Taşıdığı cevherden habersiz kervan

Fırın gibi çöl tepeciklerinde geçirdiği çocukluk, ona bir yetişkinin bile kolay kolay tahammül edemeyeceği uzun çöl yolculuklarına sabretme yetisi kazandırmıştır.
Fırın gibi çöl tepeciklerinde geçirdiği çocukluk, ona bir yetişkinin bile kolay kolay tahammül edemeyeceği uzun çöl yolculuklarına sabretme yetisi kazandırmıştır.

Bu merhalede gösterdiği kararlı duruş, ayrıca onu içinde yaşadığı toplumun en saygın mesleğinde mahir yapacaktır. Ticaret Mekke'nin en gözde mesleğiydi. Siyasî iradeyi de ticaret belirliyordu. Şiir bile şairin değil, tâcirin elindeydi. Ne var ki ticaret için belli bir sermaye gerekiyordu. Yetim çocuk, sermayesi olmamasına rağmen uzun yıllar ticaret yapmasına imkân veren meslekî beceriyi işte yeteneklerinin oluşmaya başladığı bu dönemde kazanacaktı.

İnsan hayatı çıkış (mebde) denizinden dönüş (meâd) okyanusuna akan bir ırmak gibidir. Şairin tabiriyle, su misali kıvrım kıvrım akar insan. Yatağında süzülen ırmak, geçtiği her yerin özelliklerini bir sonraki mevziye taşır. Evrendeki mutlak değişim teorisinin öncü temsilcilerinden olan Heraklitos'un tarihe damga vurmuş ifadesiyle; bir insan aynı ırmakta iki kere yıkanamaz. Bugün girdiğin ırmak dün yıkandığın ırmak değildir çünkü. Aslında ırmağa giren de aynı insan değildir. Dün yaşadıkların bugüne bakışını belirler. Eşya ve hadiselerle münasebetin, zaman ve mekân algın geçmişine göre şekil alır.

Fizyolojik/anatomik olarak da durum böyledir. Ortalama bir insanda sadece bir günde 200 milyara yakın hücre yenilenir. Fakat hem ruhen/kişilik olarak hem de bedenen bu değişimin keskinleştiği belli dönemler vardır. O dönemlerde insan öncesinde kazandığı şeyleri bir bütün olarak sonraki merhaleye taşır. Çocukluktan gençliğe geçiş, gençlikten rüşte ve buradan yaşlılığa geçiş dönemleri, ömrün kritik dönemeçleridir. Bunların en önemli olanı ergenlik dönemidir. İnsanın ilk defa kişileştiği dönemdir ergenlik. Akıl, irade ve bunlara bağlı olarak şahsiyetin şekillenişi bu dönemde gerçekleşir. Bu dönem, insanın dinen de yaptığı şeylerden sorumlu olmaya (mükellef) başladığı dönemle aynı zaman aralığıdır, orijinal ifadesiyle âkilbâliğ olunan çağdır.

Kişilikte âkilbâliğ olma eşiği

İnsanın âkil (akıllı) oluşu kişilik olarak olgunlaşmasını, bâliğ (yetişkin)olması ise bedensel olarak kemale erişini ifade eder. Âkilbâliğ olduktan sonra kişi olarak yaptığı her şeyden sorumludur. Bundan önceki söz ve davranışlardan sorumlu değildi. Çünkü henüz anne-baba ve sosyal çevreden bağımsız "kişi" değildi. İnsan hayata sosyal olarak başlar ve bireyselleşmeyi sonradan kazanır. Bundan dolayı ergenlik öncesi dönemde çocuk terbiye edilir. Terbiye bağlı olduğu kültürün ve yaşam tarzının çocuğa edindirilmesidir. Talim ise âkil olduktan sonra başlar. Talim aklın eşlik ettiği bir eğitim sürecidir. Terbiye döneminde mensup olduğu aile/toplumun yaşam kültürüne uygun davranışlar herhangi bir illet ya da hikmet belirtmeksizin kendisine telkin edilirken, âkilbâliğ olduktan sonra artık söz ve eylemlerinde nedensellik aramaya başlar. Aklî melekelerinin ilk teşekkül ettiği dönemdir bu dönem. Bu evrede kişinin doğumdan itibaren geçirdiği süreç çok etkilidir.

Tıpkı iyi bir üniversite kazanmanın yolunun iyi bir liseden mezun olmaya bağlı oluşu, iyi bir lise okumak için de önceki okul durumunun belirleyici olması ve bunun doğuma kadar devam eden zincirleme bir süreç olması gibi… Çocukluk döneminde yaşadıkları insanı kişi yapar ve bu kişiliğin ilk oluştuğu dönemler karakterini belirleyecektir. Zira karakter ve kimlik kişiliğe adaptedir. Daha önceki bir yazımızda aidiyet süreçleri olumsuz seyretmiş çocuklarda aidiyetin en son aşaması olan soyut aidiyetin oluşacağını söylemiştik. Aidiyet özelinde söylediğimiz bu durum, çocukluktan ergenliğe geçişteki aktarımın sadece bir tarafını temsil eder. Aslında çocuklukta yaşadığı bütün tecrübeler, kişiliğin ilk teşekkül döneminin mutlak belirleyicisidir. Aktarım bu döneme mahsus değildir üstelik. Hayatın bütün evrelerine şamildir. Dünden bugüne gerçekleştiği gibi hayatın bütün aşamalarında kişinin bir önceki birikimi bir sonrasını şekillendirir.

Her an hem bir netice hem sebep

 Her bir dönem bir öncesinin neticesi, bir sonrasının sebebidir.
Her bir dönem bir öncesinin neticesi, bir sonrasının sebebidir.

Meseleye sadece müspet bakmayalım. İnsan davranışlarının tamamı için geçerlidir bu durum. Bir anlık öfkesine yenik düşüp cinayet işlemiş ve müebbet hapse mahkûm olmuş bir insan düşünün. Ortalama bir dakikalık bir eylemin bedelini bir ömür yaşaması ne kadar âdildir? Bu adamın çok kısa bir zaman sonra bambaşka (müspet) kişiliğe dönüştüğünü varsayarsak, daha önce yaptığı şeyin cezasını neden çeksin? Kaldı ki insan vücudundaki hücreler bile yedi yılda tepeden tırnağa yenileniyor. Öyleyse bambaşka bir vücut ve kişilikle işlediği bir cürmün cezasını neden çekiyor? İşte bu sorunun cevabı da aynı yerde gizli: Hayat döngüsü içerisindeki yaşam evreleri birbirinden tamamen bağımsız ve ayrı değildir. Her bir dönem bir öncesinin neticesi, bir sonrasının sebebidir. Bir dakikalık bir eylem gibi duran cinayet, aslında o ana kadar ihmâl edilmiş irade terbiyesinin ağır bedelidir. Cinayet anı ondan önceki hayatının vinziplenmiş hâlidir.

O ana kadar bir cani gibi yaşamış, fakat cinayet işleme imkân ve şartları oluşmadığı için fiiliyata geçmemiştir. İnsanın ister menfi ister müspet; daha doğrusu, ister sevap ister günah olsun, her türlü ciddi eylemini, onun öncesindeki küçük adımlar hazırlar. Ergenlik döneminde dönecek olursak, kişiliğin ilk teşekkül dönemi olması hasebiyle insan hayatının ondan sonraki bütün aşamalarında bu dönemde edindiği talim ve ona uygun olarak biçimlenen karakterini müdrikesinde, hayatının bütün dönemlerinde taşır. Varlık alanındaki her şey bu kanuna tâbidir. İnsan, insanlık tarihinin bir parçasıdır. Ondan bağımsız değerlendirilemez. Her peygamber, peygamberler zincirinin bir halkasıdır. Kendinden önceki vahyin varislerinden ayrı düşünülemez. Şair, "her şey akar; su, tarih, insan ve fikir" derken bunu kast etmiştir. İnsan karar, kanaat ve eylem sergüzeştinin bir yansımasıdır. Kendi tarihinin kâtibidir. Talihi tarihidir. Her merhalede bir sonrasının kavislerini çizer ve bir nehir gibi yön verir hayatına.

Yetim çocuğun âlemlere rahmet iradesi

Gelin, bunu insanlık tarihine uyarlayalım. Tarihe mâl olmuş şahsiyetlerin tarih sahnesine çıkmadan önceki hayatları incelendiğinde gelişimlerinin özgün özellikler taşıdığı, kişisel hayatlarını emsallerinden ayrıştıran çok kritik etmenlerin var olduğu görülecektir. Özellikle çocukluk dönemlerinde yaşadıkları tecrübeler, iradelerinin teşekkül ettiği ilk gençlik yıllarını, sonraki hayatlarına mutlak tesir edecek şekilde belirlemiştir. Aynı özellikleri âlemlere rahmet olacak çocuğun ilk gençlik döneminde de görüyoruz. Koyun güttüğü günlerde amcasının Mekke'den Şam'a gitmeye hazırlanan bir ticaret kervanına dâhil olacağı haberini alır almaz onun karşısına dikilir ve kendisini de beraberinde götürmesini ister. Lakin amcası çölün çetin şartlarının bir çocuğun seyahat etmesine uygun olmayacağını gerekçe göstererek bu isteği geri çevirir. Çocuk komün ruhunun egemen olduğu toplumsal yapıda neşet etmiş birinden beklenmeyen özgüven ve ısrarla talebini tekrar eder ve "Beni burada kime bırakıyorsun? Ne anam var ne babam?" diye ekler.

Ticaret Mekke'nin en gözde mesleğiydi. Siyasî iradeyi de ticaret belirliyordu. Şiir bile şairin değil, tacirin elindeydi.

Bu sözlere gözyaşlarının da eşlik ettiğini gören amcası dayanamaz ve onun da yolculuk için hazırlanmasını emreder. Kimsesiz çocuğun özellikle yetimliğini ve öksüzlüğünü vurgulayarak amcasını ikna etmesi dikkate değer bir konudur. Ne var ki böylesi ısrarla bu seyahati arzulatan şeyin üzerinde durmak daha önemlidir. Şuurun yeni yeni şekillenmeye başladığı bu dönemlerde kişinin bilinçaltı itkilerinin tesiri altında kaldığını kabul edersek, burada geçmişin tekrar etme psikolojisinin hâkimiyeti hemen fark edilir. Gelişim psikolojisi uzmanlarının "aynalama" diye ifade ettiği ruhsal durum, özetle insanın bilinçaltı yönlendirmesiyle epigenetik şemada kendisinden önce yaşamış birini tekrar etme arzusudur. Bu baba, dede, büyük baba olabilir. Özellikle ciddi tesiri altında kaldığı dedesinin amcasının devesinin terekesine şehre girişi, bu sebeple dedesinin adı Şeybe olmasına rağmen amcasına nispetle Abdulmuttalip (Muttalib'in kölesi) diye isimlendirilmesi hikâyesinin gizli etkisiyle bu talepte bulunmuş olabilir.

Ergenliğin emsalsiz kazanımları

Diğer taraftan, amcasının karşısındaki dirençli tavrı, 12 yaşında ergenliğin eşiğinde olan bu çocuğun çok güçlü bir iradeye sahip olduğunu gösteriyor. Peki, bu yaşta bu denli ne istediğini bilen ve istediği şeyi elde etmek için ortaya konan güçlü iradenin arkasındaki saik nedir? Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, hayat döngüsünün en kritik evresi olan bu dönemi doğumundan itibaren geçirdiği çocukluk yılları belirliyor. O dönemde bir insanın bağımsız bir kişilik edinmesi hem çok zor hem de çok uzun bir süreç gerektirmesine rağmen, yetim çocuğun çocukluk döneminde yaşadıkları, ergenlik döneminde onu çelik gibi iradeye sahip kılmıştı. Babasız doğması, annesiz büyümesi, ardından gelen erken gurbet ve Mekke dağlarında koyunlarla yalnız başına bir yaşam… Çocukluk döneminin özeti sayılan bütün bu süreç, onda emsalsiz bir kazanıma vesile oldu. Onun çocukluk döneminde dışarıdan talihsizlik olarak görülen emsalsiz durumlar, tam da onu emsalsiz kılan unsurları oluşturuyordu.

Uzun süre tedirginlik yaşamış bir çocukta irade doğal olarak gelişir, gelişmek zorundadır.

Örnek verecek olursak, çocukluğunun hemen her aşamasında gözlemlediğimiz kaygı ve tedirginlik, onun iradesini güçlendiren en önemli unsurlar olmuşlardır. Çünkü tedirginlik tetikte kılar insanı. Korku ve ümit, hayatla ölüm, güven ve kaygı arasında yaşadığı git-geller onun sürekli teyakkuzda olmasını sağlamıştır. Tüm varlık, bu tedirginlik hâlinde değil mi zaten? Eşya titreşimle var oluyor. Hemen her hayvan av olma korkusu ve avlanma ümidi arasında yaşamını sürdürüyor. Tedirginlik iradeyi oluşturan en temel duygudur.

Tedirginlik tedbire, tedbir tedebbüre, tedebbür tefekküre götürür. Tedbir tedirgin olduğun konuda önlem almak, tedebbür ise tedirginliğe sebep olan şeyin vuku bulacakmış gibi yani bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak sadece önünü değil, ardını düşünerek hareket etmek demektir. Tefekkür ise tehlike ve tehditlerle dolu bu hayatı düşünerek yaşamak demektir. Tedirginlik ya tereddüde ya da tedebbüre sevk eder. Tedirginliğin olduğu yerde irade yoktur. Uzun süre tedirginlik yaşamış bir çocukta irade doğal olarak gelişir, gelişmek zorundadır.

İnsan ilişkilerini öğreten tecrübe

Siyasî iradeyi de ticaret belirliyordu.
Siyasî iradeyi de ticaret belirliyordu.

Bu merhalede gösterdiği kararlı duruş, ayrıca onu içinde yaşadığı toplumun en saygın mesleğinde mahir yapacaktır. Ticaret Mekke'nin en gözde mesleğiydi. Siyasî iradeyi de ticaret belirliyordu. Şiir bile şairin değil, tacirin elindeydi. Ne var ki ticaret için belli sermaye gerekiyordu. Yetim çocuk, sermayesi olmamasına rağmen uzun yıllar ticaret yapmasına imkân veren meslekî beceriyi işte yeteneklerinin oluşmaya başladığı bu dönemde kazanacaktı.

İmkânsızlığın doğurduğu fırsatlar bunlarla sınırlı değildir. Fırın gibi çöl tepeciklerinde geçirdiği çocukluk, ona bir yetişkinin bile kolay kolay tahammül edemeyeceği uzun çöl yolculuklarına sabretme yetisi kazandırmıştır. Bu vesileyle çobanlık döneminde, şirk toplumunun kalıcı kültür motiflerinin zihin ve davranışlarına işlenmesinden korunduğu gibi, yeni mesleği tüccarlık da bu korunmuşluğun devamını sağlayacaktır.

  • Bu irade ve ne istediğini bilen tavrı, onu tüm çapraz ve karmaşık ilişki ve iş yumağının içine itecek ve bu vesileyle onun hem "insanı" tanımasını hem de insanî ilişkileri öğrenmesini sağlayacaktı.

Yine bu kararlı duruşu sayesinde edindiği ticarî tecrübe, Mekke'nin en saygın hanımefendisiyle evlenmesine vesile olacaktı. Hayatının bütün evrelerinde dominant etkisi yapan bu irade belki de bundan sonraki hayatının gelişim hatlarını belirlemiş oldu. Unutmayalım, insanın seçimleri onu seçilmiş kılar. Her şey imkânla mümkündür. Her insana imkân verilir. Kimi bu imkânı çarçur eder, kimi onu kullanarak daha büyük mümkünlere kanat çırpar. Bu hayatın hem cazibesine hem de saldırılarına göğüs germiş işte bu iradedir ki seyr-ü seferi siyer-i nebiye mukaddem kılmıştır.