Mektebe giden martılar

Martıların bir ayakları denizlerde olsa da tamamen de deniz kuşu sayılamayacağı zamanlarda büyüdüm kendi adıma.
Martıların bir ayakları denizlerde olsa da tamamen de deniz kuşu sayılamayacağı zamanlarda büyüdüm kendi adıma.

Martıların bir ayakları denizlerde olsa da tamamen de deniz kuşu sayılamayacağı zamanlarda büyüdüm. Evet, bugünlerde Fatih’in ara sokaklarında çöp konteynerlerinin civarında kargalarla ekmek kavgası yapan martılar değildi onlar. Ancak her sabah sürüler hâlinde şehrin çöplüklerine yöneldiklerine şahidim. Rahmetli babam, sabahları çöplüğe yönelen martı sürüleri için “Mektebe gidiyorlar” derdi.

Hayvanlar için kullanageldiğimiz klişeleşmiş sıfatlar, isimlerine eklendikleri canlılarla değil bizimle ilgilidir. Tilkinin kurnazlığı, devenin kindarlığı… Liste uzasa da sonuç değişmez. Kahramanları hayvanlardan oluşan fabl türünde anlatılanlar da esasen insanlardır. Zira kurnazlık, cimrilik, hırslı olmak gibi beşerî durumların hayvanların üzerinden anlatılmasıdır söz konusu olan. Martılar da hep özgürlüğün sembolü olagelmişlerdir. Ancak bu sembolizm martıların değil insanların problemidir. Charadriiformes takımının Laridae familyasının Larinae altfamilyasını oluşturan 45 deniz kuşu türünün neyin sembolü olduğu gibi bir problemi yok.

Hayvanlar için kullanageldiğimiz klişeleşmiş sıfatlar, isimlerine eklendikleri canlılarla değil bizimle ilgilidir.
Hayvanlar için kullanageldiğimiz klişeleşmiş sıfatlar, isimlerine eklendikleri canlılarla değil bizimle ilgilidir.

Orhan Veli’nin her tüyünde ayrı bir telaş gördüğü martılar gibi alıp başını gitme isteği duymasından ziyade Can Yücel’in onları denizin sokak çocuklarına benzetmesi hoşuma gider benim. Çünkü martılar başlarını alıp gidemedikleri için, bir sokak çocuğu gibi her mihnetiyle şehre alışmaya ve hayatlarını yaşayabilecekleri bir formata sokmaya çalışırken, çöplüklerde yaşamaya başladılar ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Bahar Sarhoşluğu” şiirinde “Süt beyaz bir martıyım açıklarda/Gemilere ben yol gösteriyorum,/Buğday ve ilaç yüklü gemilere/Bir kanat vuruşta bulutlardayım;/Bir süzülüşte vatanım dalgalar!” şiiriyle yaptığı tarif çok gerilerde kaldı.

Martıların bir ayakları denizlerde olsa da tamamen de deniz kuşu sayılamayacağı zamanlarda büyüdüm kendi adıma. Evet, bugünlerde Fatih’in ara sokaklarında çöp konteynerlerinin civarında kargalarla ekmek kavgası yapan martılar değildi onlar. Ancak her sabah sürüler hâlinde şehrin çöplüklerine yöneldiklerine şahidim. İnternette biraz araştırırsanız gizli gizli mutfağa girip bulduğu yemeklerle karnını doyuran martının videosunu kolayca bulabilirsiniz. Rahmetli babam, sabahları çöplüğe yönelen martı sürüleri için “Mektebe gidiyorlar” derdi. Samatya’daki evimizin terasından akşamları mektep dönüşlerini de seyrederdik hatta. Bu yazı biraz da o cümlenin hatırına kaleme alındı zaten. Doksanlı yıllardaki askerliğimde o gidiş ve gelişleri Kemerburgaz tarafında da seyrettim. Kışlamızın damları gün boyu martılarla dolu olurdu.

Martıların bir ayakları denizlerde olsa da tamamen de deniz kuşu sayılamayacağı zamanlarda büyüdüm kendi adıma.
Martıların bir ayakları denizlerde olsa da tamamen de deniz kuşu sayılamayacağı zamanlarda büyüdüm kendi adıma.

Martılar Anadolu’nun içlerine kadar yayıldılar esasen. Ankara’da Çubuk Barajı Gölü, Mogan Gölü gibi, Elazığ’da Keban Baraj Gölü, Van Gölü gibi umulmadık yerlerde de martılarla karşılaşmak mümkün. Kimileri, Karadeniz’den bu bölgelere balık nakleden kamyonları takip eden martıların, söz konusu iç bölgelere kadar ulaşarak yerleştiklerini anlatıyor.

Martıları denizle irtibatlı kılan “beşerî” unsur ise şehir hatları vapurları. İstanbulluların attıkları simitlerle maişetlerini temin eden martılar, vapurları ihmal etmiyorlar. Adalar seferlerinde vapurların peşinde bir de martı sürüsü görmek yolcuları şaşırtmıyor, tam tersine mutlu ediyor. Herkes rolünü biliyor vesselam. Bedri Rahmi Eyüpoğlu da bu yüzden haklı çıkıyor.

  • İstanbul deyince aklıma martı gelir
  • Yarısı gümüş, yarısı köpük
  • Yarısı balık yarısı kuş
  • İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
  • Bir varmış, bir yokmuş…

Martılar edebiyatçıların da dikkatinden kaçmadı. Richard Bach, benim doğduğum sene olan 1972’de yayınladığı Martı adlı kitabında bir martının diğer martılara rağmen kendini aşıp özgürleşmesini anlatırken bugünlerde popüler olan kişisel gelişim kitaplarının atalarından birine imza atar gibidir. Onlarca dile tercüme edilip milyonlarca satan bu kitapta Bach, martıya “Binlerce yıldır balık kafaları kovalayıp durduk, ama şimdi bir yaşama nedenimiz var: öğrenmek, keşfetmek ve özgür olmak!” gibi cümleler kurdurur. Richard Bach’ın martısı geleceğe kanat çırpan cüretkâr bir martıdır, Çehov’un öyküsünde yitik bir geçmişle, kayıp bir özgürlükle yüzleşmeyi sembolize eder. Traplev adlı karakter şu replikle oyunu ismine bağlar:

Bugün bir martı öldürme alçaklığında bulundum. Yakında kendimi de böyle öldüreceğim.

Camus’un Yabancı’sında olduğu gibi ortada makul bir sebep olmadan öldürülen bir martı vardır.

Sait Faik Abasıyanık, Mahalle Kahvesi’nde “Ermeni Balıkçı ile Topal Martı”, Alemdağ’da Var Bir Yılan’da ise “İki Kişiye Bir Hikâye”de martıları konuşturur. İki hikâye arasındaki fark ve benzerlikleri Necati Mert uzun uzun anlatır.

Mustafa Kutlu, Arkakapak Yazıları adlı kitabında yer verdiği “Güvercin Avlayan Martı” adlı hikâyesinde, bozulan doğal dengenin martıların fıtratını terörize etmesini anlatır. Sokak aralarında çöp bidonlarını karıştıran, denk düşerse güvercin avlayan martıları anlatırken Marx’ın Kapital’de Romalı şair Horatius’tan yaptığı alıntı, dipten bir yerden tekrar eder: “Anlatılan senin hikâyendir.”

Durun durun, Attila İlhan’ın martısını unutmuş değilim:

  • Beni koyup koyup gitme, n’olursun
  • Durduğun yerde dur
  • Kendini martılarla bir tutma
  • Senin kanatların yok
  • Düşersin yorulursun

Martıların insanlarla iç içe yaşayıp, beslenme rejimlerini ona göre adapte etmek zorunda kaldıkları bir zamanda Attila İlhan’ın şiirindeki ironi daha bir derinleşiyor.

Martılar insanlara bağımlı bir hayat tarzı kurmuş olsalar da bu durum onların özgürlük timsali olmalarına zarar vermedi. Bugün gıdalarını çöplerden çıkarsalar da martıların hayatlarındaki en büyük tehdit de yine çöpler. Zira pek çok martının çöpleri yiyecek zannedip kendilerine zarar verdiği gözlemlenmiş. Hayatının çöplerin arasında geçmesi ve uyum kabiliyetleri bile martıları bazı çöplerden korumaya yetmiyor demek ki… Yani neyi atıp neyi atmayacağımız sadece bizi ilgilendiren bir problem değil. Sorumluluklarımızın farkında olmamız lazım.