Irkçılık: Seçilmeyen kadere meydan okumak

Irkçı gruplar, duvarlara ırkçı saldırı talimatları yazmaya başladı
Irkçı gruplar, duvarlara ırkçı saldırı talimatları yazmaya başladı

Nerede doğacağınızı, ailenizi, memleketinizi ve mensubu olacağınız milletinizi seçebilir misiniz? Mesela Suriye'de kimyasal bombalarla vurulan bir bölgede doğan bir bebek, orada doğmayı seçmiş olabilir mi? Sorunun kendisi cevap aslında. Bütün bunlar mutlak kaderin ördüğü aşılması mümkün olmayan duvarlar. Peki bu aşılmaz duvarlar nedeniyle insanları suçlayabilir miyiz?

Irkçılığın tanımını üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz. İlkokul yıllarındayken ABD'nin kuruluş dönemindeki o meşhur ırkçılık hikayelerini anlatırdı öğretmenlerimiz. ABD kurulalı yaklaşık 250 yıl oldu ve halen o ırkçılığın izlerini görebiliyoruz. Otobüslerde siyahilerin oturmasına müsaade edilmez, beyazların girdiği tuvalete bile siyahlar alınmazdı. Şimdi benzer bir ırkçılık furyası ülkemizde alevlendirilmek isteniyor. Enteresan olansa bütün dünyada eş zamanlı ırkçı partilerin yükselişte olması. Yani bu gözle görülebilen ve kartları açık oynanan bir proje.

Bir insanı doğuştan üstün yaratıldığına ikna ederseniz, o üstünlüğün gereğini de ona inandırabilirsiniz. İsrail'in Yahudi kavmiyetçiliğini esas alırsak daha anlaşılır olabilir. Bu satırları yazmaya başlamadan hemen önce sosyal medyada bir video ile karşılaştım. Videoda dini inancı gereği Kudüs'e giden ABD'li bir Hristiyan'a hakaretler eden bir Yahudi "Tevrat seni öldürmemi emrediyor" ifadelerini kullanıyor. Bu Yahudilerin Hristiyanlara ilk saldırısı değil. Benzer saldırılar Kudüs'te Hristiyanlara ve kiliselere karşı düzenli olarak yapılıyor. Yani düşmanlıkları sadece Müslümanlara değil. Çünkü onlar üstün ırk olduklarına ve dünyanın geri kalanının alt ırk olarak Yahudilere hizmet etmesi gerektiğine inanıyorlar. Şimdi ülkemizde de benzer ırkçılık furyasını hemen hemen her gün görebiliyoruz. "Seni diğer milletlerden üstün kılan ne?" diye sorduğumuzda pek bir cevap alamıyoruz. Cevap verecek olan da tarihi misyondan bahsediyor. Peki bu tarihi misyonda geçen baş kahramanları üstün kılan o misyondan biz ne taşıyoruz?

Aslında mevcut gündemde olanın milliyetçilik değil de ırkçılık furyası olduğu çok açık. Herkes milletini sevebilir, tarihi misyonuyla gururlanabilir ve güzelce anabilir. Ancak kendini üstün görüp diğer milletleri aşağılama ve ağır hakaretler etme noktasına gelmenin milliyetçilikle alakası olabilir mi? Bu aynı zamanda çok büyük bir insanlık sorunudur ki zaman zaman bunun soysal medyada yansımasını da görüyoruz. Mesela geçtiğimiz günlerde birtakım sosyal medya hesapları tarafından bir video paylaşıldı. Yabancı uyruklu olduğu söylenen bir kişiyi sokaktan geçen bir kızı takip ettiği gerekçesiyle 5 metre yüksekten atıp da ayağını kıran ve yerde biçare olduğu halde vurmaya devam eden bir grup vardı videoda. Yabancı şahıs, "Bir suçum varsa polis çağırın" demesine rağmen darp etmeye devam etmişlerdi. Daha sonra ortaya çıktı ki bir kadını takip etmiyor, evine gidiyordu. Dahası darp edilen şahıs TSK'nın sınır ötesi operasyonlarına katılmış olan bir Irak Türkmeni çıktı. Acınası olan ise darp edilen Türkmen'in de sosyal medya hesaplarından benzer ırkçı söylemler paylaşmış olması. Yani ırkçılık döndü dolaştı ve ırkçılığı buldu.

Unuttuğumuz başka bir nokta ise suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi. Allahu Teala, Maide Suresi 8. ayette şöyle buyuruyor: "Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin."

Bir kimse suç işlediği zaman mahkemede kendisi yargılanır. Bütün ailesi, akrabaları ya da nesebi değil. Mevcut ırkçılık furyasında herhangi bir millete mensup birinin suçu milletlere yaftalanmaya başlandı. Oysa her toplumun iyisi olduğu gibi çürüğü de vardır. Dünyadaki bütün milletler kendi ırkını üstün görüp, diğer milletleri daha aşağı görseydi zannediyorum ki yeryüzü yaşanılmaz bir yer olurdu. Gerçi bu kadar ırkçılıkla bile yaşanılacak olmaktan çıkıyor. İnsanoğlu kendi kendine yeryüzünü dar ediyor...

Üstünlüğü takvada (erdem, güzel ahlak) değil de soyda aramak, insanın insana olan kininden ve kendi türünden intikam alma gayesinden başka bir şey olamaz.

Baştaki soruya tekrar dönmek istiyorum. Suriye'de kimyasal bombalarla vurulan bir bölgede doğmayı seçer mi bir bebek? Kadınlara tecavüz edilen, toplu katliamlar yapılan, eğlence için çeşitli işkenceler yapan zalim bir grubun hükmettiği bir bölgede doğmayı seçer mi bir insan? Seçemedi ve orada doğdu. O bölgede doğdu diye o mu suçlu oldu? Kaderine mi terk etmeliyiz. Hindistan'daki kast inancı gibi o hayatı kabullenmesini mi söylemeliyiz?

Şüphesiz Türkler tarih boyu misafirperverlikle anılmış, kendine sığınan düşmanını bile korumuş bir millet.

Böyle izzet sahibi bir millet tüm cihana insanlığıyla nam salmışken tarihte hiç görülmemiş bir lekeyi bu millete vurmak atalarımızın ruhuna saygısızlık değil mi?

O leke ırkçılık lekesi. Yeryüzünün bütün pınarları birleşse böyle bir lekeyi temizlemeye güç yetiremez.

Biz bize yakışanı yapmalıyız ve gerçek bir çözüm bulunana kadar suçluya suçlu, masuma masum olduğu gibi muamele etmeliyiz.

Aksi taktirde adalet elden gider, zulüm edeni bulur, tarih bununla gocunur ve bir milletten ilahi huzur kaybolur.