Bir geriye çekilme yöntemi olarak koşmak

Forrest Gump hem kaçmamış olur, hem de ileriye gibi görünse de bir geriye çekilme yöntemi olarak koşmuş olur.
Forrest Gump hem kaçmamış olur, hem de ileriye gibi görünse de bir geriye çekilme yöntemi olarak koşmuş olur.

Forrest Gump koşmaya kaçmaktan başlamıştı, o halde ileriye doğru koşmayı tercih ettiğinde, koştuğu yön diğerlerinin olmadığı yön olursa, Forrest Gump hem kaçmamış olur, hem de ileriye gibi görünse de bir geriye çekilme yöntemi olarak koşmuş olur. Onların olmadığı yere koşmak, ileri ya da geri diye ifadelenemez zaten.

Başlık olmadı farkındayım. Zira koşmak elbette bir geriye çekilme yöntemi sayılamaz. Ama şöyle düşünebiliriz belki. Koşulan yön, diğerlerinin olduğu yön değil. İnsan elbette ileriye doğru koşar, geriye doğru koşmaz, geriye doğru koşmak söz konusu olursa bunun adına kaçmak denir. Öte yandan bağlam dahilinde Forrest Gump koşmaya kaçmaktan başlamıştı, o halde ileriye doğru koşmayı tercih ettiğinde, koştuğu yön diğerlerinin olmadığı yön olursa, Forrest Gump hem kaçmamış olur, hem de ileriye gibi görünse de bir geriye çekilme yöntemi olarak koşmuş olur. Onların olmadığı yere koşmak, ileri ya da geri diye ifadelenemez zaten. Anlamı eğip bükerek yazıyı başlığa uydurma çabamın da koşudan sayılması arzumu ifade ederek yazının ilk paragrafını tamamlayayım.

  • Don Kişot’u muhayyilemizde bir nevi kahraman yapan özelikleri sıralamaya kalkarsak, zekası diye bir özelliğe sıra gelmez, zira Don Kişot zeki bir adam sayılamaz. Akıllı olup olmadığı tartışılabilir ama zekasıyla öne çıkmadığı açık.

Haricen Don Kişot’u bir roman karakteri değil de, koccaman bir roman, bir baş yapıt olarak değerlendiriyoruz, anlatı özellikleri, birbirine eklemlenen hikayeleri, hikayelerin alt metinleri, bir sarmal halinde ilerleyen yapısı ve elbette çok katmanlılığı. İyimser bir bakış açısıyla Forrest Gump’a da böyle bakmaya çalışayım. Öncelikle ifade edeyim, dünya edebiyat tarihinin baş yapıtlarından biri olan Don Kişot ile ortalamanın epeyce üstü bir sinema filmi de olsa başyapıt sayılabilir mi emin olamayacağım Forrest Gump’ı kıyaslamayacağım.

Ama dedim ya iyimser bakış açısı, Forrest Gump filminde perdeden izleyicinin dimağına akan iyimserliğin ve umudun bazen estetik ölçütlerden daha anlamlı olacağına da kuşku duymuyorum. (öte yandan, filmi izleyende uyanan iyimserlik ya da umudun, filmin salt estetikten arınmış hikayesiyle alakalı olmadığının, bizatihi bunun da bir estetik meselesi olduğunun farkındayım elbet) Bu cümleyi yirmili ve otuzlu yaşlarda kurmazdım, bunun da farkındayım. Kırkı geçince, estetiğin yüceliğini kabul etmekle beraber, iyiliğin, güzelliğin bulaşıcılığına saygı duyar hale geliyor insan. Ölüp gideceğiz, tatlı bir seda geliyor şuradan, hoş, içimde iyilik uyandırıyor, bana umut veriyor, asıl böyle işler yapmalı dediğim oluyor zaman zaman. Evet Lars Von Trier, insanın içinde insanı delip durmakta olan burgacın, bazen ahlaki, bazen sosyal açıdan bütün gerginliklerini, çelişkilerini insana çarpacak bir biçim anlayışı ile yansıtıyor perdeye ve büyük sanatkar. Ama Robert Zemeckis de biraz gişeye de oynayan bu duru filminde içimde iyilik ve umut çiçekleri açtırıyor. Bu da az şey olmasa gerek.

 Danimarkalı film yönetmeni ve senarist Lars von Trier...
Danimarkalı film yönetmeni ve senarist Lars von Trier...

Forrest Gump’ı öğrenciyken seyrettim ilk. O yıllardan aklımda kalan üç replik var. Birincisi filmin baş karakterinin düşük bir zekaya sahip olmasıyla ilişkili olarak annenin kurduğu ve Forrest’in film boyunca bir kaç kere tekrarladığı cümle; “annem sadece aptallık yapanların aptal olduğunu söylerdi.” Cidden epeyce karikatürleştirilmiş bir halde de olsa, Forrest zekası kıt bir arkadaş ama ömrü boyunca yaptığı bir ahmaklık yok. Bu itibarla aslında Don Kişot’tan ziyade Kel Oğlan’a benziyor. Zeka değil, iyilik, aslında iyilik de değil, saflık kazanıyor.

Annem sadece aptallık yapanların aptal olduğunu söylerdi.

İkinci replik elbette aşık bir üniversite öğrencisinin aklında kalması en mümkün replik. Hikaye sona yaklaşmış, maşuk yuvaya dönmüş, hasta yatağında yatmakta ve Forrest ona kıtayı baştan başa koşarken gözünün gördüğü gökten ayağının değdiği yerden bahsediyorken maşuk yani Jenny diyor ki; “keşke bütün bunlar olurken yanında olsaydım.” Cevap; “yanımdaydın zaten.” Ah aşk, keşke sadece bir gençlik hastalığı olsaydın.

Üçüncü replik ise filmin mottosu da sayılabilecek bir replik, bunu zaten herkes biliyor; Forrest Gump zekası düşük olmakla beraber bacaklarını da omurgasının yamukluğundan dolayı etkin kullanamamaktadır. Kasabanın ve okulun piçleri (bu tiplere halk arasında böyle denir) patikada karşısına dikilirler. Zaten her buldukları kuytuda ona eziyet etmektedirler. Yine itip kakacaklardır. Onları gören Jenny, küçük arkadaşına “run Forrest run” diye bağırır ve Forrest Gump koşmaya başlar.

Film Forrest Gump adlı karakteri saflık merkezinde ele alıyor.
Film Forrest Gump adlı karakteri saflık merkezinde ele alıyor.

Filmi bu yazı için tekrar seyrettim geçen gün. İlk iki üç seyredişimde beğendiğimden katbekat daha fazla beğendim. Bir iki yerde gözlerim doldu. Aslında matrak bir film. Aslında Oğuz Atay romanı gibi bir film. Bu filmi hep çok beğenirdim ama kırkı geçen yaşımda beni üstelik muhtemelen en az onbeş yılın ardından da olsa üçüncü beşinci seyredişimde bu kadar etkilemesine şaşırdım. O yüzden bu yazının ikinci paragrafındaki şeyleri yazdım zaten. Önceden sade ve basit, bir güzel filmdi. Ama kırkı geçince sade ve güzel olanların asıl büyük eser olma potansiyeline sahip olduklarını fark ediyor insan. Her yazarın böyle bir tecrübesi vardır, önceleri ben bu temayı neden konu edineyim ki dediğimiz, hayatın içinde ve basit zannettiğimiz şeyi, ileri yaşlarda büyük hazla yazmaya koyuluyoruz. Schumaher, hakiki sanat insanın olağan tabiatı ile yüksek potansiyelleri arasındaki vasıtadır der. Bu tanım estetiğin etkisini dolaylı olarak içerse de estetik önermesi içermez. Vasıta için sebep gösterilmez bu tanımda. O yüzden basit bir ifadeyle “etki”yi anlayabiliriz bu vasıta olma halinden. Ama işimiz de bu tür yazılarda bu “etki”nin sebebini bulmaktır zaten. Bu da aslında estetikle alakalı bir düşünce süreci gerektiriyor.

  • Filmin zaman kullanımı pek alışıldık değil. Film şimdide başlıyor, şimdi ileriye doğru akarken, geçmiş aktarımlarla şimdiye doğru akıyor. (bu hali alışıldık elbet) Geçmiş aktarımları şimdinin de ilerisi olan yeni şimdiye ulaşıncaya kadar aktarım devam ediyor, buluşma gerçekleşince film tek katmandan ileriye doğu akıyor ve final.

Pek çok detay anılabilir filme alakalı; suikaste uğrayan ABD başkanları bir nevi Leitmotif olarak kullanılıyor mesela. Bunu, saflığın güvenli alanında süren acılı ama steril hayatın kontrastı diye düşünmek mümkün. Tarihte kültür-sanat-ekomomi alanlarında köşe başı ya da fenomen sayılabilecek unsurların ya da kişilerin yine Forrest Gump ile buluşturulan anları da “gerçek hayat”ın hayale her zaman galebe çalma etkisi amacıyla işlenmiş gibi duruyor. Nihayetinde karikatür gibi aktarılan karakter bu işleyiş ile sahihliğe ulaşıyor. Bu ulaşımda yönetmenin kullandığı yöntem, seyircinin aklından ziyade gönlünü hedef almak. İnanmak istediğimiz için inandığımız romanlar, hikayeler okuduk çokça. Zaten sahihlik, kurmacada gerçek hayatla değil, kurmacanın içinde kurulan hayatla alakalıdır.

Don Kişot’u muhayyilemizde bir nevi kahraman yapan özelikleri sıralamaya kalkarsak, zekası diye bir özelliğe sıra gelmez, zira Don Kişot zeki bir adam sayılamaz.
Don Kişot’u muhayyilemizde bir nevi kahraman yapan özelikleri sıralamaya kalkarsak, zekası diye bir özelliğe sıra gelmez, zira Don Kişot zeki bir adam sayılamaz.

Haricen Don Kişot’un anlatının omurgasını ilgilendirmiyor gibi görünen hikaye parçacıklarıyla hikayenin omurgasını yani Don Kişot karakterini inşa etmesi gibi bir etkiye yol açarak, Forrest Gump’ı yani karakteri inşa ediyor. Bu açıdan da filmin adı olarak karakterin adının seçilmesi basit bir tercih olmaktan çıkıyor. Fitzgerald’ın “Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi” adlı kısa öyküsünün bir olay değil, karakter öyküsü olması ama yazarın karakteri, olayların aktarımıyla inşa etmesi gibi. Bu arada Forrest Gump’ın da Winston Groom adlı çok da bilinmeyen bir romancının aynı adlı romanından uyarlandığını hatırlayalım.

Sadelik ile alakalı da bir şeyler söylemek mümkün. Gençliğimde bana bu film için oldukça güzel ama bir başyapıt değil elbette dedirten anlatıdaki sadelik, aslında anlatıyı bir başyapıta çeviren ana etken. Ah, ahmaklık da tıpkı aşk gibi bir gençlik hastalığı olsaydı keşke. Yine Faulkner’in dediğine bakalım, anlam giriftse, biçim de girift olur. Peki ya anlam basitse? O halde biçim de basit olur. Biçimi, anlatıma indirgeyerek söylüyorum bunu.

  • Film Forrest Gump adlı karakteri saflık merkezinde ele alıyor. Bu çok basit bir şey. Saflık. Herkesin bildiği baba erdem. Bir güzellik. Bu güzellik, ancak bu kadar sade bir anlatımla ikna edici olabiliyor. Bir örnek; komutan mektup göndermiş, Forrest Gump mektubu açıyor, kağıdı görüyoruz, tepede Apple firmasının logosu var.

Forrest Gump diyor ki; artık para sorunumuz olmayacakmış, komutan bir meyve sebze firmasına yatırım yapmış ve çok para kazanmışız. Güzelliğin olduğu kadar saflığın da bulaşıcı olmasını dilerdim.

Meseleye tasavvufi boyutuyla yaklaşmak da mümkün, zeka ile akıl farkı, zekanın kilit, akılın anahtar olması gibi ama bu kısım beni aşar. Sade ve duru bir söyleyişle ne güzelsin be Forrest Gump diyeyim, yetsin.