeğimizi yedikten sonra Buhara’daki son akşamımızı geçirmek üzere meydana doğru gidip bir kahveye oturduk. Sıradaki durağımız Semerkand olacaktı.

*Fotoğraflar: Burak Çetik