26 yaşında tenisi bırakmasına rağmen 11 Grand Slam kazanmış bir efsane: Bjorn Borg

1982 Wimbledon finaline baktığımızda John McEnroe ile Jimmy Connors'ın karşı karşıya geldiğini görürüz. O dönemde Bjorn Borg'un olmadığı bir Wimbledon finali tenis tarihinin en tuhaf durumlarından biri olarak değerlendirilebilir.

Peki, Bjorn Borg'u bu kadar özel kılan neydi? Öncelikle Borg'a kadar tenisle uzaktan yakından alakası olmayan bir ülke olan İsveç'ten çıkan bir sporcunun tenis tarihine bu kadar damga vurması son derece şaşırtıcıydı. Bjorn Borg, tenis tarihinde topspin’li geri çizgi oyununu en iyi şekilde icra eden sporcu olarak anılır. Topspinli geri çizgi oyununu açıklamak gerekirse; geri çizgi oyunu, geri çizginin dışına çıkmadan yani file önünü kullanmadan oynanan oyundur. Top spin ise; topu alttan kavrayarak yukarı doğru yuvarlama şeklinde yapılan vuruştur. Top havadayken bir yay şekli çizer ve fileye takılma ihtimali azdır. Örneğini aşağıdaki videoda izleyebilirsiniz;

Topspinli geri çizgi oyunu 1920'lerde de teniste kullanılan oyunlardan biriydi. Yani Bjorn Borg'un yaptığı bir devrim değildi. Borg'u farklı kılan şey ise, o zamana kadar örneği hiç görülmemiş muhteşem ayak oyunlarıydı. Kendini küçük ayak adımlarıyla vuruşa öyle hazırlıyordu ki, topla raketini mükemmel bir noktada buluşturuyordu. Özellikle bunu servis vole karakterli oyununda yapması onun ne kadar üst düzey sezgilere ve fiziksel yeterliliğe sahip olduğunu gösteriyordu.

Aslında Bjorn Borg, bildiğimiz tenisçilerin aksine normal bir tenis tekniğine sahip değildi. Kariyerinin sonuna kadar birlikte çalıştığı antrenörü Lennart Bergelin, beklenilenin aksine onun bu farklı tekniğini yontmaya çalışmaktansa, bu teknikteki iyi yanları görerek onları geliştirmeye çalıştı. Borg'un belki de en büyük şansı antrenörünün verdiği bu karardı.

Rafael Nadal, Borg'un 70'lerde icra ettiği bu tekniğin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden. Buna rağmen Nadal ile Borg arasında çok büyük bir fark var. Borg reaksiyonsuzdu, tenis oynarken dışa yansıttığı tavır Berlin Duvarı'ndan farksızdı. O da Rafael Nadal gibi topu her seferinde karşıya gönderebiliyor ancak Nadal'ın aksine duygularını gizliyordu. Çok önemli bir sayı da alsa ya da çok önemli bir sayı da kaybetse hatasız ve tepkisizdi. Bu yüzden kendisine Ice-Borg deniyordu.

Belki de henüz 26 yaşında tenisten sıkılmasının sebebi buydu. Uzmanlar, sporcuların hiçbir duygusunu dışarı vurmaması, üzüntüyü ve sevinci içinde yaşamasını zihin için zararlı olarak görüyor. Borg da sonradan verdiği demeçlerde kritik anlarda içinden fırtınalar koptuğundan bahsetmişti. Yani aslında kendi kendini bitirmişti. Tüm bunlara rağmen Bjorn Borg, tam 11 Grand Slam şampiyonluğu kazanmıştı. Üstelik sadece bir kez katıldığı Avustralya Açık ve dört kez final oynayıp hiç kazanamadığı Amerika Açık dezavantajlarına rağmen bunu başarmıştı. 7 yılda 6 Rolland Garros, 5 Wimbledon kazanmıştı.

Oyun stiline baktığımızda Rolland Garros kazanması normal ancak 5 kez Wimbledon kazanması olağanüstü bir şey olarak nitelendirilebilir. Çünkü bu iki turnuva birbirlerinden ak ve kara kadar farklı. Üstelik İsveçli tenisçi bu iki turnuvayı üç kez aynı sene içinde kazandı. Hatta bu başarı, tenis literatüründe "Borg Dublesi" olarak kayıtlara geçti.

Borg'u, sadece tenis kortunda yaptıklarıyla değil, tenisin imajı ve dünya çapında etkili bir spor haline gelmesinde verdiği katkılarla da anmak gerekir. 60'lı yılların tekdüzeliğinden sonra, 70'li yıllarda değişen moda anlayışından da etkilenen Bjorn Borg, uzun sarı saçları, özgün saç bandı ve giydiği tarz kıyafetler onu, tenis tarihinin gelmiş geçmiş en özel imajı yapıyordu. Tenis izlemeyenler bile o dönemde Bjorn Borg'u biliyordu.

Björn Borg'un 5.Wimbledon şampiyonluğunu kazandığı an;