
Buhara’dan hızlı trene binip birkaç saatlik yolculuğun ardından Semerkand’a varmıştık. Hızlı tren seyahati oldukça konforlu oldu bizim için. Trenden indikten sonra ilk olarak İkindi namazını kılmak için Peygamber Efendimiz’in soyundan geldiğine inanılan Seyyid Ahmed Celaleddin Kasanî adına yaptırılan külliyeye gittik. Ağaçların arasında kalan külliyeye sükûnet hakimdi. Namazın ardından bahçesindeki tarihî çınar ağacının altında biraz oturup kuş seslerini dinleyerek yol yorgunluğunu attık. Dinlendikten sonra sıradaki durağımız İmam Buhârî’nin türbesiydi. Türbeye vardığımızda tadilatta olduğunu gördük. Devasa bir kompleksin inşaatı yapılıyordu. İmam Buhârî adına yapılacak külliyenin, hadis ilminde derinleşen âlimler yetiştirmesi için dua ettim içimden.


Ardından, hiç vakit kaybetmeden Uluğ Bey’in rasathanesine gittik. Burası zamanında yağmalandığı için maalesef günümüze ufak bir kısmı ulaşmış durumda. Rasathanenin ön kısmında ise büyükçe bir Uluğ Bey heykeli yaptırılmış. Döneminin önemli bilim merkezlerinden birisi olan rasathane, 1421 yılında yaptırıldı. Yağmalandıktan sonra uzun süre atıl kalan yapı, 1908 yılında Ruslar tarafından yapılan arkeolojik kazılarda bulundu ve tadilat süreci başladı.
Akşam olmuştu ve karnımız acıkmıştı. İlk önce karnımızı doyurduk ardından gece ışık gösterisini izlemek için Registan Meydanı’na doğru geçtik. Her akşam burada çeşitli etkinlikler yapılıyor. Seyyahların ve Özbekistan’da yaşayanların ilgisini çeken bu gösteriler muhakkak görülmeli. Meydan günün her saatinde oldukça kalabalık oluyor fakat gecenin ilerleyen saatlerinde herkes evine çekildiği için bir Allah’ın kulu kalmıyor desek yeridir. Bunu bildiğimizden dolayı Semerkand’ı adımlamak ve meydanın boş saatlerine denk gelmek için yürümeye başladık. Timur’un türbesine gidiyorduk.

Masmavi kubbesi gece aydınlatmasında çok hoş görünüyordu. Türbenin bahçesine girdiğimizde kapısının açık olduğunu gördük. Hemen kapıdan içeri girdik. Aslında diğer günün sabahında zaten gidecektik fakat çok kalabalık olacağı için gece vakti şansımızı deneyelim dedik. Kapıda bizi güvenlik karşılayıp ne yaptığımızı sorduğunda, türbeye girmek istediğimizi ifade ettik. Giriş ücretini vererek girebilirsiniz dediler. Hemen ücretleri ödedik. Akşam vakitlerinde girebilmek imkânı güzel bir imkân. Giderken mutlaka akılların bir köşesinde yer edinmeli.

Türbeye girdiğimizde iç kubbenin sarılığı gözlerimizi kamaştırdı. 1399 yılında Timur’un veliahtı Muhammed Sultan Mirza tarafından yapımına başlanan yapı 1405 yılında tamamlandı. Burası zamanla hanedana ait bir kabristan haline geldi. Türbede Timur’un torunlarından Muhammed Sultan Mirza, Pir Muhammed Mirza, Uluğ Bey ve Timur’un oğullarından Miranşah Mirza defnedilirken hanedandan olmayıp da kabrinin burada yer aldığı tek kişi Timur’un hocası Seyyid Bereke’dir.
Timur’un kabrinin hemen üstünde bir tuğ bulunuyor. Şah-ı Nakşibend’in ve diğer evliyaların türbelerinde de tuğ görmüştük. Bu eski Türk âdetlerinde kabirde yatan kişinin ihtiram gösterilmesi gereken bir kişi olduğunu ifade ediyormuş. Türbe bazı dönemlerde yıkılma tehlikesi geçirmiş. Öyle ki eski fotoğraflarına baktığımızda minarelerinin yıkılmış olduğunu görebiliyoruz. Yapılan tadilatın ardından günümüzdeki görünümünü kazanmış.
Vakit epey geç olmuştu. Artık Registan’da bir Allah’ın kulu kalmamıştır diye düşünerek meydana yürümeye başladık. Vardığımızda gerçekten de birkaç kişinin dışında hiç kimsenin olmadığını gördük meydan tabiri caizse bize kalmıştı. Zaten seyyahlar için günün en ideal saatleri seher vakti ve gece vakitleridir. Şehrin sokaklarında kimse olmaz, şehir kendini açar. Registan, üç büyük medresenin yan yana inşa edilmesiyle doğal akışında oluşmuş dünyanın en tatlı meydanlarından birisidir.

- Karşıdan bakıldığında görünen medresenin adı Tillâ Kârî, sağdakinin adı Şirdor, soldakinin adıysa Uluğ Bey’dir. İlk olarak 15. yüzyılda Uluğ Bey Medresesi, 17. yüzyılda ise diğer iki medrese yaptırılmıştır. Medreselerin bulunduğu mahallenin adı Registan olduğu için bu isimle anılıyor.
Özbekistan’da medrese yoğunluğunun yanında dikkat çeken bir diğer husus medreselerin abidevî şekilde inşa edilip hayatın merkezinde yer almalarıdır. Buhara’da Mîr Arab Medresesi’nin meydanda yer alması ve Semerkand’ın kalbi Registan’ı üç büyük medresenin oluşturuyor olması bu durumu gözler önüne seriyor.

İyice yorulduğumuz için otele geçip dinlenmeye karar verdik. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra ilk durağımız itikadi mezhep imamlarımızdan İmam Mâtürîdî’nin kabriydi. Yine masmavi bir türbeyle karşı karşıyaydık. Özbekistan mavilerin ülkesiydi. İçeri girdiğimizde İmam Mâtürîdî’nin sandukasının etrafında taşlar olduğunu gördük. Sonradan öğrendiğimize göre bu alan aslında farklı mezarların da olduğu bir kabristanmış. Zamanla bakımsızlıktan mezar taşları kaybolduğu ve tahrip olduğu için mezarlıkların yeri kaybolmuş. Yapılan çalışmalarda tekrardan bulunan mezar taşları İmam Mâtürîdî’nin mezarının yanına bırakılmış. Mezhep imamımıza Fatiha okuyarak türbeden ayrıldık.

Tam kabirden çıkarken vücudumda yoğun bir kırgınlık hissetmeye başladım. Hastalandığımı fark ediyordum. Fakat sırada Şâh-ı Zinde vardı. Dolayısıyla hastalığımı göz ardı etmeliydim.
- Sahabe efendilerimizden Kusem b. Abbas’ın kabrinin bulunduğu alanda zamanla oluşan türbelerin oluşturduğu alana "Şâh-ı Zinde" yani "Yaşayan Sultan" deniliyor.

Türbelerin bulunduğu tepenin adı ise Efrâsiyâb tepesidir. 1220 yılında Cengiz ordularının hışmına uğrayan yapılar 1335’te yeniden inşa edilerek bilhassa 1360’lı yıllardan itibaren mukaddes alan olarak kabul edilerek kabristana dönüştürülmüştür.
Şâh-ı Zinde’den ayrılırken hastalığım iyice nüksediyordu. Aslında gezeceğimiz yerleri tamamlamıştık. Registan’ı görecek, Bibi Hanım Camii’ni ziyaret edecek ve Siyop Pazar’da alışveriş yapacaktık. Yani biraz daha sabredebilirdim. Fakat arabadan inip Registan’a vardığımızda durum ne yazık ki öyle olmadı. Ağrılarımdan dolayı ayakta duramayacak hale gelmiştim. Otele gidip biraz dinlenmenin iyi olacağını düşündüm. Birkaç saat uyuduktan sonra gidip eksik kalan yerleri de tamamlayacaktım.
İki saatlik uykunun ardından uyandığımda en ufak bir değişiklik yoktu hatta ağrılarım daha da şiddetlenmişti. Küçük bir sağlık ocağı bulup ilaç almaya karar verdim. Otelin alt katında bir sağlık merkezi bulunuyordu. Muayene olduktan sonra aldığım ilaç iyi gelmişti. Fakat ne yazık ki Taşkent trenimizin de vakti gelmişti. Yani eksik kalan iki yeri görememiştim. Bu anlamda Semerkand içimde bir yara olarak kaldı. İnşallah başka bir zaman gidip Bibi Hanım Camii’yi görürüm ve Siyop Pazar’da dolaşırım diye dua ettim.
Semerkand’da bir buçuk gün geçirmiştik. Hastalığa rağmen oldukça dolu ve bereketli oldu benim için. Zira İslâm medeniyetinin önemli unsurlarını görme fırsatı bulmuştum. İmam Mâtürîdî, İmam Buhârî, Timur ve Uluğ Bey isimleri ayrı ayrı değerlendirilirse önümüze İslam tarihi ve ilimleri hakkında önemli bir malumat çıkacaktır. Semerkand’ın çeşitliliği İslam medeniyetinin zenginliğini de gözlerimizin önüne seriyor açıkçası. Sıradaki durağımız Taşkent olacak.
*Fotoğraflar: Burak Çetik



