Semerkand’dan trene binip Taşkent’e vardığımızda saat oldukça geç olduğu için otele geçip dinlendik. Bir sonraki gün Özbekistan’daki son günümüzdü. Taşkent’i gezdikten sonra İstanbul’a uçuşumuz vardı. Sabah uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra ilk durağımız Yesevî şeyhlerinden Zengi Ata’nın türbesi oldu. Asıl adı Ay Hoca olsa da teninin karalığından dolayı “Zengi” olarak anılmıştır. 1258’de vefat eden Zengi Ata’nın mezarı Zengiata ilçesindedir. Halkın ziyaret ettiği türbede her yıl eylül aylarında bir şenlik geleneği oluşmuştur. Halk o günlerde Zengiata’da toplanır ve sergilenen çeşitli gösterileri seyreder. Bazı seyyahların kitaplarında bu şenliklerin zikredildiğini görebiliyoruz.


- Türbeden sonraki durağımız Hazreti İmam Külliyesi olacaktı. Bu külliye içerisinde Barak Han Medresesi, Muyi Mübarek Medresesi, Keffâl Şaşi Türbesi, İmam Buhari Enstitüsü, Eski Eserler Müzesi ve Hazreti İmam Camii’yi barındırıyor.
Külliyeye vardığımızda ilk olarak İmam Buhari Enstitüsü’nü gördük. 1970 yılında açılan enstitü ilk önce imamların yetiştirildiği bir yerken zamanla yüksek İslâmî eğitim veren bir kurum haline geldi. Enstitünün bir kısmında Özbekistan’da müftülük yapmış isimlerin fotoğrafları bulunurken, bir kısmında ziyaret eden âlimlerin fotoğrafları bulunuyordu. Muhammed Avvame ve Taki Osmani gibi önemli isimler bu merkezi ziyaret etmiş.


Hemen yan tarafında bulunan türbede, önemli fakihlerden Kaffâl Şaşî’nin mezarı bulunuyor. 904 yılında Şâş’ta yani Türkistan’da doğmuştur. “Kaffâl” lakabı asıl mesleği olan kilitçilikten dolayı verilmiştir. Kendisi rıhle yapan âlimlerimizdendir. Hadis ilmini öğrenmek için Horasan, Irak, Hicaz ve Suriye’ye yolculuklar yapmıştır. Şâfiî fıkhındaki derinliği ve hadis ilminin sistemleşmesindeki katkılarıyla tarihimizde önemli bir yer edinmiştir.

Sıradaki durağımız Barak Han Medresesi’ydi. Taşkent’in en büyük medreselerinden birisi olan yapı 16. yüzyılda yaptırıldı. Ziyarete açık fakat içerisinde fotoğraf çekmek yasak. Kapısında seyyar bir dondurmacı bulunuyor. Bu Özbekistan genelinde gördüğümüz bir şeydi. Yaz aylarında geldiyseniz mutlaka dondurma yiyin. Gerçekten çok lezzetli oluyor dondurmaları.
Dondurmaları yedikten sonra Eski Eserler Müzesi’ne geçerek Hz. Osman Mushafı olduğuna inanılan Kur’ân-ı Kerîm’i görecektik.
- Bir sandukanın içerisinde korunan Hz. Osman Mushafı, deri üzerine kufî hatla yazılan büyükçe bir eser. Rivayetlere göre Hz. Ali tarafından Kufe’ye getirilmiştir. Timur 1402’de bölgeyi aldığında mushafı da beraberinde Semerkand’a getirmiştir.
Yıllarca unutulan nüshanın daha sonra yapılan araştırmalarda ortaya çıktığı söylenmiştir. Müzenin içerisine girdiğimizde fotoğraf çekmenin yasak olduğunu görecektik yine. Külliyedeki yapılan bu anlamda özenle korunuyordu. Mushafın fotoğrafını bundan dolayı çekemedim.
Müzeden sonra Öğle namazını kılmak için Tilla Şeyh Camii’ne geçtik. Özbekistan’da camiler oldukça bakımlıydı. Bir mabede yakışacak cinsten neredeyse hepsi pırıl pırıldı. Şadırvanlarda havluların olduğu bir bölüm vardı. Ayak ve yüz havluları olarak ikiye ayrılan havlular abdest aldıktan sonra kurulanmak içindi. Daha önce farklı bir ülkede böyle bir durumla karşılaşmamıştım. Bu anlamda takdire şayan bir düşünce olduğunu söylemeliyim. Namazı kıldıktan sonra meşhur Çarsu Pazar’a doğru gittik.

Burası Özbekistan’da en çok merak ettiğim yerler arasındaydı. İçeri girdiğimizde adeta masallardaki panayırlarda olduğumuzu hissettik. Alt katı kasaplardan üst katı kuruyemişçilerden oluşan Pazar birçok yeni tadı denememize imkân sağlıyor. Çin cevizi ve mango kurusu benim en çok sevdiğim yeni tatlar oldu. Pazarın dış kısmındaysa sebzeciler, fırınlar ve kebapçılar yer alıyor.


Sıcacık Özbek ekmeklerinden yemek için fırınlara doğru geçtik.
Pişer pişmez sıcacık satın alabildiğimiz ekmeklerin her şehirde farklılık gösterdiğini görmüştük. Hive’de kraker gibi olan ekmek, Buhara ve Semerkand’da biraz daha hamurlu yapılıyordu.

Çarsu Pazar’da her tür ekmeği görmek mümkün. Ekmeklerimizi aldıktan sonra gezinmeye devam ederken elmalı, naneli ayran gördük. Görüntüsü ilginçti ama denemeye karar verdik. İlk bardağı içtikten sonra hemen ikincisini istedik. Pazara gittiğinizde mutlaka bu ayranı deneyin.
Alışverişi tamamladıktan sonra iyice acıktığımız için meşhur Beş Kazan’a geçerek son Türkistan pilavlarını yiyecektik. Burası Taşkent’te meşhur bir pilavcı. Büyükçe beş tane kazanda pişirilen pilavlar sıcacık servis ediliyor. Açıkçası dört şehir arasında yediğimiz en iyi pilavın Beş Kazan’daki olduğunu diyebilirim. İsminin hakkını veriyor. Burada at eti de denemiş olduk. Ekibimizdeki arkadaşların pek hoşuna gitmese de beğendiğimi söylemeliyim. Pilavın ardından akşam namazını kılmak için Şeyh Zeyneddin Camii’ye doğru geçtik.

- Şeyh Zeyneddin Camii’ne geçerken çok heyecanlıydım çünkü Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı, büyük mücahid Ali Han Töre’nin kabri, bu caminin haziresindeydi.
21 Mart 1885’te o dönemler Türkistan topraklarının bir ili olan Tokmak’ta dünyaya gelen Ali Han Töre çocukluğundan itibaren İslâm terbiyesiyle büyütüldü. İlk eğitimlerini babasından aldıktan sonra Mekke’ye giderek ilim tahsil etti. Ülkesine döndükten sonra vaaz edip halkı irşad etmeye başladığında ana gündemi Çarlık Rusya’sının Türkistan üzerindeki hâkimiyetinin bitirilmesine yönelikti. Bolşeviklerin ihtilalinden sonra ve Çin’in bölgeye hâkim olmasından sonra da benzer konularda vaazlar vererek halkı bilinçlendirdiği için defalarca gözaltına alındı.

7 Kasım 1944’te Gulca’da başlayan bağımsızlık savaşında Ali Han Töre ve arkadaşları beş günde savaşın galibi olarak Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’ni kurdular. İlk Cumhurbaşkanı Ali Han Töre olarak seçildi. Bu dönemde İslâm’ın emirlerini tatbik etti ve devlet kurumlarını bu şekilde tesis etti. Bu durum Sovyetler ve Çin için iyi değildi çünkü bağımsızlığını kazanmış Türkistanlılar onlar için tehlike arz ediyordu. Dolayısıyla Sovyetler ve Çin ittifakıyla Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti önce zayıflatıldı ardından yıkıldı. Ali Han Töre bu süreçte Taşkent’te yaşamaya başladı ve hayatının sonuna kadar ilmî faaliyetlerle uğraştı. Taşkent’e gelenlerin bu büyük mücahidin kabrini ziyaret edip Fatiha okuması gerekiyor muhakkak.


Akşam namazından sonra meşhur Taşkent metrosunu görmek istedik. Az vaktimiz vardı ama hızlıca birkaç durak görebilirdik. Bu metronun özelliği her durağının adeta belli konseptlerde inşa edilen bir sanat galerisinden farksız olmasıydı. Yunusabad, Çilanzar, Almazar gibi yer adlarının yanı sıra Emir Timur, Biruni, Uluğ Bey, Ali Şir Nevai, Abdulla Kadiri, Gafir Gulam, Aybek, Hamid Alimcan ve Yunus Rajabiy gibi şahsiyetlerin isimlerini de taşıyan duraklar bulunuyor. Her durakta bu zatların eserlerine dair izler bulunuyor. Biz Kozmonotlar durağından Ali Şir Nevai durağına geçtik. Ali Şir Nevai durağında bizi şiirleri karşıladı. Keyifli bir deneyim olduğunu söylemeliyim. Duraktan indikten sonra bir kahve içip uçağa binmek için havalimanına hareket ettik. Böylelikle Özbekistan seyahatimizin sonuna gelmiştik.
*Fotoğraflar: Burak Çetik




