Momo’cu Osmanlılar

Momo
Momo

Saat, zamanı homojenleştirdi. Sabah, öğle, akşam, gece... ayırımı ortadan kalktı. İkindi, yatsı gibi kelimeler anlamsızlaştı. Kendine ait rengi, kokusu, kudsiyeti olan vakit kalmadı. Çin'de ve İslam dünyasında birtakım eski örnekleri olmakla beraber, mekanik saati Avrupalılar geliştirdi. Çünkü günlük ekonomik hayatı disiplin altına almak istiyorlardı; saat bu hizmeti gördü. Tarihçi P. G. Walker, makine toplumsal üstyapıyı belirleyen özerk bir kuvvet değildir, diyor. Avrupalılar mekanik saati geliştirmeden önce, kendileri mekanik hâle gelmiş, bir makineye benzemişlerdi.

Momo 1973 yılında Almanya’da yazılabildi de, neden Türkiye’de yazılamadı? Akla yakın iki gerekçe: 1. Türkiye’de “çalınan zaman” miktarı henüz ürkütücü boyutlara ulaşmamıştı. 2. Michael Ende’yi hazırlayan, zamanın farklı kültürel algılanışlarını kavramış nitelikli yazarlar Türkiye’de yoktu. Birinci gerekçe zayıf, ikincisi haksız. Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” ile Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, yeni kuşak yazarların (belki) zihinlerine etkise de, yüreklerine işlemedi. Oysa, Momo’dan öğrendik ki, “zaman, yaşamın kendisidir ve yaşamın yeri yürektir.”

Momo
Momo

Bundan 22 yıl önce, henüz yüreğimin sesini duyabiliyorken, Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü ders kitabı olarak okutacak ilk iktisat hocasının ellerinden öpeceğim diye yazmıştım. Farklı medeniyetlerin zaman bilincini, ayrıca zamanın modern iktisadi hayattaki biçim, anlam ve önemini bu kadar derinden kavramış toplum bilimcimiz azdır. Ya Ahmet Haşim'in “Müslüman Saati” başlıklı kısa denemesi? İki farklı dünyanın karşıt zaman anlayışlarını (hissiyat mı deseydim?) bu kadar ustalıkla karşılaştıran bir doktora tezi yazılabildi mi?

Saat, zamanı homojenleştirdi. Sabah, öğle, akşam, gece... ayırımı ortadan kalktı. İkindi, yatsı gibi kelimeler anlamsızlaştı. Kendine ait rengi, kokusu, kudsiyeti olan vakit kalmadı. Çin'de ve İslam dünyasında birtakım eski örnekleri olmakla beraber, mekanik saati Avrupalılar geliştirdi. Çünkü günlük ekonomik hayatı disiplin altına almak istiyorlardı; saat bu hizmeti gördü. Tarihçi P. G. Walker, makine toplumsal üstyapıyı belirleyen özerk bir kuvvet değildir, diyor. Avrupalılar mekanik saati geliştirmeden önce, kendileri mekanik hâle gelmiş, bir makineye benzemişlerdi.

  • Tanpınar’ın romanında Hayri İrdal, eski hayatımızın saat üzerine kurulduğunu söyler. Ancak, Walker’ın sözünü ettiği mekanik hâle gelişten çok uzak bir seyirdir bu. İş hayatında yüksek verim sağlanması için zamanın tek biçim hâle getirilmesinden ziyade, Osmanlı dünyasında Allah'a kulluğun daha düzenli yapılmasını mümkün kılan bir araçtı saat. “Muvakkit Nuri Efendi’den öğrendiğimize göre, Avrupa saatçiliğinin en büyük müşterisi daima Müslümanlar ve onlar içinde en dindar olan memleketimiz halkı imiş. Günde beş vakit namaz, Ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadet saatle idi. Saat, Allah’ı bulmanın en sağlam çaresiydi ve bu sıfatla eskilerin hayatını idare ederdi. Saat sesi bu yüzden onlar için şadırvanlardaki su sesleri gibi hemen hemen iç âleme ait, büyük ve ebedî inançların sesiydi.”

Ahmet Haşim ise, Gurabahane-i Laklakan’da insanlarımızın saatin modern tarzda kullanıldığı bir ortamın havasını teneffüs etmeye henüz başladıkları bir devri şöyle tasvir ediyordu: “Yabancı saati alışkanlığından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığiyle simsiyah olan ve sırtı çeşitli vakitlerin kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, büyük bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına uzanan 24 saatlik gün tanılmazdı. Işıkta başlayıp ışıkta biten, 12 saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi.” (Vurgu benim)

Tanpınar
Tanpınar

Romanımızın diliyle söylersek, zamanın tasarruf edilmediği, Momo’ca yaşandığı günlerdi onlar. Oysa Momo’nun dünyasında, duman adamların disiplinli çalışmaları neticesinde, zaman tasarrufu moda oldu. Sistem, zaman tasarrufunu kolaylaştıracak çok sayıda alet edevat üretip, bunları insanlara “gerçek yaşam için özgürlük” sloganlarıyla pazarlamaya başladı. Evlerin duvarlarını şöylesine reklamlar süsledi: “Gelecek, zaman tasarrufuna bağlıdır!” “Yaşamını uzat; zamandan tasarruf et!” Evet, zaman tasarruf edenler daha çok kazanıp, daha çok harcıyor, daha iyi giyiniyorlardı. “Ama yüzleri asıktı; yorgun ve keyifsizdiler; gözleri dostça bakmıyordu. Git bir Momo’ya uğra! deyiminden bile habersizdiler.”

Yeni dönemde, insanın işini severek ve isteyerek yapması değil; en kısa sürede en çok işin yapılması önem kazandı. Eski evler yıkılıp yerlerine tek tip ve ucuz apartmanlar yapıldı. Kışlalar gibi. Her şey hesaplı ve planlıydı; tek bir an bile ziyan edilmiyordu. Hayatın giderek tekdüze ve soğuk hâle geldiğini ise kimse anlamak istemiyordu. “Bu gerçeği sadece çocuklar, taa yüreklerinde hissettiler. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu… İnsanlar zamandan tasarruf ettikçe, zaman azalıyordu.”

Hayali öldüren oyuncaklar!

Momo’ya uğrayanlar da, Gigi’nin öykülerini dinleyenler de gün geçtikçe azaldı. Kimse oyunlardan eski zevki almıyordu. Gerçi tiyatro yıkıntısına yabancı çocuklar da gelmeye başlamış ve beraberlerinde bir sürü oyuncak getirmişlerdi. Kendi ekseni etrafında dönen, uzaktan kumandalı tanklar; uzay roketleri, robot bebekler… Bunlar Momo ve arkadaşlarının sahip olamayacağı pahalı oyuncaklardı. “En küçük ayrıntılarına kadar öyle ince düşünülerek yapılmışlardı ki, çocukların hayal kurmalarını gerektiren bir yanları kalmamıştı.” Bunun üzerine, çocuklar sıkılıyor ve akıllarına başka oyun gelmiyordu. Eski oyunlarını özlüyorlardı. “Birkaç tahta parçası, kutular, yırtık bir masa örtüsü ve belki bir avuç taşa birazcık da hayal karıştı mı, ah, ne oyunlar oynanırdı.”

Ahmet Haşim
Ahmet Haşim

Duman adamlar Momo’yu saflarına çekmek için, yıkıntıya onun boyunda bir oyuncak bebek bırakırlar. Momo âdeta büyülenir. Bebekle konuşmaya başlar. Fakat anlar ki, bebek boyuna aynı cümleleri tekrar etmektedir. Canı sıkılmaya başlar. Tam bu sırada, görevli duman adam ortaya çıkıverir. Arabasının bagajından ipek sabahlıklar, yılan derisinden el çantaları, fotoğraf makinesi, televizyon, bilezik, kolye ve daha neler neler çıkarıverir. Can sıkıntısına çare olarak bunları Momo’ya sunar. “İnsan hep yeni bir şeyler alırsa canı sıkılmaz… Artık arkadaşlarına gerek yok. Bütün bu güzel şeyler senin olduktan sonra.” Momo’dan hâlâ bir ses yoktur. Duman adam öfkelenir: Zamane çocukları ne kadar zor beğenir oldular! Söyler misin sen bana, bu harika bebeğin nesi eksik? Momo yere bakar: “İnsan onu sevemez ki! Ben arkadaşlarımı seviyorum.”

  • Duman adam sabırlıdır. Henüz gerçek hayatı tanımayan Momo’ya nasihat etmeye başlar: “Yaşamda esas olan, insanların bir yerlere gelmeleri, yükselmeleri, bir şeylere sahip olmalarıdır. Kim ötekilerden daha öndeyse ve daha çok şeye sahipse, başka şeyler de kendiliğinden gelir: Dostluk, arkadaşlık, sevgi, şeref gibi… Sen dostlarının her şeyini engelliyorsun, gelişmelerini bozuyorsun. Buna sevmek mi diyorsun?”

Duman adamlar kararlıdır: Arkadaşlarını, Momo’ya karşı koruma altına alacaklardır. “Onların bir şeyler olmasını istiyoruz.” Kim bu biz? diye sorar Momo. Biz, yani Zaman Tasarruf Şirketi. “Ben sana iyi davranıyorum, ama Zaman Tasarruf Şirketi şakaya gelmez. Bizimle başa çıkamazsın!” Momo usulca fısıldar: “Seni hiç kimse sevmedi mi?” Bu söz, duman adamı can evinden vurur ve dili çözülerek birçok sırrı itiraf eder. Meğer hayatları, diğer insanların tasarruf ettikleri zamana bağlıdır. “Onları biriktiriyoruz, onlara muhtacız, zamana doymak bilmeyiz.”

Hırsızlıkla çocukça mücadele

Çocuklar toplanarak zaman hırsızlarına karşı mücadele etmeye karar verirler. Fakat ne yapacaklardır? Daha da önemlisi, zaman nedir ki? “Belki atom gibi bir şeydir” der, Maria. Massimo, zamanın bir film gibi bantlara kaydedildiğini söyler. Belki duman adamların da zamanı yakalayan böyle bir aletleri vardır. “Yerini bulsak, onu tersine çeviririz, çalınan zamanların hepsi geri gelir!” Paulo ise her şeyden önce kendilerine bir uzman gerektiğini söyler. Uzman yardımı olmadan bir şey yapılamaz. “Sen de bilginsiz bir şey yapamazsın!” diye kızar Franco. “Onlara güvenilmez! Birini bulduk diyelim. Zaman hırsızlarıyla ortak çalışmadığını nereden bileceksin?”

Momo
Momo

Sonunda, bütün şehir ahalisinin çağrılı olduğu büyük bir gösteri yapmaya karar verirler. Elde pankart, cadde sokak dolaşırlar: “Neden hiç zamanınız yok? Biz çocuklar size haber verecez. Lütfen hepiniz büyük toplantıya gelsin. Gelecek Pazar 6’da, eski anfide. Çocuklarınız haykırıyo: Zamanınız çalınıyo. Dikkat, çok önemli! Zamanınız nerede? Bu büyük bir sır. Biz size söylecez…”

Toplantı saati gelip geçer, çağrılanların hiçbiri gelmez. Franco, yapacak bir şey yok, der. “Bundan sonra büyüklerden medet ummayalım, gördük işte! Benim zaten onlara hiç güvenim yoktu, bundan sonra onlarla hiçbir işe girmem.” Momo hep susmaktadır. Gigi onun saçlarını okşayarak teselli eder: “Bu kadar büyütme Momo! Yarın sabah her şey değişir. Biz de başka bir hikâye düşünürüz, olur biter!”

  • Derken çöpçü Beppo, duman adamlar arasındaki bir yargılamaya tanık olur. Çocukların muhalif hareketinin ne kadar ciddi olabileceği konuşulmaktadır. “Çocuklar bizim doğal düşmanlarımızdır,” der yargıç. “Onlar olmasaydı insanlık çoktan pençemize düşmüş olacaktı. Çocukları zaman tasarrufuna alıştırmak, büyük insanları alıştırmaktan çok daha güçtür. Bu yüzden en sert yasalarımızdan biri şudur: Er geç sıra çocuklara gelir.”

Kaplumbağa gibi hızlı yürü!

Momo’nun varlığı duman adamlar için dayanılmaz hâle gelince, hakkından gelmek için yakalamaya karar verirler. Onlar harabeye varmadan bir kaplumbağa belirir kapıda, sırtında bir tür ışıklı levha: Beni İzle! Duman adamlar geldiklerinde Momo’yu bulamazlar, çünkü o sırada kaplumbağanın peşi sıra büyük şehrin caddelerinde yürümektedir. “Yavaş ama hep aynı tempoda. Momo böylesine yavaş yürüyüp de bu kadar ilerleyebilmelerine şaştı kaldı.”

Momo
Momo

Bu arada Beppo, duman adamların konuşmalarına tanık olup sırlarını öğrendiğinden, hızla Momo’yu bulmaya gider. Onu yerinde bulamayınca da heyecanlanıp Gigi’ye koşar. Gigi, “birkaç kuruş fazla kazanmak için” bir araba parkı bekçiliğine başlamıştır. Beppo’nun anlattıkları ona bir şaka gibi gelir. Sonunu düşünmeden başladığı kendi öyküleri gibi bir oyun. “Yaşamında ilk defa, onun hayal gücünün dışında, kendi başına bir öykü oluşuyor ve o seyirci kalıyordu!”

Duman adamlar bütün aramalarına rağmen Momo’yu bulamaz, çünkü kaplumbağayı takip ederek zaman sınırının ötesindeki bir mahalleye gelmişlerdir. Daracık bir sokağa girerler, mermer levhasında altın harflerle Hiçbir Zaman Sokağı yazmaktadır. Momo artık ilerleyemiyor ve kendi sesini duyamıyor. Kaplumbağanın sırtındaki levhada şu kelimeler belirir: Geri Geri Yürü! Söyleneni yapınca, geriye doğru yaşamaya başladığını hisseder. Sokağın sonundaki binaya ulaşır: Hiçbir Yerde Evi. İçeri süzülüverir. İçerideki odanın levhası: Secundus Minutius Hora Usta (Saniye Dakika Saat Usta).

Duman adamlar aralıksız 3.738.259.114 saniye harcar, fakat Momo’ya ulaşamazlar. Başkan, zaman hazinelerinin tükenmez olmadığını, dolayısıyla iyi bir planla bu kızdan mutlaka kurtulmaları gerektiğini söyler. Kızın kaybolmuş olmasının iyi olduğunu belirten başka bir duman adam, bu sonuca sevinmeleri gerektiğini söyler: Kız ortadan kayboldu! Zamanın ötesine geçti. Kurtulduk!

Başka biri o kadar iyimser değildir ve bu işte bir yabancı parmağı olduğunu, Momo’yu kurtaran Üst Akıl’ın onu silahlandırarak geri göndereceğini ileri sürer. Bu görüşe hak veren diğer bir duman adam, Momo’ya karşı insanlar arasındaki yardımcılarımızı kullanalım, der. Yedinci duman adam bir atasözünü hatırlatır: Yenemediğin kişiyle dost ol! Fakat, der diğerleri, Momo’ya yalan söylenemiyor! O zaman, onu dostlarından yoksun bırakalım, derler. “Zamanını başkalarına ayırmayı seviyor. Onu paylaşacağı kimse bulamazsa ne yapar?” Beppo ve Gigi’den başlayarak, herkesi ondan uzaklaştırmaya karar verirler. Zaman onun için bir yük olacak, hatta bir bela.

Hayatın sırrı, ölümde!

 Aziz Augustinus
Aziz Augustinus

Bu arada Momo, Hora Usta ile sohbeti koyulaştırmış, beşerî varoluşa dair can alıcı sırları öğrenmeye çalışmaktadır. Duman adamların rengi neden böyle kül gibi soluktur? Varlıklarını ölü bir şeyden kazandıkları için. Onların varlığı, insanların zamanlarını çalmaya bağlı. “Fakat zaman, gerçek sahiplerinden alınınca ölüyor.” Duman adamlar gerçekte birer hiç. Onları var eden, insanların tasarruf ettiği zaman. İnsanlar onları hem var ediyor, hem de onların hükümleri altına giriyorlar. Nasıl bir akılsa bu?

Hora Usta, Momo’ya bir bilmece sorar; çözümü Aziz Augustinus’u hayran bırakacak bir muamma:

  • Üç kardeşler, otururlar bir evde
  • Hiç benzemez birbirine üçü de
  • Birincisi evde yoktur, gelecek
  • İkincisi gitmiş, dönmeyecek
  • En küçüğü evdedir
  • Ülkeyi üçü birden yönetir.

Aziz Augustinus’a göre geçmiş ve gelecek yoktur; bunlar hâldeki inşalarımızdır. Üç zaman vardır: geçmiş şeylerin şimdiki zamanı, şimdiki şeylerin şimdiki zamanı, gelecek şeylerin şimdiki zamanı. Hora Usta’nın ifadesiyle, Zaman tek bir ülkedir ve ancak yürekle hissedilir. Göz nasıl görmeye, kulak da duymaya yarıyorsa, yürek de zamanı algılamaya yarar. “Kör bir insan için gökkuşağının renkleri ve sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur. Düzgün çarptığı halde kör ve sağır olan nice yürekler vardır.”

Peki, ölüm? Hora Usta’nın cevabı tasavvuf tarihinin özeti gibidir: “İnsanlar ölümün ne olduğunu bilselerdi ondan hiç korkmazlardı. Korkmayınca da kimse onların yaşam zamanını çalamazdı.” Momo’nun finali ve yazarının derin anlam arayışı gelecek aya kaldı.