Çilem

Herkes gibi dünyaya çile görmeye geldim.
Herkes gibi dünyaya çile görmeye geldim.

Evlendik. Ben onların evine taşındım. Çilem, annesi ve benden oluşan üç kişilik evliliğimiz üçüncü yılın sonunda biterken geride gözü yaşlı bir Çilem, hâlâ konuşmaya devam eden bir kayınvalide ve çokça sıkıntı kaldı.

Adım Adem. Milyonlarca yıl önce yeryüzüne gözlerini açtığında neler hissettiğini asla bilemeyeceğimiz ilk insanla yazılışları da okunuşları da aynı. Dünyaya çile çekmeye gelmiş, sayısı matematiğimi fazlasıyla aşacak kadar çok insandan sadece biriyim. Belki de yarımıyım. Hiçbir zaman tamamlanamamış her şeyiyle eksik bir mahlûkum. Çilem herkesinkinden çok değil. Yazgıma yazılan kadar. Yaşamak karşılığını bulamadı bende. Yaşamanın başında kollarını sevinçten yukarı kaldırmış “Y” bende iki büklüm yaşamaya çalışan çilenin başındaki “Ç”ye dönüştü.

Adım Adem annemden öğrendim çileyi. O da muhtemelen annesinden. Çekilen çileden farklıydı ilk öğrendiğim çile. Kazak örülen cinstendi. Annemin ben çocukken ördüğü süveterleri, kazakları çok severek giydiğimden mi üzerimden gitmez oldu bu çileler, bilinmez. Ancak o günlerden bugünlere yolda kimle karşılaşsam, bakkalda kimi görsem postanede kime selam versem hepsi arkamdan aynı şeyi düşünüyor olmalı “çileli çocuk”. Annem biz arkadaşlarla mahallede top oynarken vurularak öldürüldü. O anda iki taşın arasındaki mesafeden topu geçirmekle meşgul olduğumdan olsa gerek hiçbir şey hissetmedim. Sonradan oldu her şey. Baba diye bildiğim adam tarafından öldürülen annemin artık bana kazak örmeyeceği gerçeği sonralardan çarptı yüzüme. Annem toprağın derinliklerine, baba denen adam da demir parmaklıkların ardına giderken ben kaldım. Kalmak en zoruydu. Ve hep en zoru bana kalıyordu. Gitmeme izin vermedi mahalleli. Gitsem de nereye giderdim bilinmez ama en azından denerdim. Deneme fırsatım olmadı.

Bir düğün yaptık mahallede. Evlendik.
Bir düğün yaptık mahallede. Evlendik.

Başıma gelecek en güzel çilemin bu kız olmasını ümit ettim. Ama olmadı dünya iyisi bir insanla da anlaşılamıyor bazen.

Adım Adem. Mahalleli büyüttü beni. Acıkınca salçalı ekmek verdiler, kirli çamaşırlarımı yıkadılar, söküklerimi diktiler, “hadi dersine çalış” dediler. Dediler de ben pek çalışmadım. Okuyamadım. Ortaokulu zor kötek bitirdim. Sonra da bizim Terzi Hasan’ın yanına girdim çırak olarak. Meslek sahibi yaptı beni Hasan Ustam. Meslek sahibi olmak “artık evlenebilirsin” demekti. Ve ben on dokuzuma bastığımın haftası mahallelinin beni uzun zamandır evlendirmek istediği kızla, Çilem’le evlendim. Evet Çilem. Başıma gelecek en güzel çilemin bu kız olmasını ümit ettim. Ama olmadı dünya iyisi bir insanla da anlaşılamıyor bazen. Çilem helal süt emmiş, mahallenin en temiz kızlarından biriydi. O da benim gibi çok sıkıntılar çekmişti. Babasını yıllar önce bir trafik kazasında kaybetmiş, annesiyle yaşıyordu. Bir düğün yaptık mahallede. Evlendik. Ben onların evine taşındım. Çilem, annesi ve benden oluşan üç kişilik evliliğimiz üçüncü yılın sonunda biterken geride gözü yaşlı bir Çilem, hâlâ konuşmaya devam eden bir kayınvalide ve çokça sıkıntı kaldı.

Adım Adem. Milyonlarca yıl önce yeryüzüne gözlerini açan Adem’le aynı değilim. Zaten kimse kimseyle aynı değil. Herkes kendine benzeyeni bulmaya çalışıyor. Bazen bulduğunu zannediyor ama bulamıyor. Çilemle ayrıldıktan sonra tekrar yarım kaldım diyemeyeceğim. Zaten hiç tamamlanmamıştım. Yazgımdaki çilelerden biriydi Çilem de. Bana annemden sonra en güzel kazakları o örse de yeterince sevemedim Çilem’i. Bu kadar iyi bir insan nasıl sevilmez hep sordum kendime ama cevabını bulamadım. Biz eksik insanlar birine kızdığımızda, birinden nefret ettiğimizde faturasını hep en yakınındaki iyilere kesiyoruz. Ben de öyle yaptım. Kayınvalidemden hiç hoşlanmamama hatta nefret etmeme rağmen hiçbir şey diyemedim ona. Hep Çilem’e söyledim onun sıkıntılarını. Hep Çilem’i suçladım annesinden dolayı. Onu alıp gitmedim. Çilem’in gözlerinde bunu her daim okumama rağmen elinden tutamadım. Kolayı seçtim, kendim gittim.

Hastalığımdan dolayı gün gün zayıflarken Çilem’in ördüğü kazakların içinde yok olduğumu görüyordum.

Adım Adem. Herkes gibi dünyaya çile görmeye geldim. Çile görmeyen insan görmedim. Görmeyeni göreni de görmedim. Çilemden ayrılırken hastayım dedim. “Neyin var?” diye soran Çilem’e “Hastalığımın ne olduğunu bilmiyorum” diyemezdim. Tekrarladım “hastayım”. Oysaki hasta değildim o zamanlar. Ama ayrılma gerekçesi olarak “hastayım” diyebilmiştim. Yaratıcı, beni yalancı çıkarmadı. Çilemden ayrıldıktan birkaç ay sonra hastalandım. Tek başımaydım, hastaneye gitmiyordum ve kendimi iyileştirmek için mücadele de vermiyordum. Hastalığımdan dolayı gün gün zayıflarken Çilem’in ördüğü kazakların içinde yok olduğumu görüyordum. Çilem benim için değil de dünya için örmüş olmalıydı bu kazağı. Yoksa kazağın içinde bu kadar tanınmaz hâle gelmemin başka bir açıklamasını bulamıyordum. Başka bir açıklamasını Hasan Ustamın oğlu Seyfi’nin zorla götürdüğü doktor yaptı. Vücudumun çeşitli yerlerinde baş gösteren kanser beni bu hâle getirmişti. Hayatımın pek çok döneminde mahallelinin ısrarıyla hareket ettiğim gibi yine mahallelinin ısrarıyla kemoterapi almaya başladım. Ama her şeyin başı sağlık değil, her şeyin başı istemekti. Ve ben iyileşmeyi istemiyordum. İyileşmeyi istemeyen birinin iyileşmesi de imkânsıza çok yakındı.

Adım Adem. Devamlı kusmalarımın sebebini doktorlar kemoterapiye bağlarken ben her kusuşumda çilelerimi de vücudumdan attığımı hayal ediyordum. Ama hayallerimle yaşadıklarım benim hayatımda bir türlü kesişemiyordu. Dolayısıyla her kusuşumda çilelerim de gitmiyor. Çilelerim vücudumun belli merkezlerine yerleşmeye devam ediyordu. Ta ki bu sabaha kadar… Bu sabahın farklı olacağını uyandığım ilk andan itibaren hissetmiştim. Kusarak uyanırken Çilem’in benim için ördüğü sayısı matematiğimi fazlasıyla aşacak kadar çok kazaklardan birini daha batırıyordum. Önemsemeden üzerime kusmaya devam ettim. Bu kusuşum diğerlerinden farklıydı, bu kusuşum çilelerimin sonlandığının habercisiydi. Yeni yaşamımın başlangıcında annem Y gibi kollarını açmış beni beklerken bu defa kusarak huzuru buluyordum.