Kıbrıs Türk varlığının teminatı: Türk Mukavemet Teşkilatı

TMT, kuruluş yılı 1957'den bugüne kadar yaptığı çalışmalarla Kıbrıs'ta Türklere ait bir devlet kurulabilmesini sağlamıştır.
TMT, kuruluş yılı 1957'den bugüne kadar yaptığı çalışmalarla Kıbrıs'ta Türklere ait bir devlet kurulabilmesini sağlamıştır.

Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Kıbrıs’ta, Rum tarafının artan saldırılarından Türkleri korumak amacıyla kurulmuş bir teşkilattı. Yunanistan’ın agresif tavırları karşısında Türkiye Cumhuriyeti tarafından da desteklenen bu teşkilat, başta EOKA olmak üzere çeşitli terör örgütlerine karşı Türklerin canlarını ve mallarını savunulabilmişti. Adanın Yunanistan’a bağlanması gerektiğini düşünen “Enosis” taraftarlarıyla verilen mücadelede başarı sağlayan TMT, Kıbrıs’taki Türk mevcudiyetini koruyarak adada yaşanacak olası bir soykırımı da önlemişti.

Akdeniz’in en büyük üçüncü adası olan Kıbrıs, stratejik konumuyla tarih boyunca birçok muktedir devletin ilgi odağındaydı. 16. yüzyıldan itibaren adayı idare eden Osmanlı Devleti, 1877-78 yıllarında Rusya ile giriştiği mücadelelerden mağlup ayrılmasının ardından Kıbrıs’ı İngiltere yönetimine bırakmak zorunda kalmıştı. Ada, Doğu Anadolu’daki Rus işgali bittikten sonra geri alınmak üzere bırakılmış olsa da İngiltere bu anlaşmaya uymamış ve 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nı bahane ederek Kıbrıs’ı, Britanya Krallığı’na ilhak etmişti. Bu ilhak, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması’yla Türkiye tarafından tanınacaktı. 1925 yılında ada krallık tacına bağlı bir koloni olarak ilan edildi ve Britanya’nın atadığı komiserlerce yönetilmeye başladı. 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşanacak karışıklıkların tohumları, İngiltere idaresi altında geçen bu süreçte atılacaktı.

12 Temmuz 1878'de Lefkoşa'da İngiliz bayrağı göndere çekilirken. (Çizim: London News)
12 Temmuz 1878'de Lefkoşa'da İngiliz bayrağı göndere çekilirken. (Çizim: London News)

Adada yaşayan ve çoğunluğu oluşturan Rumlar, bu sürecin kendi lehlerine sonuçlanacağını düşünüyorlardı. Rumların çok büyük bir kısmı, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması gerektiğini savunuyordu. İngilizlerden güç alan Rumlar, Kıbrıs’ta Osmanlı’ya ait devlet ve vakıf mallarına el koyuyor, böylece hâkimiyet alanlarını genişletiyorlardı. Ancak Yunanistan’a bağlanma yani “Enosis” idealini gerçekleştirememeleri, Rumları rahatsız ediyordu. Bu rahatsızlık, İngilizlerin baskıcı yönetimi ve ekonomik sıkıntılar yüzünden giderek artıyordu. Sonuç olarak 1931 yılında Rumlar bir ayaklanma başlattılar. “Enosis” yanlısı milliyetçiler ve Hristiyan din adamları tarafından organize edilen ayaklanma, İngilizlerin İskenderiye’den getirdikleri takviye ekipler yardımıyla bastırılabildi. Bu tarihten sonra adadaki yönetimi sıkılaştıran İngilizlerin Rum toplumuna olan güveni sarsıldı. Yunanistan’a bağlanma idealini ayakta tutan Rumları dengelemek ve olası yeni ayaklanmaları önlemek amacıyla polis teşkilatında değişikliğe gidildi. Adadaki polislerin daha çok Türklerden seçilmesini sağlayan İngilizler, böylece kendi elleriyle iki toplumu karşı karşıya getiriyor, Rumlar ve Türkler arasında var olan sürtüşmelerin büyümesine yardımcı oluyordu. Her iki kesimin de baskılandığı bu süreç, 1939 yılına kadar devam etti.

1930'larda Kıbrıs'ta Enosis lehine yapılan bir gösteri.
1930'larda Kıbrıs'ta Enosis lehine yapılan bir gösteri.
  • İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Yunanistan, savaşa İngiltere ile aynı safta girdi. Rumlar, bu yakınlaşmanın adada karşılığı olacağını düşünüyorlardı. Savaş Müttefiklerin galibiyetiyle neticelenmişti. Uşi Antlaşması ile Osmanlı’nın elinden aldığı adaları 1947 yılında Yunanistan’a bırakan İtalya da Rumların beklentisini yükseltmişti. Böylece Akdeniz’in kuzeyinde kesintisiz bir Yunanistan hâkimiyeti olacak ve Bizans’ı ayağa kaldırma idealine biraz daha yaklaşılacaktı. Ancak Rumlar, İngiltere’ye yönelttikleri “Enosis” talebinde istedikleri dönütü alamadı. Dönemin Kıbrıs Valisi Lord Winsten, Yunanistan’a bağlanmak yerine adada özerk bir yönetim oluşturulmasını teklif etti ve teklifin görüşülmesi için iki kesimin temsilcilerini de davet etti. Türkler, böyle bir durumda adadaki mevcudiyetlerinin tehlike altına gireceğini ileri sürerek ve 28 Kasım 1948’de Lefkoşa’da düzenledikleri geniş katılımlı mitingi hatırlatarak teklifi reddettiler. Rumlar ise ancak Yunanistan’a bağlanma taleplerinin gerçekleşmesi durumunda anlaşabileceklerini söylediler.

28 Kasım 1948’deki Lefkoşa mitingi.
28 Kasım 1948’deki Lefkoşa mitingi.

Yunanistan’a bağlanma talepleri gerçekleşmeyen Rumlar, farklı alternatifleri denemeye başladılar. Önce, “Enosis” taleplerini uluslararası kamuoyu önünde meşrulaştırmak için bir plebisit (*) düzenlediler. Rum kiliselerine koyulan defterler ve toplanılan imzalar vasıtasıyla elde edilen sonuca göre, oylamaya katılanların %96’sı adanın Yunanistan’a bağlanmasını istiyor ve kabul ediyordu. Ancak gözden kaçırılan detay, 1950 yılında gerçekleştirilen bu plebisite, Müslüman Türk kesimin katılmamış olmasıydı. Kıbrıs Başpiskoposu Makarios, Yunanistan’ın da desteğini alarak 1954 yılında meseleyi Birleşmiş Milletler (BM) gündemine taşımak istedi. Ancak ısrarla vurgu yaptığı plebisit sonuçları BM tarafından dikkate alınmadı.

Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu III. Makarios.
Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu III. Makarios.

Meselenin diplomasiyle çözülemeyeceğini anlayan Rumlar, silahlı mücadele başlatma kararı aldılar. Yunanistan’dan silah ve finansman desteği almak isteyen Makarios, Atina’ya giderek hem hükümetle hem de bir grup “Enosis” taraftarı askerle görüştü. Bu askerlerin arasında emekli subay, Kıbrıs asıllı George Grivas da vardı. Görüşmenin sonucunda, açılımı Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Birliği anlamına gelen EOKA terör örgütü kuruldu. EOKA, aslen adadaki İngiliz yönetimini tasfiye ederek Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla kurulmuştu ama çok geçmeden Türkler de hedef alınacaktı.

1 Nisan 1955'te EOKA, Lefkoşa, Larnaka, Limasol ve Gazimağusa'daki çeşitli İngiliz veya İngiliz bağlantılı tesislere -radyo istasyonları, mahkemeler, polis karakolları, askerî kamplar ve İngiliz yöneticilerin evlerine- eşzamanlı saldırılar başlatmıştı.
1 Nisan 1955'te EOKA, Lefkoşa, Larnaka, Limasol ve Gazimağusa'daki çeşitli İngiliz veya İngiliz bağlantılı tesislere -radyo istasyonları, mahkemeler, polis karakolları, askerî kamplar ve İngiliz yöneticilerin evlerine- eşzamanlı saldırılar başlatmıştı.

Rumların agresif tavırları, TMT’nin kuruluşunu da hızlandıracaktı. 1940’lı yıllardan itibaren çeşitli siyasî, kültürel ve hatta askerî oluşumların içinde olan Kıbrıs Türkleri, istikrarlı ve tesirli birliklere sahip değildi. Türkiye’nin adadaki gerilimde taraf olmak istemeyişi de işleri zorlaştırıyordu.

Kıbrıslı Türk liderlerin Türkiye Cumhuriyeti ile ilk resmî teması, 29 Eylül 1952’de gerçekleşecekti. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu (KTKF) Başkanı Fazıl Küçük, Rauf Denktaş ile Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile görüştüler. Fuat Köprülü, devletin o zamanki politikasını şu cümlelerle özetledi: “Şimdi Yunan ile dostluk vardır, dostluklar zaruridir. Türkiye ayakta olduğu müddetçe size kimse bir şey yapamaz.” Nitekim Fuat Köprülü’den önce, CHP hükümetinin dışişleri bakanı Necmettin Sadak da TBMM’de benzer bir beyanat vermişti. Askerî destek veya müdahaleden çekinen Türkiye, adayı ekonomik olarak yalnız bırakmak istemiyordu. Küçük ve Denktaş ile görüşen Köprülü, adaya banka şubesi açılacağının, fabrika kurulacağının ve öğretmen gönderileceğinin müjdesini de vermişti. Bunlar, Kıbrıs Türklerinin motivasyonu için son derece kıymetli adımlardı.

Uluslararası toplumdan beklediğini bulamayan Rum kesimi, EOKA eliyle silahlı mücadeleyi başlatmak istiyordu. 1 Nisan 1955’te eşzamanlı olarak adanın birçok yerinde patlatılan bombalar, örgütün aksiyona geçtiğinin habercisiydi. Başlarda İngilizleri hedef alan bu saldırılar, kısa sürede Türklere de yöneltilecekti. Lefkoşa’da bir polis karakoluna yerleştirilen patlayıcılar, 14 Türk’ün yaralanmasına ve pek çok evin zarar görmesine neden oldu. Bu durum karşısında endişesi artan Türk kesimi adına Fazıl Küçük, Türkiye, İngiltere ve Birleşmiş Milletler'e telgraf çekerek olayları arz etti. Yakın zamanda saldırıların artacağı söylentileri de gerilimi tırmandırıyordu. Olayların ardından Kıbrıs’ta yeni bir dönemin başlatılması gerektiğini düşünen İngiltere, 29 Ağustos 1955’te Londra’da tarafları toplayarak bir konferans düzenledi. Toplantıya Türkiye adına katılan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs’taki statüden memnun olduklarını ama eğer bir değişiklik yapılacaksa adanın eski sahibine geri verilmesinin doğru olacağını ifade eden bir beyanatta bulundu. Yaşanan gelişmeler, devletin olaya bakış açısını da değiştiriyordu.

Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu (KTKF) Başkanı Fazıl Küçük, dönemin Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Rauf Denktaş bir arada.
Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu (KTKF) Başkanı Fazıl Küçük, dönemin Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Rauf Denktaş bir arada.
  • Adadaki küçük çaplı örgütlenmelerin yeterli olmadığını düşünen Kıbrıslı liderler Rauf Denktaş ve Bülent Nalbantoğlu, 26 Kasım 1957’de, Türkiye’nin Kıbrıs Büyükelçiliği'nde görevli Mustafa Tanrısevdi’nin evinde sabaha kadar süren bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmenin sonucunda Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulması kararlaştırdı.

Teşkilatın ilk broşüründe, önceki örgütlere teşekkür ediliyor ve artık bu yolda TMT ile yürüneceği haber veriliyordu. TMT ile Türkiye’nin ilk teması 1958 yılında gerçekleşti. Ocak ayında Ankara’ya giden Denktaş, Dışişleri Bakanı Zorlu ile görüştü. Türkiye desteklemezse hareketin daha fazla ilerleyemeyeceğini söyleyen Denktaş, silah talebinde bulundu. Bunun üzerine mesele Genelkurmay Başkanlığı'na iletildi. Destek kararının çıkması yedi ayı bulmuştu. Çünkü Başbakan Menderes de dahil olmak üzere birçok bürokrat, meselenin diplomasi ile çözüleceğine inanıyordu.

Türkiye ilk desteğini göndereceği zaman ilk görüşmenin üzerinden dokuz ay geçmişti. Adaya banka ve öğretim müfettişi kimliğiyle askerî uzmanlar sevk edildi. Türkiye, bu desteğin aşikâr olmasını istemiyordu. Buna göre Kıbrıs’a yapılacak askerî destek Özel Harp Dairesi tarafından koordine edilecek ancak tüm süreç şifahi yürütülecek ve yazışmalarda asla Türkiye veya Genelkurmay Başkanlığı’nın ismi geçmeyecekti. Türkiye, mücahitlere, yakalanmaları durumunda yalnız olduklarını da söylüyordu. Mücahit, TMT neferlerine verilen isimdi.

TMT'nin Mücahitler olarak adlandırılan milisleri.
TMT'nin Mücahitler olarak adlandırılan milisleri.

Türkiye’nin politikası "taksim", yani adanın iki kesim arasında paylaştırılması veya "istidrat", yani adanın eski sahibi Türkiye’ye verilmesi yönünde değişiyordu. Bu arada TMT de mücadelesini sürdürüyordu.

  • 27-28 Ocak 1958 tarihleri, en önemli olaylardan birine şahitlik etti. Protesto maksadıyla toplanan öğrenciler ve sivil halkın üzerine kolluk kuvvetleri ateş açtı, İngiltere ordusuna ait araçlar halktan iki kişiyi ezerek öldürdü. Bunun sonucunda başlatılan mücadelede 100’den fazla Türk yaralanmış ve yedi kişi de hayatını kaybetmişti. İngilizler çareyi, ada genelinde sokağa çıkma yasağı ilân etmekte buldu. Bu olay, EOKA’yla mücadele etmek için kurulan TMT’nin, İngiliz yanlısı olmadığını göstermesi bakımından önemliydi.

TMT'nin ilk bayraktarı: Ali Rıza Vuruşkan.

TMT, mücadelesini ileri seviyede gizlilikle sürdürüyordu. Teşkilatın başkanına “Bayraktar” denilirdi. TMT’nin ilk Bayraktar’ı, Türkiye tarafından gönderilen Ali Rıza Vuruşkan’dı ve ancak üst düzey yöneticiler tarafından tanınırdı. Beş kişilik hücreler hâlinde örgütlenen TMT’de herkes sadece kendi hücresindekileri tanır, diğerleriyle olan iletişim çadır liderleri üzerinden sağlanırdı. Çadır, bir hücreye verilen isimdi. Bölük yerine “oba” tabur yerine “otağ” deniliyordu. Bu isimlendirme, teşkilatın Türk tarihinden esinlendiğini gösteriyordu. Ayrıca mahalli merkezler “sancak” olarak isimlendirilmiş, teşkilatlanma bunun üzerine kurulmuştu. Teşkilata alınacak isimler büyük bir titizlikle seçiliyor ve gizlilikle yemin ettirilip göreve başlatılıyordu.

TMT'nin amblemi.
TMT'nin amblemi.

İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın sürdürdüğü görüşmeler sonucunda, 1959 yılında bir dizi anlaşma imzalandı. Böylece hem birleşik bir Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluyor hem de Türkiye’nin garantörlüğü tescil ediliyordu. Birleşik cumhuriyet anlaşmasını imzalamalarının garantörlük anlaşmasını desteklemek için olduğunu belirten Menderes, böylece adada asker bulundurabileceklerini ve gerekirse hızlıca takviye gönderebileceklerini söyleyecekti.

İşler TMT lehine ilerlerken Türkiye’de gerçekleştirilen 27 Mayıs darbesi olumsuz bir etki yaratacaktı.

Ülke yönetimini ele geçiren ama bu politikaya hâkim olmayan Milli Birlik Komitesi (MBK), Kıbrıs’la görüşmelerin yazılı olmaması nedeniyle TMT’nin desteklenmesinden ve öneminden de haberdar değildi. Öyle ki TMT’ye gönderilen silahların ülkeden kaçırıldığına, mücahitlerin “Adnan Menderes’in kişisel silahlı ordusu” olduğuna inanacak kadar ileri gitmişlerdi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmuş ve adada sükunetin sağlanmış olması da MBK’nin meseleyi önemsiz görmesine yol açıyordu. Hatta adaya atanan Büyükelçi Emin Dırvana, gençlik çalışmaları ve örgütlenmeler dahil olmak üzere Rumların tepkisini çekecek bütün faaliyetlerden uzak durmuş ve bir kısmını engellemişti. Rum yetkililerle polemiğe girmek yasaklanmış, mücadele yanlısı mücahitler sindirilmişti.

  • Kıbrıs’taki Türk-Rum geriliminde Türkleri haksız, Rumları ise barış yanlısı gören bu bakış açısı, Rauf Denktaş’a göre Türklere iki yılda 22 sene kaybettirmişti.

1961 yılında teşkilatın yapısında da değişikliğe gidildi. Neferlere mücahit yerine arı denildi. Oba ve otağ yerine de petek ve kovan isimleri kullanılmaya başlandı. Darbenin hemen ardından görevinden alınan Bayraktar Vuruşkan’ın yerine 1962 yılına kadar yeni bir atama yapılmadı. O yıllarda artan tacizler içinde Bayraktar ve Ömerli Camilerine atılan bombalar ayrıca dikkat çekmiş ve TBMM tarafından da kınanmıştı.

1963 yılı itibarıyla Rum kesiminin cumhuriyeti sürdürmek istemediği anlaşılınca Türkiye, TMT’ye desteğini yeniden başlattı. 1964 yılında Ali Rıza Vuruşkan, TMT komutanı olarak tekrar atandı. Bu süreçte adaya Birleşmiş Milletler Barış Gücü de gönderilmiş ancak Rum tarafının saldırılarını engellemekte yeterli olmamıştı. 5 Ağustos’ta başlayan saldırılar karşısında Türk köyleri TMT mücahitleri, siviller ve Türkiye’den gönüllü olarak gelen üniversite öğrencileri tarafından savunuldu, Türk Hava Kuvvetleri’nin yaptığı uyarı uçuşlarının da yardımıyla EOKA milisleri püskürtüldü.

Erenköy ve çevre köylerden birçok Kıbrıslı Türk, Kıbrıs Rum yönetimi tarafından köylerine yapılan baskınlardan korunabilmek için 1964 ve 1974 yılları arasında mağaralarda yaşamak zorunda kaldı.
Erenköy ve çevre köylerden birçok Kıbrıslı Türk, Kıbrıs Rum yönetimi tarafından köylerine yapılan baskınlardan korunabilmek için 1964 ve 1974 yılları arasında mağaralarda yaşamak zorunda kaldı.

TMT, 1974 yılına kadar devam eden çatışmalarda Kıbrıs Türk varlığının teminatı olmuş, Türklerin can ve mal varlığını korumuştu. 1964’ten sonraki süreç daha çok Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların iç meselelerine göre şekillenecekti. Öyle ki Makarios’un 1970’li yıllar itibarıyla uygulamaya koyduğu pasif politika milliyetçi Rumları rahatsız edecek ve 15 Temmuz 1974’te gerçekleştirilen darbenin gerekçesini oluşturacaktı. Aynı yıl Türkiye de garantörlük yetkisini kullanarak adaya “Barış Harekâtı” düzenleyecek ve Bağımsız Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasını sağlayacaktı. TMT de 1976 yılında “Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı” olarak güncellenecek ve Kıbrıs Türk güvenliğinin temelini oluşturacaktı.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan bir kare.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan bir kare.


  • Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi, 15 Kasım 1983 günü aldığı kararla devletin ismini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) olarak değiştirdi.

TMT, kuruluşundan bugüne kadar yaptığı çalışmalarla Türklere ait bir devlet kurulabilmesini sağlamıştır. Bugün KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı olarak polis teşkilatını da bünyesinde barındıran TMT, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri altında çalışmalarını sürdürmektedir. Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı personeline bugün hâlâ “mücahit” denilmektedir. Günümüze kadar devam eden bu süreç, barış sağlamak isteyen tarafların askerî güce sahip olmaları ve muhatabın olası saldırılarına karşı hazırlanmaları gerektiğini açıkça gösteriyor. TMT’nin başarıyla uyguladığı bu strateji, Kıbrıs’taki güvenliğin sağlanması için tek çözüm yolu olarak görünüyor.

*plebisit: Devletler hukukunda bir ulusun hangi devlete bağlanmak istediğini belirtmesi için başvurulan oylama.