Geçmişi evi yapanlar

Elif Hümeyra Aydın'ın söz konusu öyküleri için biçilmiş kaftan olan nevrotik anlatımı kullanma becerisi ise takdire şayan.
Elif Hümeyra Aydın'ın söz konusu öyküleri için biçilmiş kaftan olan nevrotik anlatımı kullanma becerisi ise takdire şayan.

Bilinç gelişimi sürecinin temel basamaklarından olan anacıl eylemde meydana gelen aksaklıklar, Elif Hümeyra Aydın öykülerinin asıl dinamikleri olarak dikkat çekiyor.

Kitabın büyük kısmı, geçmişi kütüphanesi değil de –zorunlu olarak evi yapanların hikâyelerinden oluşuyor.
Kitabın büyük kısmı, geçmişi kütüphanesi değil de –zorunlu olarak evi yapanların hikâyelerinden oluşuyor.

Geçmiş balçığına saplanıp kalmak, toplum nezdinde sorunlu görülen tüm bireylerin ortak noktasıdır. Tıpkı bir araba gibi ne kadar zorlasalar, çabalasalar, gaza yüklenseler de çaresizce patinaj çekerler o balçıkta. Değil kurtulmak, bir adım ileri gitmek bile imkansızdır çoğu zaman. Geçtiğimiz ekim ayında Dergâh Yayınları’ndan çıkan Doğum Lekesi adlı ilk öykü kitabıyla Elif Hümeyra Aydın’ın da üstüne eğildiği temel konuların başında bu imkansızlık hâli geliyor. Öykülerini anlattığı karakterlerin geçmişlerinden şimdiye bir ip geren yazar, yaşam denen bu ipte bir cambaz misali yürüyen insanların dengelerini kaybettiği anlara odaklanıyor. Hiçbir sarsıntının tek bir anda sınırlı kalmayışını, ipin tamamına titreşimler yayarak cambazı sürekli olarak düşmenin eşiğine getirişini anlatıyor.

Bilinç gelişimi sürecinin temel basamaklarından olan anacıl eylemde meydana gelen aksaklıklar, Elif Hümeyra Aydın öykülerinin asıl dinamikleri olarak dikkat çekiyor. Anacıl eylem, çocukluk çağındaki bireyin her yönden muhtaç olduğu annesine yönelişini tanımlarken bu dönemde oluşan travmalar ilerleyen yıllarda bağlanma sorunlarına sebep olabiliyor. “Kesik Süt Tadı” adlı kitabın açılış öyküsünde yazar, tam da bunu hikâyeleştiriyor. Bebekliğinde emzirilmeyen, çocukluğunda ilgi görmemiş karakterin söylediği “Dünya, memelerini senden kaçıran bir anneymiş.” cümlesi, içinden çıkamadığı bu durumu tastamam özetliyor aslında. Kitabın büyük kısmı, geçmişi kütüphanesi değil de –zorunlu olarak evi yapanların hikâyelerinden oluşuyor.

“Terzisi Meçhul” adlı öyküde geçen şu cümle ise geçmişteki zorunlu ikametin sebebini oldukça açık bir şekilde ifade ediyor: “Bir çocuk evde anlayamadığı bir nedenden ötürü devamlı kederli bir anneyle yaşıyorsa, evden çıktığı an mahallelinin gözlerindeki soru işaretleri yüzüne yüzüne batıyorsa ve akranları tarafından en iyi ihtimalle dışlanıyorsa; çocukluk onun kumaşında geri dönüşsüz bir işlemdir.” Doğum Lekesi’ndeki bütün öykülerini kadın kahramanlar üzerinden anlatan yazar, böylelikle cinsiyeti, geçmişi, yaşadığı sosyal çevresi ne olursa olsun her bir okurunu en azından bir kitap müddetince dünyaya kadınların gözünden bakmaya davet ediyor. Denilebilir ki; uçurumun kıyısına kadar gelmiş, şairin deyişiyle topukları boşluğun avcundaki kadınları anlatarak üzerindeki yükü paylaşmaya çabalıyor.

Elif Hümeyra Aydın’ın öykülerinde gözden kaçmayan bir diğer nokta ise tahkiyenin geri plana atılmış olması. Fakat bunun bir eksiklik yahut zayıflık değil, bilinçli bir tercih olduğunu da belirtmek gerek. Zira yazarın, karakterlerin eylemlerinden ziyade bilinç ve duygu durumlarını anlatmayı öncelediği açıkça hissedilebiliyor.

Tüm bunlardan yola çıkarak Doğum Lekesi’ndeki öyküleri, “psikolojik öyküler” sınıfına dahil etmek yanlış olmayacaktır.

Yazarın söz konusu öyküler için biçilmiş kaftan olan nevrotik anlatımı kullanma becerisi ise takdire şayan. Tabii bunda almış olduğu psikoloji öğreniminin payı büyük olsa gerek. Ayrıca, öyküde ele alınan konulara hakimiyetin getirdiği ve birçok öykücünün farkında olmaksızın düştüğü bilgi gösterişi çukurundan sakınabilmiş olması da büyük bir başarı. Hareketin asgari düzeyde olduğu öykülerde okuyucunun sıkılmadan metni bitirmesini sağlamak oldukça zordur.

Elif Hümeyra Aydın ise duru Türkçesi ve saat gibi tıkır tıkır akan ritmiyle öykülerini bir çırpıda okutabilmek konusunda epey maharetli. Sade dil kullanımı okumayı kolaylaştırıyor olsa da içerikteki anlam derinliği, öykünün aynı kolaylıkla sindirilebilmesine imkan vermiyor. Peki günbegün balçığa biraz daha gömülmeyi, cambazın ayağının altındaki şiddeti durmaksızın artan zelzeleyi, çocukluk zindanındaki hücrenin her geçen yıl daralıp bütün bir ömrü boğmasını, doğumla birlikte ruha çalınan lekenin büyümesini engellemenin bir yolu yok mu? Arayanlar için bu soruların cevabı “Uluma” adlı öyküde gizleniyor aslında: “Yapma, bunların hepsi şişirilmiş acılar, kendinde bir gelecek göremeyenlerin koşup geçmişe sarılması, yalayıp yalayıp o yarayı büyütmesi, başka bir şey değil.”