"Şark meselesi" bitmedi, Haçlı Seferleri ilim hattında devam ediyor

Sosyal mecralarda Ancestral Whispers (Ataların Fısıltıları) olarak bilinen çok takipçili bir hesap, aynı minvalde çalışan birçoğu gibi Aryancı Haçlıların zihniyetine hizmet ediyor. Fakat takipçilerin çoğu bunun farkında bile değil. Batılılar genelde bu çizgide olduğu için onlar açısından sıkıntı yok. Ancak Türkler dâhil pek çok doğu insanı hâşâ bu hesabın söylediklerine neredeyse sorgusuz sualsiz iman ediyor. Sanki ilim bu adamların tekelinde. Oysa bunların ilimle zerre alâkalarını göremiyoruz. Tarih ilminin usûlünü bilmeyen yahut işine gelmediği için bir kenara atanların hiçbir sözüne inanamayız. Böyleleri ilim değil sadece algı peşindedir.
Haçlı seferlerini başlatan konuşmayı hatırlıyor musunuz? Papa II. Urban Clermont Konsil'inde ne demişti:
"Ey Tanrı'nın oğulları, aranızda barışı koruyup kilisenin yasalarını sadakatle sürdüreceğinize dair Rabbe her zamankinden daha içtenlikle söz verdiğinize göre, Rabbin ikazıyla yeniden güçlenmiş olarak, dürüstlüğünüzün gücünü Rabbinizin mühim gördüğü kadar sizi de alâkadar eden başka bir görevde göstermeniz gerekiyor. Doğu’da yaşayan ve yardımınıza ihtiyaç duyan kardeşlerinize yardım götürmelisiniz; onlar bunu sık sık talep ettiler.
Zira çoğunuzun bildiği gibi İran'dan gelen bir halk olan Türkler onlara saldırdı ve Akdeniz'in Aziz George Kolu (İstanbul Boğazı) denen kısmına dek Roma topraklarında ilerledi. Hristiyanların topraklarını gün be gün daha fazla işgal ederek, onları savaşta yedi kez yendi, birçok kişiyi öldürüp esir aldı. Kiliseleri yıktı ve Tanrı'nın krallığını yerle bir etti. Eğer onların orada rahatsız edilmeden kalmalarına daha fazla izin verirseniz, Rabbin birçok sadık hizmetkârı üzerindeki hâkimiyetlerini daha da genişletecekler."
Şark meselesi Haçlı Seferleri ile başladı

Şark Meselesi deyince hemen Rus çarı Birinci Nikola'nın Eylül 1833'teki Hünkâr İskelesi Antlaşması'ndan iki ay sonra Avusturya şansölyesi Metternich ile Münchengrätz'de yaptığı görüşmede söylediği "hasta adam" deyimini hatırlayanlar pekâlâ yanılıyor. Bu deyimin mesele dâhilindeki ehemmiyetini elbette inkâr etmiyoruz ancak mevzu çok daha derin.
Şark Meselesi'nin başlama noktası Haçlı Seferleri'dir ve hedef bin yıl boyunca hiç değişmedi. Türklerin Hristiyan dünyanın içlerine doğru ilerlemesini durdurmak ve onları Hristiyanlarca mukaddes olarak kabul edilen topraklardan atmak. Papa II. Urban'ın Haçlı Seferleri'ne start veren konuşması mevzuyu gayet net bir şekilde dile getiriyor.
O vakit şu hakikatin üzerini kalın bir şekilde çizmek durumundayız. Şark Meselesi denilen şey, aslında Haçlı Seferleri'nin bizzat kendisidir, "o şöyle dedi, şu böyle dedi" diyerek bu mühim tespiti gözlerden kaçırmaya çalışmanın bir mânâsı yok. Batı, kelime oyunları yapmak suretiyle tarihi gerçeklerle istediği gibi oynamayı pek sever bilirsiniz.
Herkesin bildiği terör örgütü PKK'nın, Suriye'ye taşınınca Brett McGurk marifetiyle PYD, YPG, SDG gibi isimler almaya başladığını ve günün sonunda bütün ömrü PKK saflarında teröristlik yapmakla geçen birilerinin "SDG'nin PKK ile bir alâkası yok" dediğini hepimiz biliyoruz.
İçlerindeki “İstanbul kini” hiç sönmeyecek
Şimdi bunlara sorsanız “Haçlı Seferleri biteli yüzyıllar oluyor” mavrasıyla herkesi kandırmaya kalkarlar. Oysa Amerikalısından İngiliz’ine, Yunan’ından Alman’ına hepsinin içinde hâlâ için için yanan bir “İstanbul kini” vardır. Nitekim vakti zamanında teknoloji üreten bir tesisi ziyaret için Dubai’ye gitmiştik. Özel projeler için son derece pahalı çözümler üreten bir yerdi. Kendisi de aslen bir mühendis olan tesis müdürü, fakirin üstündeki tişörtten bir türlü gözünü alamadı, heyetteki diğer arkadaşları yarım yamalak selamlayıp tokalaştıktan sonra hemen yanımızda bitti. Tişörtün üzerinde İstanbul 1453 yazılıydı. Elin teknoloji mühendisi İngiliz’iyle işi gücü bırakıp İstanbul’un fethini konuşmaya başladık. Bir mühendis olarak bizdeki tarihçilere taş çıkartacak bir mâlûmata sahipti. Fakat bütün nezaketine rağmen bakışları buz gibi soğuktu, sesi de kimi zaman tıslayarak çıkıyordu. İstanbul’un elden çıkışına hayıflanıyor, Türklere duyduğu nefreti bir türlü saklayamıyordu. İstanbul’un fethine dair İngiltere’de ağıt tarzında şiirler yazıldığını ilk ondan öğrendik. Aynı tavırları tanıdığımız birçok Batılı münevverde de bizzat müşahede ettik.

Türk’e ait olan her şey hedefte
Batı cihetindeki bin yıllık “Türk nefreti”, bugün de dipdiri yaşayan bir hakikat. Bu nefret onlarda âdeta bir “tik” oluşturmuş. Nedir o?
- Türk’e dair ne varsa otomatikman hor görmek yahut görmezden gelmek.
- Şayet hor görecek yahut görmezden gelinecek bir vaziyet yoksa işte o zaman tarihi gerçekleri çarpıtarak Türk’e ait olanı elinden almak ve mümkünse kendilerine mâl etmek.
Türkleri bin yıldır sahada yok edemeyen Haçlı zihniyeti, masada zayıf olduğumuzu bildiği için bilhassa ilim kulvarını son zamanlarda iyi kullanıyor. Türklerin kendi tarihleri noktasında son derece cahil bir millet oluşu da maalesef onların lehine çalışıyor.
Haçlılar ve mankurtlar
Daha vahimi, bizdeki akademi çevreleri bu Haçlılara gereken cevapları verecek çalışmalar yapmak yerine, onların Türkler nâmına ürettiği uyduruk tezleri ve teorileri âdeta bir amentü gibi belleyip, bilerek yahut bilmeyerek Haçlıların bizi hedef alan silahına kurşun taşıyor.
Ve bunun neticesi, sosyal medya maalesef Haçlıların bu uyduruk tezlerini bize satmaya çalışan Türk gençleriyle dolu. İki-üç İngilizce kelime öğrenip, iki-üç yabancı isim sayınca kendini bu alanda uzman zanneden mankurtları bu aralar sıkça görüyoruz, haliyle eyvah demekten kendimizi alamıyoruz.
Lafı uzatıp bu meyanda yaşadıklarımızı bir bir dökmeye şu satırlar kâfi değil. Fakat en son yaşanan hadiseyi bir numûne olarak zikretmek lâzım ki, milletçe nasıl bir türbülansın içinden geçtiğimiz daha da net anlaşılsın.
İlim değil algı peşindeler
“Tarih yazıyla başlar” kaidesi gereği, tarih ilminin temelini eski toplumlardan günümüze intikal eden yazılı kaynaklar oluşturur. Eski dünya insanlarının kimler olduğu, nasıl yaşadıkları ve nelere inandıkları gibi pek çok şeyi biz bu yazılı kaynaklardan öğreniriz. Yeni gelişen arkeoloji ve genetik gibi ilim dalları da bu yazılı kaynaklar ile mukayeseli bir şekilde ilerler, böylece daha önce bilmediğimiz birçok husus tarihin karanlık dehlizlerinden çıkarak gün ışığına kavuşur. Tarih ilminin usulü budur.
Fakat Türk’ün tarihini çalmaya çalışanların tarih ilminin usûlüne hürmeti yoktur. Bazıları cehaletten, çoğu ise kasıtlı olarak bu usulü görmezden gelir. Onların gayesi tarihi hakikatlerin tebellür edip ortaya çıkması değil, tam aksine kendiişlerine nasıl geliyorsa öyle söylenmesidir. Kendini Aryan kimliğiyle vasfeden Haçlı Avrupa’nın, tarihi hakikatleri eğip bükerek masallar anlatması işte bunun en bariz misalidir.
Sosyal mecralarda Ancestral Whispers (Ataların Fısıltıları) olarak bilinen çok takipçili bir hesap, aynı minvalde çalışan birçoğu gibi Aryancı Haçlıların zihniyetine hizmet ediyor. Fakat takipçilerin çoğu bunun farkında bile değil. Batılılar genelde bu çizgide olduğu için onlar açısından sıkıntı yok. Ancak Türkler dâhil pek çok doğu insanı hâşâ bu hesabın söylediklerine neredeyse sorgusuz sualsiz iman ediyor. Sanki ilim bu adamların tekelinde. Oysa bunların ilimle zerre alâkalarını göremiyoruz. Tarih ilminin usûlünü bilmeyen yahut işine gelmediği için bir kenara atanların hiçbir sözüne inanamayız. Böyleleri ilim değil sadece algı peşindedir.
Türk’ün tarihini çalmak kimin haddine!

Bahsi geçen hesap, genetik çalışmalar üzerinden tarih yorumu yapmasıyla biliniyor ve 15 Ağustos günü bir paylaşım yaparak, eski Türklerin yaşadığı bölgede bulunan Taştık ve Tagar medeniyetlerinin Aryan / İrânî olduğunu duyurdu. O civardaki arkeolojik kazılarda bulunan bir adamın yüzü eldeki verilere göre yeniden modellenmiş ve buna göre bu adam Aryan / İrânî imiş. Oysa adamın yüzü bildiğimiz Türk yüzü, fakat mesele şurada ki adam açık tenli ve de renkli gözlü. Haçlı zihniyetine göre bütün sarışın ve renkli gözlüler elbette Avrupalı olacağı için daha en baştan adamın Türk olamayacağına karar verilmiş bile.
Ve tabii ki hiç kimse siz Türk deyince Türk olmadığı gibi, siz Avrupalı deyince de Avrupalı olmuyor. Bunun da gayet şuurunda olarak, işi şansa bırakmamak için yalan söylemek dâhil her şey göze alınmış.
Paylaşımda deniliyor ki:
“Minusinsk'ten geç dönem bir İskit insanının yeniden inşası, Taştık kültürü.
Çin kaynaklarında Jiankun’a bağlanan ve İrânî İskit Tagar kültürü ile de akraba.
Taştıkların çöküşünden sonra Şaz Türkleri dalgalar halinde geldiler, daha sonra onları yerel Taştıkları entegre eden Türk Yenisey Kırgızları izledi.”
Yalanın kuyruklusu
Şimdi bunun hangi birini düzelteceksin?
Jiankun, burada Çin kaynaklarına dayanılarak(!) İskitlere bağlanan ve yine İskit Tagar kültürüne yakın İrânî(!) bir kavim olarak zikrediliyor. Yalan sadece bununla da kalmıyor. Bir de peşine kuyruk takılarak kuyruklu bir yalana dönüşüyor. Nedir o kuyruk? Jiankun’a bağlanan İskit Taştık medeniyeti çökmüş, sonra dalgalar halinde Şaz Türkleri, son olarak da buradaki tüm yerel Taştık unsurunu asimile eden Yenisey Kırgız Türkleri gelmiş ve bu zavallı Aryan / İrânî İskit halkı böylece tamamen eriyip Türkleşmiş.
Yani bu yalana göre İranî Jiankun başka, Kırgız Türkleri bambaşka iki kavim. Kim söylüyormuş bunu? Çin kaynakları... Tarih nasıl çarpıtılır dersi yapacaksanız, alın size en muhteşem örnek.
Oysa Çin kaynaklarını açıp baktığınızda hiç de İranî bir kavimden bahsetmiyor. Jiankun bahsinde tek kelime İranî kelimesi bile geçmiyor. Jiankun derken Çinlilerin kasdettiği Kırgız Türkleri zaten. Tarih ilminin usulüne uyulmuş olsa, önce Çin kaynağının hangi kronik olduğu zikredilir, peşinden de bu iddianın kroniğin neresinde yer aldığı söylenirdi ama öyle bir birşey yok. Peki, niye? Çünkü o vakit şu kuyruklu yalan daha ilk dakikadan ortaya çıkmış olur. O zaman ne yaparsın? Çin kaynakları diye yuvarlak bir şey söylersin, çoğu işinde gücünde sıradan insanlar olan, ilimle pek bir iştigali olmayan takipçi kitlesi de olduğu gibi alır, öper, başına koyar. Sorgulamaz bile.

Bu arada Sibirya’ya dek ilişerek Türk anayurdunu hedef alan Aryan / İrânî mefhumunun Haçlılar nezdinde bugünkü İran ile pek alâkası olmadığını, bunun da bir Avrupa masalı olduğunu müsait bir zamanda yazalım da kafalarda her hangi bir işkâl kalmasın. Mevzu uzun ve derin, bu yazıya sığacak gibi değil.
Neyse, bahsi uzatmadan meseleyi net bir şekilde ortaya koyan Çin kaynağından ilgili satırları verelim ve bitirelim.
Kırgızların beş ismi
Jiankun, aslında Çinlilerin Kırgızlara verdiği ilk değil ikinci isim.
Çin kroniklerinde Kırgızlar beş isimle kayıtlıdır ve dikkat edilirse bunların aslında birbirinden pek de uzak olmadıkları görülür.
- Milattan önce İkinci yüzyılda meşhur Çin kroniği Shiji’de Kırgızlar “Gekun” adıyla anılır.
- Milattan önce Birinci yüzyılda Çin kroniği Han shu, Kırgızlara “Jiankun” der.
- Milattan sonra Altıncı yüzyıldaki Çin kroniği Zhou shu ise “Qigu” olarak kaydeder.
- Milattan sonra Altıncı yüzyıldaki diğer bir Çin kroniği Sui shu’da “Hegu” diye bilinir.
- Milattan sonra 6 ve 8. yüzyıllar arasındaki Jiu Tang shu, Tongdian ve Tang Huiyao’da ise “Jiegu” olarak geçer.

Kırgızların beş ismi

Jiankun, aslında Çinlilerin Kırgızlara verdiği ilk değil ikinci isim.
Çin kroniklerinde Kırgızlar beş isimle kayıtlıdır ve dikkat edilirse bunların aslında birbirinden pek de uzak olmadıkları görülür.
- Milattan önce İkinci yüzyılda meşhur Çin kroniği Shiji’de Kırgızlar “Gekun” adıyla anılır.
- Milattan önce Birinci yüzyılda Çin kroniği Han shu, Kırgızlara “Jiankun” der.
- Milattan sonra Altıncı yüzyıldaki Çin kroniği Zhou shu ise “Qigu” olarak kaydeder.
- Milattan sonra Altıncı yüzyıldaki diğer bir Çin kroniği Sui shu’da “Hegu” diye bilinir.
- Milattan sonra 6 ve 8. yüzyıllar arasındaki Jiu Tang shu, Tongdian ve Tang Huiyao’da ise “Jiegu” olarak geçer.