Türkiye'nin milâdı: Malazgirt Savaşı

J. J. Norwich, Byzantium: The Decline and Fall, Viking, London, 1995.
J. J. Norwich, Byzantium: The Decline and Fall, Viking, London, 1995.

Bizans için ‘sonun başlangıcı’, Haçlı seferleri için bir ‘bahane’, Türkiye içinse ‘milat’ niteliğindedir Malazgirt Meydan Muharebesi. Muzaffer Sultan Alp Arslan, ince hücum planlarını, dâhiyane savaş taktiklerini ve askerlerine yaptığı etkileyici konuşmayı gerçekleştirirken tarihi değiştirecek bir zafere imza atmak üzere olduğunu biliyor muydu acaba?

» Cumhuriyet döneminde Selçuklu parası: 1971’de Malazgirt aferinin n900. yıldönümü hatırasına bastırılan madeni paralar hem nostaljik, hem de tarihî değere sahip.
» Cumhuriyet döneminde Selçuklu parası: 1971’de Malazgirt aferinin n900. yıldönümü hatırasına bastırılan madeni paralar hem nostaljik, hem de tarihî değere sahip.

Prof. Dr. Muharrem Kesik


Selçuklular 1040 yılında Gaznelilere karşı kazandıkları meşhur Dandanakan Savaşı’nın ardından devletlerini kurdular ve kısa zamanda bugün İran sınırları içinde önemli bir bölge olan Horasan ve civarında egemenliklerini kabul ettirdiler. Ardından fetihler fetihleri kovaladı.

Anadolu, Bizans İmparatorluğu ile Selçuklu Devleti’ni karşı karşıya getirecekti. Aslında ufak tefek çarpışma ve akınlar bir yana bırakılırsa iki taraf ilk ciddi karşılaşmasını 1048’de Pasinler Ovası’nda yaptı. Melik İbrahim Yınal ve Melik Kutalmış’ın idare ettiği Selçuklu ordusu bu savaşta Gürcü asıllı Bizans kumandanı Liparit’i hem yendi, hem de tutsak aldı. Selçukluların başında bulunan Tuğrul Bey ile antlaşma imzalamak zorunda kalan Bizans İmparatoru, yeni komşusunu savaş meydanında dize getirmenin ne kadar zor bir iş olduğunu fark etti. Bundan sonraki faaliyetler Selçukluları Anadolu’dan sürüp atmak üzerine kurgulanacaktı. İşte Malazgirt Savaşı Anadolu üzerinde gerçekleştirilen bu mücadelenin dönüm noktasıdır.

» ‘Fatımîlerin ülkesi Selçuklu Sultanı’nındır’: 1070 yılında Ortadoğu’nun en güçlü devletlerinden biri olan Fatımîlerin veziri, rakipleri karşısında zor duruma düşünce Alp Arslan’a bir elçi göndererek ülkesini ona teslim etmeyi ve adına hutbe okutmayı vaat etmişti. Sağdaki çizimde 12. yüzyıla ait Fatımî savaşçıları görülüyor.
» ‘Fatımîlerin ülkesi Selçuklu Sultanı’nındır’: 1070 yılında Ortadoğu’nun en güçlü devletlerinden biri olan Fatımîlerin veziri, rakipleri karşısında zor duruma düşünce Alp Arslan’a bir elçi göndererek ülkesini ona teslim etmeyi ve adına hutbe okutmayı vaat etmişti. Sağdaki çizimde 12. yüzyıla ait Fatımî savaşçıları görülüyor.

Tarihler 1070 yılını gösterdiğinde Selçuklu Devleti’nin başındaki Alp Arslan, Mısır üzerine bir sefere çıkmıştı. Bizans’tan sonra Ortadoğu’nun büyük devletlerinden biri de Mısır’daki Şiî Fatımî devletiydi. Halife el-Mustansır zamanında (1036-1094) Fatımî Devleti’nin veziri olan Nasrüddevle Hamdân kuvvetli rakipleri karşısında zor duruma düşmüştü. 1070 başlarında Selçuklu Sultanına elçi göndermek suretiyle gelmesi durumunda bu ülkeyi teslim etmeyi ve hutbeyi Sünnî Abbâsî halifesi ile Sultan adına okutmayı vaat ediyordu.

Bunun üzerine Alp Arslan, Mısır’da Selçuklu hakimiyetini kurmak için Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu’ya girdi. Anadolu sınırındaki Selçuklu akıncılarını da yanına aldı, Van Gölü’nün kuzeyinden geçerek amcası Tuğrul Bey zamanında alınamamış olan Malazgirt kalesini süratle zapt etti. Daha sonra Diyarbekir bölgesine gelerek Bizanslıların elinde bulunan Tulhum ve Siverek kalelerini ele geçirdi, hatta Bulgar Kralı Alusian’ın oğlu Vasil idaresindeki Urfa kapılarına dayandı (Mart 1071). Selçuklu ordusu, 3 defa kuşatıldığı halde alınamayan ve sağlam surları bulunan Urfa’yı kuşattı. 50 gün kadar süren kuşatma sonuçsuz kalınca daha fazla vakit kaybetmek istemeyen Sultan, kuşatmayı kaldırarak Halep üzerine yürüdü. Tell-Sultan (Sultan Tepesi) üzerinde ordugâhını kurup Halep’i muhasaraya başladı. Kuşatma uzun sürdüğü halde hücumları şiddetlendirmedi; çünkü bu bir İslam şehriydi; onu kılıçla almayı kendisine yakıştıramıyordu. Nihayet Emîr Mahmud, annesi ile birlikte Sultan’ın huzuruna geldi ve annesinin ricası üzerine affedildi.

Sultan Halep’i tekrar Mahmud’un idaresine bıraktı ve Mısır’a gitmek üzere Dimaşk’a (Şam) hareket etti. Bu sırada Bizans İmparatoru’ndan bir elçi gelmişti. İmparator Romanos Diogenes (Romen Diyojen) Malazgirt, Ahlat ve Erciş’in Bizans’a bırakılmasını istiyor, aksi takdirde büyük bir orduyla bu yerleri geri almak üzere harekete geçeceğini bildiriyordu. Tehdit mesajına kızan Sultan, elçiyi red cevabıyla geri yolladı; fakat İmparator’un hakikaten büyük bir orduyla Erzurum’a doğru ilerlemekte olduğunu haber alınca Mısır seferinden vazgeçerek süratle geri döndü.

» Sultanın karşısında soylu bir mahkûm. Reşidüddin’in Câmiü’t-Tevârih adlı eserinde yer alan bu çizimde Selçuklu hükümdarının karşısına çıkarılmış boynu zincirli bir mahkûm dikkat çekiyor.
» Sultanın karşısında soylu bir mahkûm. Reşidüddin’in Câmiü’t-Tevârih adlı eserinde yer alan bu çizimde Selçuklu hükümdarının karşısına çıkarılmış boynu zincirli bir mahkûm dikkat çekiyor.

Sessizce yaklaşan Selçuklu ordusu

Bizans İmparatoru Romen Diyojen, 100 bin ile 200 bin kişi arasında olduğunu tahmin ettiğimiz büyük bir orduyla İstanbul’dan hareket etmişti. İslam kaynakları 600 bine varan rakamlar veriyorlarsa da, bunlar abartılıdır. Bizans ordusunun ağırlıklarını 2,400 araba taşıyordu. Savaş aletleri arasında 1,200 asker tarafından çekilen ve 10 kantar (1 kantar 5,600 kg) taş atabilen bir mancınık dikkat çekiyordu. Bizans ordusu Balkanlardaki Peçenek, Uz (Oğuz), Kıpçak, Bulgar gibi Türk boylarından; Slav, Alman, Frank, Ermeni ve Gürcülerin yaşadığı birçok eyaletten toplanmış askerlerden meydana geliyordu.

İmparator Kapadokya’da bir savaş meclisi toplayarak kurmaylarıyla takip edilecek yol ve hareket tarzını görüştü. Genç subaylarca desteklenen İran içlerine kadar ilerleme fikri kabul edilirken, tecrübeli komutanların teklifi olan Erzurum’a ilerlenmesi görüşü reddedildi. İmparator Erzurum’a geldi, Uzlar ve Franklardan 30 bin kişilik bir kuvveti öncü olarak sevk ederken, 12 bin kişilik bir kuvveti de orduya erzak bulması için kuzeye gönderdi.

İmparator elinde kalan kuvvetleriyle Malazgirt’e ilerledi ve az sayıda Selçuklu birliği tarafından savunulan kaleyi kuşattı. Kaledekiler aman (canlarının bağışlanması şartı) ile teslim olmalarına rağmen, çoğu Bizanslılar tarafından öldürüldü.

Alp Arslan’ın Bizans ordusunun Anadolu’da ilerlediğini duyunca süratle geri döndüğünü söylemiştik. Bu yüzden Fırat’ı geçerken ordusunda bulunan at ve develerden çoğu boğulmuş, ağırlıklarından bir kısmı yok olmuştu. Ancak Urfa valisi şehrin zapt edilmemesi için Sultan’a at, katır ve yiyecek verdi. Sultan Irak savaşında görev alan yaşlı ve yorgun askerlerini dağıttı; yanında sadece Horasan, Azerbaycan ve Errân kuvvetleri kalmıştı. Daha sonra Erzen ve Bitlis yoluyla Ahlat’a geldi. Karısı Seferiyye Hatun’u, çocuklarını ve hazinesini veziri Nizâmülmülk ile Hemedan’a gönderdi ve yeni kuvvetler toplayarak göndermesini emretti.

Selçuklu ordusunun Malazgirt Savaşı’nda 40 - 50 bin kişilik bir kuvvete sahip olduğu tahmin ediliyor. Bu ordu içinde Kürt ve diğer milletlere ait askerin sayısı 10 bin civarındaydı. Böylesine büyük savaşlarda devletin asıl ordusunu takviye etmek için kendisine tâbi emîr ve beylerin güçleri yardıma çağrılırdı. Büyük devlet ile vasalleri arasında önceden gerçekleştirilen antlaşmalar bu askerî yardımları zorunlu kılmaktaydı. Kürt ve sair milletlerden gelen yardımın da bu çerçevede gerçekleştiği anlaşılıyor. (Hemen belirtelim ki, Malazgirt Savaşı ile ilgili onlarca kaynaktan sadece 2’si Kürtlerin varlığına atıfta bulunur.)

Alp Arslan, Emîr Sanduk idaresinde bir öncü kuvveti ileri sevk ederken, Bizans öncüleri de Ahlat yönünde ilerliyorlardı. Bunlar Selçuklu akıncıları tarafından bozguna uğratıldılar. İmparator hâlâ Sultan’ın geldiğine inanamıyor, Selçuklu kuvvetini Ahlat üssünden gelen askerler sanıyordu.

Sonunda durumu öğrenmek üzere Vasilakes (Basilakes) adında bir Ermeni kumandanı bir miktar askerle ileri gönderdi ama bu kuvveti de Selçuklu öncüleri karşısında mağlûp olmaktan kurtulamadı. Vasilakes esir edildi ve ele geçirilen büyük bir haç, zafer alameti olarak Bağdat’a gönderilmek üzere Nizâmülmülk’e ulaştırıldı.

» Sırların ustasından göçebe Türkler: Yaşadığı çağa ve yere ait kesin bilgi bulunmayan sırlarla dolu usta sanatkâr Mehmet Siyah Kalem’e atfedilen bu çizimde 15. yüzyıl Türk göçebeleri son derece özgün bir kompozisyonla selamlıyor tarihi.
» Sırların ustasından göçebe Türkler: Yaşadığı çağa ve yere ait kesin bilgi bulunmayan sırlarla dolu usta sanatkâr Mehmet Siyah Kalem’e atfedilen bu çizimde 15. yüzyıl Türk göçebeleri son derece özgün bir kompozisyonla selamlıyor tarihi.

İlim adamlarını dinledi

Alp Arslan mecbur kalmadıkça savaşa girmek istemiyordu; çünkü Selçuklu ordusu sayıca düşmandan çok azdı. Savaş olursa ciddi sayıda asker kaybına uğranılacağı kesindi. Böyle bir sorumluluğu üstlenmek istemediğinden, ayrıca Selçuklularda adet olduğu üzere son bir kez düşmana barış önerisinde bulunmak için o sırada yanında bulunan Abbâsî halifesi El-Kaim bi-Emrillâh’ın elçisi İbn Muhallebân (İbn Mahlebân) ile Emîr Savtegin’i elçi olarak İmparator’a gönderdi. İmparator, Selçuklu heyetini iyi karşılamadı. Hatta İbn Muhallebân’a başını açması, kemerini bağlaması ve yer öpmesi için baskı yapıldı.

İmparator, Selçukluları ve Alp Arslan’ı umursamadığını göstererek elçilik heyetini aşağılayan davranışlarda bulundu, alaycı bir ifadeyle “Hemedan’ın soğuk olduğunu haber aldık, biz Isfahan’da kışlayacağız, hayvanlarımız da Hemedan’da kışlar” deyince Selçuklu elçisi “Hayvanlarınız Hemedan’da kışlayabilir fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemem” şeklinde oldukça manidar bir karşılık verdi.

Bizans İmparatoru ordusunun kalabalıklığına güvenmekteydi. Üstüne üstlük Selçuklular tarafından barış teklifi yapılınca kendine ve zafere olan inancı iyice pekişti. Alp Arslan’ın kendisinden ve ordusunun büyüklüğünden korktuğunu düşündü. Ancak unuttuğu bir şey vardı: Savaşların sonucunu orduların sayısı değil, onları sevk ve idare eden komutanlar ile uyguladıkları savaş strateji ve taktikleri belirler.

Romen Diyojen barış teklifini reddetti. Buna karşılık Alp Arslan da savaşın kaçınılmaz hale geldiğini anlayarak adamlarıyla savaş planını görüştü. Alp Arslan’ın hocası (fakihi) ve imamı Ebû Nasr Muhammed b. Abdülmelik’in “Bütün hatiblerin minberlerde Müslüman halkla birlikte senin için duada bulunacakları Cuma günü düşmana saldır” tavsiyesini kabul etti. Müneccimler savaş için müsait vaktin beklenilmesi gerektiği fikrini öne sürmüşlerse de Alp Arslan onların sözlerine önem vermeyip ilim adamları ile takva sahiplerinin görüşlerini dikkate aldı.

25 Ağustos 1071 gününü her iki ordu savaş düzeninde geçirdi. Selçuklu atlı birlikleri sürekli olarak tekbir sesleriyle boru ve davul çalıp haykırarak ve oklar atarak düşmanı moral bakımından çökertmeye çalışıyorlardı. Buna karşılık Bizans tarafında çan sesleri duyuluyordu. Sultan, Cuma günü gelip çattığında ordusundan bazı birlikleri pusuya yerleştirdi, kendisi de merkez hattındaki yerini aldı. Ordusunda Savtegin, Afşin, Gevherâyin, Sanduk, Aytegin ve Ahmed-şâh gibi tecrübeli kumandanlar bulunmaktaydı.

» Aynaya yansıyan Selçuklu ngazisi: Topkapı Sarayı’nda sergilenen13. yüzyıla ait bu gümüş Selçuklu aynasının bir yüzünde merkeze at sırtında bir savaşçı resmi işlenmiş. Çevresinde ise yine savaş sahnelerinden hayvan ve asker figürleri dikkat çekiyor.
» Aynaya yansıyan Selçuklu ngazisi: Topkapı Sarayı’nda sergilenen13. yüzyıla ait bu gümüş Selçuklu aynasının bir yüzünde merkeze at sırtında bir savaşçı resmi işlenmiş. Çevresinde ise yine savaş sahnelerinden hayvan ve asker figürleri dikkat çekiyor.

Beyazlar içindeki Alp Arslan’ın duası

Savaş hazırlıklarını bitiren ve beyaz bir elbise giyen Alp Arslan “Ölürsem kefenim bu olsun” diyerek emrindeki bütün kumandanları topladı ve şu duada bulundu:

“Ey Allah’ım, sana müvekkil oldum ve bu cihadla sana yaklaştım, senin katında secdeye kapanıyor ve yalvarıyorum. Bu sözlerim, gerçek duygularımı ifade etmiyorsa beni, yardımcılarımı ve askerlerimi yok et! Eğer içtenliğimi kabul ediyorsan düşmanlara karşı bu cihadda bana yardım et ve beni muzaffer bir sultan kıl!”

Duadan sonra komutanlarına şöyle hitap etti: “Eğer Allah beni başarıya ulaştırırsa -ondan beklediğim budur- bu güzel bir sonuç olacaktır. Eğer tersi olursa oğlum Melikşâh’ı dinlemenizi, ona itaat etmenizi ve yerime geçirmenizi vasiyet ediyorum.” Onlar da hiç tereddüt etmeden “Başüstüne!” dediler.

26 Ağustos Cuma günü namaz vakti yaklaştığı zaman Alp Arslan, kumandan ve askerleriyle birlikte namaz kıldı ve onlara şu söylevde bulundu:

“Ey asker ve kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta, düşman çoğunlukta olmak üzere böyle bekleyeceğiz? Ben bizzat Müslümanların minberlerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatte düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç hâsıl olacaktır, aksi takdirde şehit olarak cennete gideriz. Beni izlemek isteyenler gelsinler, dönmek isteyenler geri dönebilirler. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben de sizlerden biriyim ve sizinle birlikte savaşacağım.

Asker ve kumandanlar hep bir ağızdan “Ey Sultan, biz senin kullarınız, sen ne yaparsan biz de aynısını yapar ve sana yardım ederiz, istediğin gibi hareket et” diyerek karşılık verdiler. Bundan sonra Alp Arslan elleriyle atının kolanını sıktı ve kuyruğunu bağladı. Ok ve yayını atarak eline bir kılıç ve bir topuz aldı. Asker ve komutanlar da aynısını yaptılar.

» Posta pulundaki Alp Arslan: 1971 yılında Malazgirt Zaferi’nin 900. yıldönümün anısına basılan posta pulunda Alp Arslan ve askerleri.
» Posta pulundaki Alp Arslan: 1971 yılında Malazgirt Zaferi’nin 900. yıldönümün anısına basılan posta pulunda Alp Arslan ve askerleri.

Bizans’a karşı stratejik manevralar

Selçuklu atlı birlikleri Bizans ordusunun merkezine saldırıya geçti. Ancak bu tamamen taktik gereği, düzmece bir saldırıydı. Amaç, düşmana saldırarak bozguna uğrayıp hızla geri çekiliyormuş gibi yapmak, böylece kuvvetlerini önceden yerleştirilmiş pusu birliklerinin bulunduğu alana çekmek, sonra taktik gereği kaçan birliklerin birdenbire geri dönmesi ve düşmana saldırırken pusuya yatmış birliklerin de ortaya çıkmasıyla düşmanı kuşatmaktı. Nitekim planlandığı gibi oldu. Çember içine alınan Bizans ordusu pusuda bekleyen Selçuklu askerlerinin adeta yağmuru andıran ok atışlarıyla ağır kayıp verdi.

İmparator durumu kavradığında yapılabileceği fazla birşey kalmamıştı. Hemen sol kanat kuvvetlerinden yardım istedi; ancak pusudaki Selçuklu atlıları buna engel oldu. Sağ kanat kuvvetleriyse bozuldular. Bu sırada sağ kanat kuvvetleri komutanı Nikephoros Bryennios’un idaresi altında bulunan Uz (Oğuz) ve Peçenek atlıları, başlarındaki Tamış Bey ile birlikte Selçuklu saflarına geçti. Bu olay Bizans sağ kanadının bozulmasını kolaylaştırdı.

Çok geçmeden Bizans ordusunun tümü Selçuklu askerî kuvvetlerince kuşatılmıştı. Takviye kuvvetlerinin başında bulunan ve üvey babası Diyojen’i pek sevmeyen Andronikos, Bizans ordusunun kuşatılarak etkisiz hale getirildiği haberini alınca gerilere çekildi. Ermeni kıtalarıysa Bizans’ın mezhep dayatmacılığı yüzünden direnç göstermeden savaş alanını terk ettiler.

Akşama, hatta geceye dek süren meydan savaşı sonunda koca Bizans ordusu yenilmekten kurtulamadı. Büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi, çok sayıda general tutsak düştü ve askerlerin bir kısmı canlarını zor kurtardı. Selçuklu kuvvetlerinin eline sayısız ganimet geçti. Bu yüzden eşyanın, silahların ve zırhların fiyatları düştü. Öyle ki, 12 tulga (baş zırhı, miğfer), altının 6’da 1’i fiyatına satıldı. Tahminen bugünkü rayiçle bir tulga 8 lira etmiş oldu.

Romen Diyojen büyük bir cesaretle sonuna dek vuruştuktan sonra tutsak düşme ya da öldürülme tehlikesiyle baş başa kalmıştı. Yaralı olarak akşam karanlığında emniyetli gördüğü bir yere çekilmişti ki, kaçan atını aramaya çıkan Emir Gevherâyin’in kölesi (gulâmı) tarafından tesadüfen fark edilerek yakalandı.

İşin ilginç yanı, savaştan önce Nizamülmülk’ün orduyu teftişi sırasında bu gulâm çelimsiz ve zayıf göründüğü için ordudan çıkarılmıştı. Ancak Emîr, görünüşe aldanılmaması gerektiğini ve bu gulâmın çok iyi bir asker olduğunu ifade edince Nizâmülmülk “Kim bilir, belki de Bizans İmparatorunu tutsak olarak bize getirir” diyerek espriyle karışık sadece Gevherâyin’i kırmamak için onu orduya aldığını anlatmaya çalışmıştı. Sonuç Gevherâyin’i haklı çıkaracaktı.

Sultan ile İmparator

Gevherâyin, İmparator’un esir edildiği haberini verince Sultan, derhal huzuruna çıkartılmasını emretti. Romen Diyojen karşısına çıkarıldığında büyük bir kızgınlık içinde olan Alp Arslan elindeki kamçı ile 3 kez imparatora vurdu. Devamında şöyle bir konuşma geçti aralarında:

- Sana barış yapılması için halifenin elçisini gönderdiğim halde bunu reddetmedin mi? Düşmanlarımın (burada kendine isyan eden eniştesi Er-Basgan’ı kastediyor) teslimini istemek için Emîr Afşin ile haber gönderdiğim halde bundan kaçınmadın mı? Benimle anlaştığın halde (savaşmak suretiyle) bana kıymadın mı? Geri dönmen için sana daha dün haber göndermeme karşılık ‘Buraya gelebilmek ve amacıma ulaşmak uğruna bu kadar para sarf edip çok asker topladım. İslam ülkelerini kendi ülkeme katmadan nasıl döner ve memleketime karşı girişilen bu kötülüklerin sonuçlarını nasıl mazur görebilirim?’ diye karşılık verdin.

- Ey Sultan, ülkelerini almak için birçok milletten asker topladım ve para harcadım. Buna rağmen zaferi sen kazandın. Memleketim böyle, ben de bu halde huzurundayım. Bu durumda beni azarla, sert sözler söyle ve istediğini yap.

- Eğer savaşı sen kazansaydın bana ne yapardın?

- Fena şeyler…

- Gerçekten doğru söyledin, eğer aksini söyleseydin yalan söylemiş olurdun. Bu, akıllı ve yiğit bir adamdır!

Sonra Alp Arslan İmparator’a yeniden sordu:

- Şimdi sana ne yapacağımı sanıyorsun?

- Bana şu 3 şeyden birini yapabilirsin. 1) Öldürmek, 2) Ele geçirmek istediğim topraklarında beni halka ibret için göstermek, 3) Yapmayacağın bir şey olduğundan söylenmesi gerekmez.

- Nedir o?

- Affetmek, para ve armağanlarla iyi niyetimin kabulü neticesinde Bizans topraklarında senin bir kölen, bir kumandanın ve bir nâibin olarak beni ülkeme göndermendir. Eğer beni öldürürsen bu sana bir fayda sağlamaz. Çünkü benim yerime bir başkasını imparator yaparlar.

- Seni affetmek niyetindeyim, ancak ümitsizliği giderilmiş ve hakkındaki niyetimi öğrenmiş bir kimse olarak seni serbest bırakmama değecek fidye miktarını söyle.

- Fidye Sultan’ın takdiridir.

Alp Arslan’ın 10 milyon altın istemesi üzerine imparator Romen Diyojen:

- Canımı bağışladığın için Bizans ülkesine sahip olmak hakkındır; fakat tahta geçtiğimden beri ordu hazırlamak ve savaşlar yapmak amacıyla Bizans’ın mal ve paralarını tükettim. Bu nedenle halk yoksul düştü. Eğer durum böyle olmasaydı istediğinden fazlasını verirdim.

Böylece Alp Arslan ile Romen Diyojen arasında barış antlaşması şu şartlarla yapıldı:

1- Fidye olarak 1.5 milyon altın ödeyecek,

2- Bizans her yıl 360 bin altın ödeyecek,

3- Bizans’ın elindeki tüm Müslüman esirlerbırakılacak,

4- Bizans İmparatoru gerektiğinde Selçuklulara askerî yardımda bulunacak,

5- İmparator, kızlarından birini Sultan’ın oğluna verecek,

6- İmparator yeniden tahta oturduğu takdirde Antakya, Urfa, Menbiç, Malazgirt gibi şehir ve kaleleri Selçuklulara terk edecekti.

» Gerçeği tersine çeviren ressam: Boccacio’ya ait De Casibus Virorum Illustrium adlı eserin 15.yüzyıldaki Fransızca çevirisinde yer alan yandaki çizimden Sultan Alp Arslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i gerçeklere aykırı olarak aşağılarken gösterilmiş.
» Gerçeği tersine çeviren ressam: Boccacio’ya ait De Casibus Virorum Illustrium adlı eserin 15.yüzyıldaki Fransızca çevirisinde yer alan yandaki çizimden Sultan Alp Arslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i gerçeklere aykırı olarak aşağılarken gösterilmiş.

Liderlerin vedalaşma sahnesi

Antlaşma yapıldıktan sonra İmparator kendisine tahsis edilen çadıra çekildi. Bu arada kendisine 10 bin altın borç verildi. O da altınların bir kısmını yakınlarına dağıttı, bir kısmıyla da tutsak kumandanlardan birkaçının kurtuluş akçasını ödeyerek özgür kalmalarını sağladı. Geri kalan Bizans generalleri de Alp Arslan’ın emriyle serbest bırakıldı.

Ertesi gün Sultan’ın huzuruna getirilen İmparator, ganimet olarak ele geçirilen tahtına oturtuldu ve kendisine imparatorlara yakışır bir kıyafet ile taç giydirildi. Sultan ona “Sana güveniyor ve sözüne inanıyorum, bu nedenle seni memleketine gönderecek ve hükümdarlığına iade edeceğim” dedi.

Daha sonra Sultan, siyah renkte kelime-i tevhîd (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah - Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed onun elçisidir) yazılı beyaz bir bayrak hazırlatarak İmparatora verdi. Yanına muhafız olarak 100 Türk askeri kattı, kendisi de 6-7 km kadar İmparatora eşlik etti. Uğurlama merasimi sonrasında Romen Diyojen ile kucaklaşıp vedalaştı. İmparator atından inerek saygı göstermek istediyse de, Sultan buna engel oldu. İmparator, Sivas civarında Türk askerlerini geri gönderdi ve yoluna onlar olmadan devam etti.

Öte yandan Bizans’ta Diyojen’in esir olduğu haber alınınca Mikhail VII. Dukas (1071-78) imparator ilân edilmişti. Korktuğu başına gelen Diyojen buna rağmen yaptığı antlaşmaya sadık kaldı ve Tokat’tan topladığı 200 bin altın ile 70 bin altın değerindeki eşyayı Sultan’a yolladı, ardından Bizans tahtı için mücadeleye girişti. Etrafına 3 bin Ermeni asker toplayarak Amasya’yı ele geçirdiyse de yenilerek Kilikya’ya gitti. İmparator Mikhail 1072 başlarında onun üzerine Andronikos Dukas’ı gönderdi. Andronikos, Diyojen’i bir hileyle ele geçirip tutuklattı, gözlerine mil çektirip İstanbul’a getirdi. Diyojen bu durumu Alp Arslan’a bildirdiyse de çok yaşamadı ve 1072 ortalarında Kınalıada’da kendi kurduğu manastırda öldü. Alp Arslan’ın onun ölüm haberini alınca çok üzüldüğünü biliyoruz.

Bizans ordusu Malazgirt’te imha edildiği için Türk akıncıları bundan sonra ciddi bir direnişle karşılaşmadan Anadolu içlerine süratle ilerleyediler. Fethettikleri şehir ve kasabalara yerleşerek yurt edindiler ve Anadolu’nun Türkleşmesini sağladılar, bu suretle bugünkü Türkiye’nin temellerini attılar.

Malazgirt zaferinin Türklerin sosyal ve siyasî hayatlarında köklü değişikliklere yol açtığını söyleyebiliriz. Zira Anadolu’ya yerleşen Türk boyları eski bozkır yaşayış ve düşüncelerinden farklı bir şekilde toprağa bağlı yeni bir topluluğa dönüşmüşlerdir. Malazgirt’in daha sonraki yıllarda Bizans’ı kurtarmak için tertiplenen Haçlı seferlerinin başlamasında da başlıca etken olduğu unutulmamalıdır.