TRÇ ittifakı: Tarihi yanlış yerden okumak

TRÇ ittifakı: Tarihi yanlış yerden okumak
TRÇ ittifakı: Tarihi yanlış yerden okumak

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: "Kudüs'ü 100 yıl önce bırakmak zorunda kalmıştık. Ancak bu kez kaderine terk etmeyeceğiz, etmemeliyiz. Hiçbir zafer bedava kazanılmaz. Hiçbir başarı yattığımız yerden elde edilemez. Zorlayacağız, zora dayanacağız, zorbaların üstüne üstüne gideceğiz, haklı davamızdan tek bir adım geri atmayacağız. Çünkü Kudüs-ü Şerif düşerse tarih düşer, İslam zaafa uğrar. Kudüs düşerse Ankara kaybeder, İstanbul kavrulur. Buna da kimsenin hakkı yoktur. Bunu da hiç kimse yapamayacaktır. Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek TRÇ ittifakının inşa ve ihya edilmesidir. TRÇ ittifakının da Türkiye, Rusya ve Çin'den müteşekkil olması arzu ve önerimizdir.” Bilge Kağan’ın vasiyeti: “Çin’in tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanan pek çok Türk öldü. Türk milleti! Aldanırsan sen de öleceksin!”

“Terörsüz Türkiye” sürecine giden ‘çıkış’ yapıldığında, hakikat nâmına bunun iyi niyetli olsa bile neticesiz kalacak bir çıkış olduğunu defalarca söyledik. Çünkü ipleri başkalarının elinde olan kukla bir örgütün silah bırakması olacak şey değil. Nitekim gelinen süreçte böyle olduğu görüldü. Kandil’de sahnelenen tiyatral silah bırakma sahnesinin sahadaki ve dahi masadaki gerçekler ile hiç de paralellik arz etmediğini bugün net olarak görüyoruz.
“Terörsüz Türkiye” sürecine giden ‘çıkış’ yapıldığında, hakikat nâmına bunun iyi niyetli olsa bile neticesiz kalacak bir çıkış olduğunu defalarca söyledik. Çünkü ipleri başkalarının elinde olan kukla bir örgütün silah bırakması olacak şey değil. Nitekim gelinen süreçte böyle olduğu görüldü. Kandil’de sahnelenen tiyatral silah bırakma sahnesinin sahadaki ve dahi masadaki gerçekler ile hiç de paralellik arz etmediğini bugün net olarak görüyoruz.

Devlet Bahçeli’nin Türk siyasi tarihinin yakın dönemine damga vurmuş isimlerden biri olduğu noktasında sanırım birçoğumuz hemfikir. Zaman zaman yaptığı çıkışlarla Türk siyasetine yön veren biri olduğu da tartışılmaz. En son “Terörsüz Türkiye” sürecine giden yolu Bahçeli’nin çıkışı açmıştı hatırlarsanız.

Aramızda hiç kimsenin Bahçeli’nin vatan ve millet sevgisini tartışacak durumu yok. Yaptığı çıkışların vatan ve millet menfaatini gözeterek gündeme geldiği de şüphesiz. En azından kendisi inandığı için bu çıkışları yapıyor. Fakat belli şartlar altında ve de belli bir zaman diliminde bizim gözümüze doğru olarak görünen şeyin bizatihi doğrunun kendisi, mutlak doğru olduğunu söyleyebilir miyiz? İşte orası bir muamma.

Bahçeli’nin “TRÇ İttifakı”na dair söylediklerini de bu bağlamda ele almak durumundayız. Hani şu meşhur feylesof Eflatun’un “Sokrat’ı severim, hocamdır, lâkin hakikati daha çok severim” demesi gibi. Evet, bazı insanların ne dediği şüphesiz mühimdir. Fakat hakikatin bizzat kendisi çok daha mühimdir.

Kuklaya söz geçmez

“Terörsüz Türkiye” sürecine giden ‘çıkış’ yapıldığında, hakikat nâmına bunun iyi niyetli olsa bile neticesiz kalacak bir çıkış olduğunu defalarca söyledik. Çünkü ipleri başkalarının elinde olan kukla bir örgütün silah bırakması olacak şey değil. Nitekim gelinen süreçte böyle olduğu görüldü. Kandil’de sahnelenen tiyatral silah bırakma sahnesinin sahadaki ve dahi masadaki gerçekler ile hiç de paralellik arz etmediğini bugün net olarak görüyoruz.

Suriye’de “âdem-i merkeziyet, ona razı olmazsanız tam bağımsızlık” nârası atan, 10 Mart’ta Suriye hükümetiyle güya mutabakat imzalayıp 7 aydır kendi bildiğini okuyan, daha doğrusu uygun şartlar oluşana dek sadece zaman kazanmaya çalışan terör örgütünün Kandil’den taşınalı yıllar olduğunu hâlâ anlayamadıysak en büyük sıkıntı budur. Kandil’de bir avuç eşkıya bırakıp, 100 bine yakın teröristle bütün gücünü Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurmaya harcayan örgüte “silah bırak” demekle elimize hiçbir şey geçmedi ve de geçmeyecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Şi Cinping.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Şi Cinping.

Evet, bu çıkışın;

- belki taktik bir hamle olduğunu,

- terör yapılanması içindeki farklı gruplar arasında bir çatlak oluşturma beklentisini,

- mecliste terör sözcülüğüne soyunanları legal siyasetin sınırları içerisine çekebilme umudunu görmezden gelmiyoruz. Ama neticede hangi taktik gaye umulursa umulsun karşımızda kendi sözü olmayan, dışarıdan sürekli sufle almaya muhtaç bir kukla var. Ve bu sufleyi verenlerin nihâi gayesi, kendilerince mukadder olan vakte dek bizi oyalamak, her hangi bir aksiyon almamızı bir şekilde engellemek. Peki, bunu başardılar mı? Müzakereydi, masaydı diyerek epey yol aldıkları söylenebilir.

Nitekim Şara’nın bile sabrının taşmak üzere olduğu ve “SDG, Aralık ayına kadar entegrasyon sürecine girmezse Türkiye askeri harekâta girişebilir" meâlinde sözler ettiği konuşuluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da "Suriye'de Kürtlerin de güvenliğinin teminatı Türkiye'dir. Yönünü Ankara'ya ve Şam'a dönenler kazanacak. Kılıç kınından çıkarsa kaleme-kelâma yer kalmaz. Kıblesini şaşıranlar kaybedecektir" dediğini hepimiz gayet iyi hatırlıyoruz.

Yıllardır yumuşak güç olduğu, başka ülkelerin üzerinde tahakküm kurmadan win-win prensibiyle saygın ilişkiler kurduğu propagandasını yapan Çin’in 3 Eylül’deki Zafer Günü geçit törenini şayet izlediyseniz, bunca hazırlığın yumuşak güç teorisi ve de win-win prensibiyle ne denli uyum içinde olduğunu buyurun siz söyleyin!
Yıllardır yumuşak güç olduğu, başka ülkelerin üzerinde tahakküm kurmadan win-win prensibiyle saygın ilişkiler kurduğu propagandasını yapan Çin’in 3 Eylül’deki Zafer Günü geçit törenini şayet izlediyseniz, bunca hazırlığın yumuşak güç teorisi ve de win-win prensibiyle ne denli uyum içinde olduğunu buyurun siz söyleyin!

Pasifiğin suları dingin ama tekinsizdir

Bahçeli’nin iyi niyetine yine şüphe yok ama “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek TRÇ ittifakının inşa ve ihya edilmesidir. TRÇ ittifakının da Türkiye, Rusya ve Çin'den müteşekkil olması arzu ve önerimizdir” şeklindeki çıkışı, bazı temel tenakuzları ister istemez içinde barındırıyor.

Bahçeli’nin yazılı açıklamasına baktığımızda Netanyahu’nun Kudüs’e işaretle “Bu bizim şehrimiz Bay Erdoğan, sizin şehriniz değil. Her zaman da bizim şehrimiz olacak” sözüne cevap olarak böyle bir çıkışın yapıldığı görülüyor. TRÇ ittifakına kadarki söyledikleri son derece doğru ve haklı, buna kimsenin bir itirazı yok. “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonu” tespiti de gayet yerinde. Fakat bu koalisyona karşı “Akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek TRÇ ittifakının inşa ve ihya edilmesi” değildir ve olamaz da.

Atlantiğin fırtınalı sularından kaçalım derken, Pasifiğin dingin gözüken ama bir o kadar da tekinsiz sularına dümen kırmanın, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan pek bir farkı yok. Bunu anlamak için illâ o tekinsiz sulara girmeye ise hiç gerek yok. Çin ve Rusya ile taktik, yani şartlara ve zamana bağlı bir ittifakın konjonktür elverse bile hiç kolay olmadığını, olmayacağını Rusya ile girişilen Astana sürecinde gördük. Rusların burada alınan kararların birçoğuna uymayıp sürekli ihlâllerde bulunduğunu, hatta İdlib’deki çatışmasızlık bölgesinde anlaşma gereği konuşlanan 34 Türk askerini haince şehid ettiğini ne de çabuk unuttuk.

Çin’in Rusya’dan pek farkı olmadığını, Güney Çin Denizi’nde komşularını hiçe sayan tavırlarından, yaptığı ihlâllerden ve işgalci tutumundan biliyoruz. Bakın daha Doğu Türkistan meselesine girmedik bile.

Karşımızda;

- İç Moğolistan’ı,

- Mançurya’yı,

- Tibet’i,

- Doğu Türkistan’ı işgal eden,

- işgal etmekle kalmayıp etnik ve dinî kimlikleri âdeta kazıyarak yok eden,

- işgal altında yaşayan halkları zorbalıkla adım adım Çinlileştiren bir zulüm makinası var ve biz bunu görmezden gelmeye mi çalışıyoruz?

Yıllardır yumuşak güç olduğu, başka ülkelerin üzerinde tahakküm kurmadan win-win prensibiyle saygın ilişkiler kurduğu propagandasını yapan Çin’in 3 Eylül’deki Zafer Günü geçit törenini şayet izlediyseniz, bunca hazırlığın yumuşak güç teorisi ve de win-win prensibiyle ne denli uyum içinde olduğunu buyurun siz söyleyin!

2001 yılında Ukrayna’dan satın alınan ilk uçak gemisi Varyag’ın boğazdan geçişine bizzat şahit olan biri olarak Pekin’deki 3 Eylül Zafer Günü geçit törenini izlemek ister istemez maziyi hatırlattı. İtiraf etmek lâzım, Çin askerî gücünün 24 yılda nereden nereye geldiğini görmek gerçekten de çarpıcı. Demek ki neymiş, Çin’in “yumuşak yüzü, tatlı sözü” bir aldatmacaymış, askerî gücü tahkim edene kadarmış. Zaten Bilge Kağanbize vasiyet etmişti, üstelik yetinmeyip bir de taşa kazıtmıştı ama hep unutuyoruz.

“Çin’in tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanan pek çok Türk öldü. Türk milleti! Aldanırsan sen de öleceksin!”

  • Çin işi gazetecilik
  • Embedded gazeteci Taha Hüseyin Karagöz, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin davetiyle” Ağustos ayı içinde beş günlüğüne bir Çin gezisi yaptı. Bir gün Çin büyükelçiliğinden telefon gelmiş. “Taha Bey, sizi Çin’de ağırlamak, şehirlerimizi tanıtmak istiyoruz” demişler, o da “hay hay” deyip gitmiş. Çin gezisine dair bir de video paylaşmış, orada özetle diyor ki:
  • - Bu kör nefretle gelişemeyiz, o vakit Türkiye’den hiç çıkmayacağız.
  • - Uygur kardeşlerimiz restoran açmış, gayet de güzel işletiyorlar.
  • - Her toplumda azınlığa karşı rezervler olur; dükkan açar, mal mülk edinir ama görünmez kurallar vardır. Ama zulüm bilmem ne görmenin şu anki modern dünyanın standartları içerisinde imkanı yok.
  • - Şangay havalimanına indiğimde pasaport kontrolünde bir Uygur Türkü gördüm, bana hoşgeldin dedi. Demek ki seyahat edebiliyorlar, ticaret yapabiliyorlar, restoran açabiliyorlar.
  • - Çin ile ters düştüğümüz noktalar elbette vardır. Ama Çin’in sınırımızın dibinde bize karşı ordu filan kurduğu yok.
  • Bu videoya epey yorum yapılmış, fakat hiçbirini paylaşmıyoruz. Sözü, Taha’nın sadece 5 günlüğüne, üstelik Çin devletinin programıyla gezdiği coğrafyada yıllarca yaşamış olan Çin uzmanı Nurettin Akçay’a bırakıyoruz.
  • “Çin uzun süredir Türkiye’ye yönelik literatürde “elite engagement” diye tabir ettiğimiz bir kamu diplomasi stratejisi yürütüyor. Bu gazeteci arkadaş gibi görünürlülüğü yüksek kişileri ülkesine davet ediyor ve bir nevi showcase diplomacy yapıyor. Yani onlara seçilmiş bir imaj sunuluyor.
  • Aslında her şey planlı oluyor ve Çin tam da istediğini elde ediyor çünkü sadece görünmesi gerekenler gösteriliyor. Netice olarak da arka plan anlaşılmadan olumlu bir tablo ile karşılaşılıyor. Çin başarılı oluyor mu peki?
  • Videodan da anlaşılacağı üzere evet.”
  • Sadece Taha değil, Çin’in davetiyle oraya giden başka embedded gazeteciler de var elbet. Fakat meramı ifade için bu kadarı yeterli.
  • Ne ABD-İSRAİL ne de ÇİN-RUSYA
  • Doğu Türkistan’da yaşanan zulmün yeni ivmelendiği, kamuoyu gündemine henüz yoğun olarak gelmediği zamanlardı. Meseleye hassasiyetimiz olduğu için ülkemizdeki Doğu Türkistan diasporasıyla temasa geçtik ve bu zulmü bizzat yaşayan, ailesi toplama kamplarına atılmış, onlardan haber alamayan kardeşlerimizden işin doğrusunu öğrendik. Pek tabii olarak mevzuyu haber yapmak istedik ama “Atlantik cephesinin uydurması bunlar” karşılığını aldık. Bunun üzerine samimiyetine ve hassasiyetine inandığımız başka bir dostumuza gittik ve ilginçtir, buradan da benzer bir cevap gelince doğrusu çok şaşırdık.
  • Zira her iki mecraya da işin gerçeğini izah etmiş, bizzat bu zulmü yaşayan canlı şahitleri getirip onların huzurunda konuşturmayı vadetmiştik. Fakat bir türlü ikna olmadılar. Üstelik “Dikkat et! Atlantik cephesine mermi taşıyorsun” diyerek kendilerince uyarıda bulundular. Oysa onlara ısrarla şu gerçeği vurgulamaya çalıştık:
  • “Doğu Türkistan bizim meselemiz, Atlantik cenahının Çin’le hesaplaşma adına meseleyi sahiplenir görünmesi bir tuzak. Çin tarafından ülkemizde yemlenen güruhun “Orada mutlu bir halk var” propagandası da bir tuzak. Biz bu iki tuzağa yakalanmadan kendi tezimizi savunmalı, Doğu Türkistan’a sahip çıkmalıyız. Bize ne Atlantik’ten, bize ne Pasifik’ten!”
  • Bir zaman sonra belli mecralarda mevzu gündeme gelince, bizi Atlantik cephesine mermi taşımakla yaftalayan bazı arkadaşların Doğu Türkistan meselesinin yılmaz savunucuları kesildiğini hayretler içinde müşahede ettik.
  • Evet, o gün söylediğimizi bugün de söylüyoruz:
  • BİZE NE ABD-İSRAİL İTTİFAKINDAN
  • BİZE NE ÇİN-RUSYA İTTİFAKINDAN
  • DOĞU TÜRKİSTAN DA FİLİSTİN DE BİZİM MESELEMİZDİR!