İsrail’den nasıl söz etmeliyiz?

FİRDEVS YİĞİT
Abone Ol

Dünya çapında iz bırakan yazar ve entelektüellerle yaptığı röportajlarda, İsrail’in ve Siyonizm’in ortaya attığı yalanları ve dezenformasyonları gün yüzüne çıkaran Michel Collon, bize dört başı mamur bir özet sunuyor. Enformasyon çağında parlak yalanlara kanmamak için, pratik bir rehber…

Çeviri: Firdevs Yiğit

Medya Yalanları No.1: "İsrail, 40-45 soykırımından sonra Yahudilere barınak olsun diye kuruldu.”

Yanlış. Bu proje çok daha erken bir tarihte, 1897’deki Basel’deki Siyonist Kongre'de dile getirildi. Rusya yahut Polonya'da sefalete ve şiddete, Fransa'da Yahudi karşıtı ırkçılığın yükselişine maruz kalanların (1894'te Dreyfus davası gibi) eklenmesiyle Avrupalı Yahudilerin bu milliyetçi hareketi daha sonra Yahudilerin sığınabileceği yeni bir devlet kurma kararı aldı. Ancak Siyonistler nispeten zayıftı ve çok az Yahudi bu projeyi destekliyordu, bu yüzden büyük bir emperyalist gücün desteğine ihtiyaç duydular.

  • Tam olarak bu nedenle Büyük Britanya 1920'de Filistin'i ele geçirdi ve Yahudi yerleşimcilerin oraya gönderilmesini destekledi.

"Balfour Deklarasyonu" Siyonist lider Lord Rotschild'e şu beyanatı yapar: "Majestelerinin hükümeti Filistin'de Yahudi halkı için ulusal bir yuva kurulmasını olumlu karşılıyor.”

Filistin'e İngiliz hançeri: Balfour Deklarasyonu
Mecra

Yahudilerin tarihî Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurması planı, 1897’de Theodor Herzl liderliğinde Basel’de toplanan I. Siyonist Kongre’den beri resmî olarak hedeflenen bir girişimdi.

İngilizlerin bundan menfaati neydi?

  1. Hint sömürgelerine doğru stratejik bir yol olan Süveyş Kanalı'nı kontrol altına almak,
  2. Mısır'ı zayıflatmak ve
  3. Arap dünyasını ikiye bölmek.

Daha sonra ise petrolle ilgilenen ABD, İsrail'in "vaftiz babası" olarak Büyük Britanya'dan görevi devralacaktı. Siyonistlerin Filistin’i işgal projesi 40-45'in bir sonucu değil, katıksız bir kolonyal projenin mahsulüdür.

II. Dünya Savaşı’nın sonucunda, Ortadoğu’daki siyasî durum tamamen değişti, 6 milyon Yahudi’nin ölmesi uluslararası kamuoyunda bir Yahudi devleti kurulması yönündeki Siyonist taleplere karşı bir duyarlılık meydana getirdi.


Medya Yalanları No.2: "Yahudiler iki bin yıl önce sürgün edildikleri topraklarına geri dönüyor."

Yanlış, bu sürgün asla gerçekleşmedi. MÖ 1000'den günümüze dek, tüm dünyada yaşanan göç ve istilalar neticesinde ortaya çıkan karmaşaya rağmen Filistin nüfusu büyük ölçüde yerinde kaldı. Bu nedenle, bu “vadedilmiş topraklar”da ilahî ve münhasır ayrıcalıklara sahip olacak bir "Yahudi halkının" icadı;

  1. Genetik açıdan saçma (İki bin yıl sonra hangi ırk "saf" kaldı?),
  2. Siyasî açıdan demokrasi dışı (“Seçilmiş halk” yoktur),
  3. Yüzyıllardır bu dünyada var olagelen Yahudi olmayan nüfusu yok saydığı için de ırkçıdır.

İsrail devletinin resmî olarak kurulduğu 1948'den önce Filistin topraklarında 1 milyon 400 bin Filistinli yaşıyordu fakat İsrail'in kuruluşuna giden süreçte silahlı Siyonist çeteler tarafından düzenlenen terör saldırıları nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan 800 bin Filistinli kendi topraklarında mülteci konumuna düştü.

Bu gerçek olsaydı, Yahudilerin özbeöz torunları Filistinliler olurdu! Peki, Filistin'e yeni yerleşen onca Yahudi nereden geldi? Bilhassa Rusya, Ukrayna ve Polonya'dan ama aynı zamanda Kuzey Afrika ve Batı Avrupa'dan.

Aslında kimdi onlar? Yüzyıllar içerisinde Yahudiliği tercih eden yerel halklar; dolayısıyla bilimsel olarak "Yahudi ırkı" diye bir şey yoktur. Ne aynı dile, ne de aynı kültüre sahip olan ve çok çeşitli ülkelerden gelerek İsrail'e yerleşen bu Yahudilerin tek müşterekleri dindir.

Bunlar İsrailli tarihçiler ve arkeologlar tarafından da biliniyor lakin kamuoyundan saklanıyor, çünkü İsrail'in varlığı bu "geri dönüş" efsanesine dayandırılıyor.

Medya Yalanları No.3: "1948'den önce Filistin bir çöl, insansız bir toprak parçasıydı.”

Yalan. Filistin oldukça yoğun bir nüfusa sahipti. 1850'de orayı ziyaret eden iki Avrupalı gezgin "Ürdün Vadisi'nin tahıl ambarları tükenmez. Bir buğday okyanusu, gerçek bir buğday okyanusu." diye not düşmüşlerdi.

Pamuk, buğday, arpa ve susam yetiştiriliyor, zeytinyağından sabun üretiliyordu. Yafa'nın portakalları dillere destandı. Nüfusun %85'i Müslüman, %11'i Hristiyan ve %4'ü Yahudilerden oluşmaktaydı. Nablus önemli bir ekonomik ve kültürel merkezdi. 1914'te Filistin'de 1.236 fabrika ve atölye, 600 kilometre demiryolu vardı... Elli yılda ihracat on kat arttı. Asla bir çöl değildi!

1948 öncesi Filistin halksız bir vatan mıydı?
Mecra

1948'den önce Filistin ne bir çöl, ne de insansız bir toprak parçasıydı.

Ancak Britanya imparatorluğu, çoğu Yahudi olmak üzere birçok yerleşimciyi taşıyarak bu ekonominin kontrolünü ele geçirdi. Önce Lord Rotschild ve Avrupa'daki diğer varlıklı Yahudiler tarafından, daha sonra Yahudi Kolonizasyon Derneği tarafından büyük yabancı mülk sahiplerinden satın alınan topraklara yerleştirildiler. Mülksüzleştirilmiş ve hüsrana uğramış Filistinli köylülerin isyan etmesi uzun sürmedi; 1921'de ayaklanmalar, 1929'da Kudüs'te grev, 1936'da altı aylık genel grev baş gösterdi. İngiltere, Filistinli liderlere baskı uygulayıp sınır dışı etti. Yahudi yerleşimcilerin, kesin olarak Yahudilere ayrılmış endüstrilerini, eğitimlerini ve hastanelerini ve ayrıca yine yalnızca Yahudilere yönelik bir işgücü piyasasını tesis etmelerine imkân tanındı. Tüm bu olanaklardan Filistinlileri mahrum bıraktılar.

1929 isyanlarından sonra İngiliz komiser Sir John Simpson, "Filistin'de hâlihazırda bu boşluğu doldurabilecek sayısız işçi varken ve onlar da bu boşluğu doldurmaya razıyken, Polonya, Litvanya veya Yemen'den gelen Yahudilerin bu amaç için kabul edilmesi çok yanlış, iş bulamıyorlar" diyerek kendi hükûmetinin politikasını eleştirir.

Filistin, kimseye en ufak bir zarar vermeden sahip olunabilecek ‘kimsesiz’ bir ülke değildi. Boyun eğdirebilmek için ilkin bir İngiliz kolonizasyonu, ardından 1920'lerin Siyonist kolonizasyonu aynı şiddetle devreye girdi.

Nekbe'den evvel Filistin köyleri
Mecra

1948 öncesi dönemde 4000'den fazla Filistinliye ev sahipliği yapan Saffuriya köyü.

Medya Yalanları No.4: "Filistinliler 1948’de kendi rızalarıyla yahut Arap liderlerin çağrısı üzerine bölgeyi terk ettiler.”

Yanlış. 1948'de İsrail, BM kararıyla Filistin topraklarının %54'ünü aldı. Bu adil bir paylaşım değildi, zira ne düşündükleri asla önemsenmeyen Filistinlilerin nüfusu, o zamanlar toprağın yalnızca %6'sına sahip olan Yahudi yerleşimcilerin nüfusundan iki kat daha fazlaydı. Ancak Arap-İsrail Savaşı sırasında, daha muktedir ve iyi hazırlanmış olan İsrail kuvvetleri 700.000 Filistinliyi topraklarından sürer ve savaştan sonra geri dönme ihtimallerini yok eder. İsrail bu şekilde Filistin topraklarının %78'ini tekeline alır.

İsrailli “maaşlı” tarihçiler Nakbe’yi (Arapçada "felâket" anlamına gelir) yalanlar. Ancak 90'larda, "yeni İsrailli tarihçiler" (Morris, Pappe vs.) Filistinlilerin kesin olarak şiddet görerek sistematik bir şekilde sınır dışı edildiğini çok sayıda belgeyle kanıtlar. Bu arada, 1920'lerde Siyonist lider Jabotinsky, "Sömürgeleştirilmiş bir ülkenin prototipini orada doğmuş olanların rızasıyla aramaya kalkarsak başarılı olamayız." şeklinde bir açıklama yapar. Ona göre, tam da bu nedenle siyonist projeden vazgeçmek ya da onu zorla dayatmak arasında seçim yapmak gerekmektedir.

1948'de İsrail'in ilk Başbakanı Ben Gurion, taksim planını kabul etmeleri için taraftarlarına “Güç kazandığımızda, devletimiz kurulur kurulmaz bunu iptal ederek İsrail toprakları (Filistin’den söz ediliyor) boyunca genişleyeceğiz." vaadinde bulunur. 1967'de İsrail yeni bölgeleri işgal ve ilhak edecektir.

  • Bugün hâlâ, ‘mümkün olduğunca çok Filistin ve mümkün olduğunca az Filistinli’ düsturuyla adım adım büyümeye devam ediliyor.

İsrail'in ''Mümkün olduğunca çok Filistin ve mümkün olduğunca az Filistinli'' düsturunun yıllar içinde haritaya yansıyan görüntüsü.

İsrail düpedüz çalınmış toprakların üzerine inşa edilmiş bir sömürge devletidir.

Medya Yalanları No.5: "İsrail bir hukuk devleti, Ortadoğu'daki tek demokrasidir."

Yalan. BM, 1948'de Filistin halkını ülkelerinden sürmenin ve geri dönüşlerini reddetmenin yasa dışı olduğunu söylüyor. Yeni yerleri zorla işgal etmek yasa dışıdır. Filistinlilerin topraklarında yaşamasını, çalışmasını, okumasını veya özgürce hareket etmesini engellemek yasa dışıdır. Evlerini ve zeytinliklerini yok etmek yasa dışıdır. On iki yaşındaki çocukları hapsetmek yasa dışıdır. Utanç duvarını inşa etmek, işgal altındaki bölgelerden su ve toprak çalmak yasa dışıdır. Haneleri, okulları, hastaneleri, ambulansları, BM misyon binalarını havan topuyla vurmak yasa dışıdır. İşkence yapmak yasa dışıdır. Filistinli liderlere suikast düzenlemek yasa dışıdır.

İsrail bir demokrasi değil, toprak hırsızlığına dayalı bir sömürge devletidir.

Hırsızlar, nasıl çalacaklarına dair demokratik bir münazara yapsalar da asla bir demokrasi olamayacaklardır. Sömürgecilik başlı başına bir diktatörlüktür ve kendi anayasası "İsrail devleti Yahudi halkının devletidir." dediğinden beri de ırkçı bir diktatörlüktür. Bu tutum Filistinlileri ikinci sınıf vatandaş konumuna indirgiyor.

Filistin'de bir "Yahudi devleti" kurma iddiasında bulunmak, diğer halkların haklarını yok saymaktır.

Aslında 4 Filistin var
Mecra

Medya Yalanları No.6: "ABD, İsrail’i özgürlük ve demokrasiyi savunması için destekliyor."

Yanlış. ABD, çıkarları doğrultusunda kullanabileceği en kötü Arap (ve öteki) diktatörlükleri destekliyor. İsrail’in Ortadoğu'da askerî üs olarak hizmet etmesi, Amerika’nın onun arkasında durmasındaki en önemli neden. Görevleri; ABD yanlısı petrol diktatörlüklerini korumak, ve bağımsız bir şekilde gelişen herhangi bir olayı veya hareketi bastırmak olarak özetlenebilir.İsrail bunun için ABD silah firmalarından, high-tech (ileri teknoloji) şirketlerden ve CIA'den muazzam bir destek alıyor.

Washington, Mısır ordusunu alt ettiği 1967'den itibaren İsrail’i koşulsuz olarak destekledi. Vietnam'daki yenilgileri göz önüne alındığında, Amerika Birleşik Devletleri aktaracağı silahlar ve finansman ile onlar adına savaşacak "mahalle polisleri" arıyordu. Bölgedeki başka hiçbir devlet, İsrail kadar kendisine şartsız destek sağlamıyor, BM kınamalarına göğüs germiyor ve aleyhine olacak muhtemel ve ciddi bir müzakerenin önünde durmuyordu; ondan daha güvenilir ABD bağlısı bir devlet olamazdı.

1967 yılından itibaren Amerikan hükümeti, İsrail’i “stratejik bir yatırım” olarak değerlendirdiği için İsrail'e koşulsuz destek vermektedir.

İsrail'e tam ve koşulsuz desteğini veren ABD Başkanı Joe Biden da ''Eğer İsrail olmasaydı, mevcut olmasaydı onu icat etmemiz gerekirdi.'' demişti.

ABD'li çok uluslu şirketler neden gezegendeki petrolün tamamını kontrol etmek istiyorlar?

  1. Kapitalist ekonomi, gereksiz de olsa tüketimi sürekli olarak artırma ihtiyacı duyar. Bu nedenle petrol sarfiyatı şu anda üretim için itici bir ekonomik güçtür.
  2. Petrol musluğunun tekelleştirilmesi Avrupa, Japonya, Çin nehirleri üzerinde baskı uygulanmasına izin verir.

Bu bağlamda, İsrail böylece bir "petrol polisi" vazifesi üstleniyor. Bu strateji Filistinlilere ve Araplara olduğu kadar, şiddetle mücadele halindeki İsrail vatandaşlarına da zarar vermektedir.

İster doğrudan, ister dolaylı olarak petrol savaşları demokrasiye değil, yalnızca çok uluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet eder.

İsrail petrolün polisi mi?
Mecra

Medya Yalanları No.7: "Avrupa, İsrail-Filistin çatışmasında tarafsız ve eşit uzaklıkta."

Yalan. Her şeyden önce tarihî bir sorumluluğu var. 1948'de sömürgeci Büyük Britanya, Avrupa Yahudilerine kendisine ait olmayan bir toprağı "teklif etti".

  • 1940-45 yıllarında Avrupa, Yahudilerini katletmiş yahut katledilmelerine göz yummuştu. Bu cürüm, savaşın ardından topraklarından sürülen Filistinlilerin omzuna yüklendi.

İsrail’in ekonomik ortağı olan AB, İşgal altındaki topraklarda yasa dışı olarak üretilen ürünleri boykot etmek yerine çok sayıda iş birliği programı aracılığıyla ithalatını teşvik etmektedir.

2009'da AB'nin dış politika temsilcisi Kudüs'te, "İsrail, kurumlarının bir üyesi olmaksızın Avrupa Birliği'nin bir üyesidir.” demişti. Ayrıca AB, ‘İsrail'in çıkarlarını ve önceliklerini yansıtmak için İsrail'i kademeli olarak Avrupa politika ve programlarına entegre etmeyi amaçlayan bir “eylem planı” uyguluyor. AB hâlen İsrail’in başlıca ekonomik ortağıdır. İşgal altındaki topraklarda yasa dışı olarak üretilen ürünleri boykot etmek şöyle dursun, çok sayıda iş birliği programı aracılığıyla ithalatını teşvik etmektedir. İlaveten Gazze'ye atılan bombaları, savaş uçaklarını, insansız hava araçlarını, radar sistemlerini üreten İsrail firmalarının da arkasında duruyor.

Öte yandan AB, Filistinlilerin direnişini şeytanlaştırıyor. İster Hamas, ister FHKC veya El-Fetih olsun, hepsi AB ve ABD tarafından "terörist" olarak nitelendirildi. İşgalciler daima, Güney Afrika cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden on dört yıl sonrasına kadar ABD tarafından listeden çıkarılmayan Nelson Mandela da dâhil olmak üzere, direnenleri "terörist" olarak yaftaladılar. 1492'den 1960'a kadar Avrupa, dünyanın geri kalanını vahşice sömürgeleştirdi ve doğal kaynakları sömürdü. Artık kimse bunu savunmaya cesaret edemiyor olsa da geriye tek bir koloni kaldı; İsrail.

Ayrıca Avrupa Filistinlilerden oy vermelerini istiyor, sonuçtan memnuniyet duymadığında ise Gazze'yi finansal olarak dar boğaza sokuyor ve İsrail saldırganlığının yolunu açarak sömürgeci ve hükmedici tavrını sürdürüyor.

Avrupa, sömürgeler devrinin bittiğini kabul etmelidir. Dünyanın geri kalanına karşı adil olunmalı.

Medya Yalanları No.8: "İsrail'i eleştirenler Yahudi düşmanıdır."

Yanlış. Tüm ırkçılıklar gibi Yahudi karşıtı ırkçılıkla da mücadele edilmelidir. İsrail hükûmeti eleştirisi Yahudi karşıtı ırkçılık değil, yalnızca sömürgeciliğe bir reddiyedir; ırkçı bir devletin insanlar arasındaki eşitliği ihlal etmesini reddetmektir. İsrail'i bu nedenlerle eleştiren Yahudilerin hiçbiri “Yahudi karşıtı” değildir. İsrail hükümeti bu şantajı antisemitizme yürütüyor, çünkü arkasında durulacak inandırıcı bir davası yok. Bush da aynı şekilde Irak'taki savaşını kınayanları "Amerikan karşıtı" olarak nitelendirmişti.

İsrail devletini eleştirmek antisemitizm midir?
Mecra

7 Ekim'de başlayan İsrail-Hamas çatışmaları hakkında konuşan İsrail'in eski Başbakanı Yair Lapid, İsrail ile Hamas arasındaki çatışmaların medyada ele alınmasına ilişkin, ''Uluslararası medya objektif olursa Hamas'a hizmet eder. İki tarafı da gösterirse Hamas'a hizmet eder.'' demişti.

  • İşin püf noktası, ekonomik ve siyasî bir çatışmayı dinler arası çatışma veya "medeniyetler çatışması"na olarak dönüştürmektir.

Soykırımı anıp ‘hafızamızı tazelemek’ zorundayız. Yahudi, Çingene ya da Slav olsun; ne bu mağdurları, ne de Avrupa sömürgeciliğinin (köle ticareti, Kızılderili soykırımı, nüfus katliamları...) on milyonlarca kurbanını unutmak söz konusu olmamalı. Ancak Nazi döneminde işlenen cinayetleri, bugünün İsrail’in taksirlerini mazur göstermek için kullanmak da aynı şekilde mevzubahis olmamalı.

İsrail'i eleştirmek Yahudilerden nefret etmek anlamına gelmez, bilakis Yahudiler ile Araplar arasında barış ve dolayısıyla adalet tesis etme talebinin bir tezahürü olarak görülmelidir.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun resmî Twitter hesabından yapılan ''Bu, ışığın çocukları ile karanlığın çocukları arasındaki, insanlık ile orman kanunları arasındaki bir mücadeledir.'' açıklaması, üzerlerine bomba yağdırdıkları ''hayvandan bile alçak'' Filistinlerle olan medeniyet çatışmasını gösteren örneklerden sadece biri.

Medya Yalanları NO.9: "Mesele Filistinlilerin, hepsinden önce de Hamas'ın uyguladığı şiddet.”

Sorunu tersten okumayalım, birincil şiddet kolonizasyondur.

  • Toprak hırsızlığı, İsrail ordusunun vahşeti, Filistinlilerin altmış yılı aşkın bir süredir normal bir hayat sürebilmelerinin imkânsızlığı sorunun bizzat kendisi.

Hamas: İslâmî bir izdüşüm
Mecra

Filistin halkına akıl vermeye kalkanlar, hangi yollarla tatmin olabileceklerini de belirtmelidirler, zira en barışçıl yöntemler de dâhil olmak üzere her şeyi denediler ve İsrail hiçbir zaman vazgeçmedi. Aslında sömürge halkının, hayatta kalabilmek için fazlaca bir seçeneği yoktur. Dahası, Birleşmiş Milletler tüm ciddiyetiyle "sömürge halklarının özgürlük ve bağımsızlık özlemlerini bastıran sömürgeci güçlere karşı gerekli tüm araçlarla mücadele etme hakkını" (Karar 2621,1970) onaylamaktadır.

Bununla birlikte, pek çok Avrupalının zihninde terörizm veya fanatizmle yaftalanan Filistinlilere dair kurgusal ve olumsuz bir imaj var. Hâlbuki direniş 50’lerden bu yana üç ana akımdan beslenir: Milliyetçi (Fetih), Marksist (FHKC) ve İslâmcı (Hamas). Hangi fraksiyonun kendilerini layığıyla savunacağına karar vermek Filistinlilerin tasarrufundadır. Her hâlükârda İsrail bu üç akımla da kıyasıya mücadele etti, liderlerini ya hapse tıktı ya da katletti. 1976'daki Filistin Toprak Günü’nü, 1987'deki İntifada’yı ve 2000'de kendiliğinden gerçekleşen halk ayaklanmalarını da acımasızca bastırdı.

Direniş haktır. Şiddetin kaynağı işgalcidir.

Medya Yalanları No.10: “Bu, sonsuza dek sürmesi muhtemel çözümsüz bir ihtilaf.”

Yanlış. İsrail, Filistinlilerin "Yahudileri denize dökmek suretiyle onlardan kurtulmak" istediğini iddia ediyor, fakat öyle olsaydı 1968'de "Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların birlikte barış içinde yaşayacakları ve aynı haklara sahip olacakları demokratik, ilerici, mezhep farkı gözetmeyen tek bir devlet” kurmayı teklif etmezlerdi. "Irkçı bir Yahudi devletiyle mücadele halindeyken, onun yerine geçip Yahudilere zulmedecek bir Arap devleti ile düzeni değiştirmek düşünülemez.” diye eklemişlerdi. Ancak İsrail daima gerçek bir müzakereden kaçınmıştır. Bunun nedeni barışın, işgal edilen topraklardan vazgeçmek ve genişlemesine mâni olmak anlamına gelmesiydi.

Barışı sağlamak için mezhep ayrımı gözetmeyen, laik ve eşitlikçi tek bir devlete mi ihtiyacımız var, yoksa ilk etapta belli bir süre yan yana yaşayan iki ayrı devleti mi tecrübe etmemiz gerekiyor? Her iki düşüncenin de taraftarı var ve karar vermek onlara kalmış. Ancak Filistin’i günden güne yok ederek cansız bir dizi konfeti haline getiren İsrail, iki devletli çözümün de bizzat köstekçisi oldu.

Bu savaşın bir sonu yok mu?
Mecra

İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalar gün geçtikçe artarken, iki ülke arasındaki kalıcı barış umudu bu günlerde her zamankinden daha kadar uzak görünüyor.

Barış, birikmiş bir nefrete göğüs gerebilir mi?

Bu soru, son derece acımasız bir apartheid'in yaşandığı Güney Afrika'da da sorulmuştu. Lakin tam anlamıyla sağlanması bir veya iki nesil alacak olsa da tıpkı Güney Afrika’da olduğu gibi, mutabakat bir gün mutlaka gerçekleşecektir.

Bu süreç hızlandırılabilir mi?

Dezenformasyona karşı savaşarak, yetkililerimizden uluslararası hukuka saygı göstermelerini talep ederek ve çalınmış topraklardan çıkan ürünleri boykot ederek, elbette mümkün.

Hepimiz uzman olmalıyız!

İşte resmî medya organlarıyla nasıl bilgilendirildiğimizi özetleyen on büyük vasat yalan... Tarihi gizliyoruz, sömürgeciliği gizliyoruz, ekonomik ve stratejik çıkarları gizliyoruz, zulüm göreni zalim ilan ediyoruz, kurban şeytanlaştırılıyor, protestocular antisemit yaftasıyla itibarsızlaştırılıyor.

İsrail'i boykot mümkün mü?
Mecra

Çaresiz miyiz?

Çevrelerindeki çatışma hakkında konuşmaya çalıştıklarında (sürecin) nasıl ilerlediğini birçok kişiye sordum. Web sitemin düzenli okuyucularından biri olan Raşid, “Bugünlerde, bir meslektaşınızla veya argümanlarını televizyon haberlerini izleyerek toplamış bir arkadaşınızla tartışabilmek için bu konuda uzman olmanız bile yetmiyor. Beş dakika gibi çok kısa bir zaman içinde, gerekçelerinizi temellendiremezsiniz. En iyi ihtimalle, İsrail şiddeti ve Filistin'in tepkisini aynı seviyeye getirerek her iki taraf da bir tutuluyor.” diye yanıtladı.

Yılların TV yayınlarına karşın beş dakika. Zor ama imkânsız değil. Sadece uzmanlara göre de değil. Hepimiz konunun uzmanı olabiliriz ve bilgi kirliliğinin tek çözümü bu olabilir. Bana sorulması gereken sorular şunlarmış gibi geliyor:

  1. Bilgilerimiz neden bu kadar manipüle ediliyor? Medya aygıtı nasıl çalışır?
  2. İsrail yanlısı propagandanın halkı tuzağa düşürme teknikleri nelerdir?
  3. Sıradan vatandaşların bu bilgi savaşında aktif rol oynaması için neye ihtiyacı vardır?